Hepimiz eleştirmeniz !
Film eleştirmeni olmak için yapılacak en önemli çaba " BOL BOL FİLM " seyretmek gerekiyormuş. Bunu Türkiye'nin bu konuda k bir numarali eleştirmeni Atilla Dorsay söylüyor. Ama sinema eğitimi almanın gerekliliğni de vurgulamayı ihmal etmiyor.
Bu yorumdan çıkan sonuç şu ki; çok film seyreden herkes eleştirmen olur. Nitekim herkes rahatlıkla film eleştiriyor. Kanaat belirtiyor. Bahsetmek istediğim yazılı eleştiride bulanlar değil. Günlük yaşamımızda her an rastladığımız kişiler, yani arkadaşlarımız, yakınlarımız ve çevremiz. Zaten filmlerin seyirci sayısını etkileyen, bu ismi olmayan, genel eleştirici kitlesi değil mi?
Komşumuzun, kankamızın. dayımızın, halamızın , hatta halk otobüsünde hiç tanımıadığımız birilerinin eleştirisi, bir filmin gişe hasılatını etkileyen en önemli faktör olarak ortaya çıkıyor mu?
Hiçbir sanat dalında bu denli geniş bir eleştirmen zümresi yoktur. En yaygın bir şekilde hayatımıza giren Şiir konusunda, kim eleştiride bulunabilir. Orhan Veli'nin şu şiiri çok kötü. Bunu nasıl yazmış diyenini hiç duydunuz mu? Veya Yahya Kemal Beyatlı'yı tenkit eden?
Ya da İbrahim Çallı'nın bir tablosu hakkında ahkam kesen kaç kişi vardır?
Ama Yeşil Çam filmlerini herkes olumlu veya olumsuz eleştirir. Hem de hayatında sinema teknikleri konusunda bir tek satır okumayanlar bile. Bu tespitten kendimi hariç tutmuyorum.
Sanat alanında, en kolay eleştirmenlik alanı, Sinema'dır.
Kamera nedir bilmeyiz. Sahnelerin çekimi, sıralanması, senaryonun uygulanması, fon müziği, efektlerin seçimi vs teknik özellikler hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Ama büyük bir ustalıkla eleştiri yaparız. Ve de" iyi bir film " ya da " çok kötü " şeklinde, son noktayı koyarız. Aynen benim gibi.
Film eleştirmenliği ne kadar ilginç bir tablo arz ediyorsa, film rejisörlüğü de aynı şekilde ilginç bir tablo ortaya çıkarıyor.
Bakıyorsunuz hayatı şarkıcılıkla geçmiş bir ünlümüz veya manken fotğrafı çeken bir fotoğrafçımız, film rejisörlüğüne geçiyor ve büyük sermayelerle film yapıyorlar.
Bu film işi bu kadar basit mi? Basit değil ama Sinema öyle bir sanat dalı ki, onunla çok küçük yaşlarda tanışıyoruz. Hayatımızın bir parçası oluyor. Aşağı yukarı 7 - 8 yaşlarında başlayan bu serüven hayatımızın sonuna kadar devam ediyor. Ve de hepimiz film eleştirmeni ya da rejisörlüğe kolaylıkla soyunuyoruz.
Oysa tiyatro öyle mi? Kaç tane müzikten, fotoğrafçılıktan gelmiş yiyatro yönetmeni var? Benim bildiğim kadar hiç yok.
Hatta Tiyatro eleştirmenliği de halk arasına inmediği gibi, klasik medyada dahi eleştirmen sayısı azdır, hatta yok gibidir.
Sinema sanatı bu denli kolay mıdır? Tam aksine çok zor bir sanat dalıdır. Platosu, geniş kadroları, çok büyük sermayesi ve yüksek teknoloji gerekliliği ile oldukça zor bir sanat dalı olmasına rağmen , eleştirilmesi en kolay sanat dalıdır. Bu yüzden büyük haksızlığa uğramıştır.Özellikle ülkemizde. Örneğin Yeşil Çam sineması ve filmleri uzun zaman yerden yere vurulmuştur. Ancak ne enteresandır ki Televizyon hayatımıza eğemen olup sinema salonları bir bir kapanırken, birden Yeşil Çam Filmleri rağbet görmüş ve eski Kemal Sunal ile Şener Şen filmleri tekrar büyük halk kitlelerince seyredilmeye ve övgü almaya başlamıştır.
Varolan sonuç şu ki; fısılta gazetesi tenkitleri, bir filmin gişesini , film yapımcıları ile artistlerin geleceğini çok yakından ilgilendiriyor ve belirleyici oluyor.
İşte film eleştirmeni olmak için sinema eğitimi almanın hiç önemi yok. Sıradan bir vatandaş olmanız, , film eleştirmeni olmanız için yeterli . Bu iş bu kadar basit.
Ne kadar tuhaf ve komik değil mi?
yılmaz çetingöz
Milliyet.com.tr
Alıntıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın