Ülkemizde, 1921 yılında, Şadi Fikret Karagözoğlu'nun oyunculuğunu ve yönetmenliğini yaptığı 20 şer dakikalık “Bican Efendi” güldürüleri ile başlayan kurmaca kısa film serüveni günümüzde de sürüyor. 1970 li yıllarda, amatör sinemacının vazgeçilmez bir parçası olan 8mm lik sinema kameraları, özellikle kurguda ve seslendirmede ciddi sorunlar çıkardığından çok yaygınlaşamamış, “Hisar Kısa Film Yarışması” (1967) gibi amatörlere açık etkinlikler bile doğrusu pek müşteri bulamamıştı. Türkiye'de açılan çoğu derneklerde fotoğrafın yanında sinemanın yer almamış olması da, kısa filmin, dolayısıyla amatör sinemanın önünü kapayan diğer bir unsurdu.
Bugün ne değişti?
Ülkeye yayılmış amatör sinema merkezleri yine yok. Sadece bazı üniversitelerin bünyesinde yer alan sinema klüplerinden söz edebiliyoruz. Buralarda yapılan çalışmalar da, film üretiminden çok, film gösterimlerini kapsıyor.
Ülkemizde kısa film seyircisi giderek oluşuyor ve bu seyirci nitelikli filmler izlemek istiyor. İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de, Adana'da ve Antalya'da festivaller kapsamında gösterilen kısa filmler, çoğu kez uzun metrajdan daha çok ilgi topluyor. Çünkü sinema seyircisinin büyük bir kısmını gençler oluşturuyor ve kısa film programları onlara değişik seyirlikler sunuyor. Bu filmlerde, tecimsel uzun metrajlarda çok az rastlayabilecekleri değişik konularla ve yaşamın ayrıntıları üzerine deneysel yaklaşımlarla karşılaşıyorlar. Bütçeleri ve teknik ekipleri çok kabarık olmayan, biraz çaba gösterilirse kendilerinin de gerçekleştirebilecekleri film örnekleri izliyorlar.
Konunun sevindirici yanı, dijital teknolojinin üretim ve çoğaltım koşullarını kolaylaştırmasının da katkılarıyla, ülkemizde her yıl yaklaşık 200 kısa filmin festivallere başvuruyor ve seyirci ile buluşuyor olması. Sanılanın aksine, kısa metraj filmler oldukça geniş bir kitle tarafından izleniyor. İyi filmler, belki küçük salonlarda, ama çok sık ve uzun yıllar gösteriliyor.
Video teknolojisinin yaygınlaşması, hem film üretimine hem de gösterimine büyük kolaylık sağladı. Konunun üzerinde düşünülmesi gereken yanı ise, bu çalışmaların büyük bir kısmını, sinema okullarında üretilen öğrenci filmlerinin oluşturmasıdır. Bu filmler belki süre açısından kısa film anlayışına uyuyor ama, nitelik olarak konuyla tam olarak örtüştüğü söylenemez. Çünkü kısa filmlerin olabildiğince, yerleşik sinema normlarına uzak ve bağımsız kalması gerekiyor. Bunun tek yolu da, dinamik genç sinemacı gruplarının oluşması ve filmler üretmesi.
Geçtiğimiz yıllarda, Yeşim Ustaoğlu, Nuri Bilge Ceylan, Mustafa Altıoklar, Çağan Irmak, Ümit Ünal Reha Erdem, Tayfun Pirselimoğlu gibi birçok isim, ilk ürünlerini kısa metraj alanında verdikten sonra, profesyonel ortama geçtiler. Birikimlerini orada sürdürdüler. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, kurmaca kısa filmlerin Türkiye'de de parasal getirisi olmadığından, ne yazık ki devamlılık kolay sağlanamıyor. Kısa film çalışmaları ile umut veren gençler bir zaman sonra ister istemez başka alanlara yöneliyorlar. Avrupa ülkelerinde bizden farklı olan durum, genç sinemacılara hiç olmazsa üretim aşamasında ciddi desteklerin sağlanması ve çok sağlam filmlerin ortaya çıkmasına fırsat tanınmasıdır. Bunun yanı sıra, televizyon kanalları da, kısa filmlere destekleyici olarak, onları yayınlayarak bu alana büyük destek veriyorlar.
Dünyanın birçok ülkesinde, Kültür Bakanlıkları kısa filmin en büyük destekleyicisi konumunda iken, ülkemiz Kültür Bakanlığı, ne yazık ki, kurmaca kısa film türünü, bir üretim şekli olarak, sinemanın bulunuşundan ancak 100 yıl sonra, 5 Eylül 1995 yılında resmen tanıyabildi.
Ülkemizde bugüne dek çok verimli girişimlerde bulunulduğu da yadsınamaz. En başta festival yöneticilerinin kısa filme gösterdikleri yakın ilgi ve destek bugün gelinen noktanın temel unsurudur. Yeşilçam sineması diye tanımlanan kesimdeki profesyonellerin genç sinemacılara verdiği gönüllü destekler, TRT “Genç Sinemacılar” programı, akademisyenlerin değerli katkıları, basında görev yapan genç gazetecilerin konuyu kamuoyuna yansıtmada gösterdikleri duyarlılık, kısa filmin yol alabilmesinde önemli kilometre taşlarıdır. Son yıllarda, Kültür Bakanlığımızın film festivallerine verdiği olumlu destek de dikkat çekicidir.
Kısa film, deneysel sinemanın, yeni bakış açılarının, değişik kamera hareketlerinin, çarpıcı seslendirme biçimlerinin sınanabildiği yaygın üretim alanı olarak önemini her zaman korumaktadır. Uzun metraja uygun düşmeyen, kısa ama çarpıcı öykülerin, görsel belgelerin, animasyonların yaratım ortamını oluşturmaktadır. Hem ulusal hem de uluslararası boyutta sinemasal yaşamdan gençlerin pay alabilmesini sağlamaktadır.
Şunu unutmamak gerekir ki, amatör sinemacı, acemi sinemacı demek değildir. Kuşkusuz içinde acemileri de olacaktır. Ne ki onların da, kısa zamanda kendilerini yetiştirmemeleri için bir neden yoktur. Asıl önemli olan, örgütleri güçlenmemiş ve genç sinemacıları varolmayan ülkelerin, gerçek sinema sanatı dünyasına da sahip olamamalarıdır. Tek çıkış yolu, ciddi kültür politikalarının oluşturulması ve gençlerin önündeki engellerin kaldırılmasıdır.
Hilmi Etikan
Alıntı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın