24 Ekim 2011 Pazartesi

İNGİLİZ SİNEMASI ÜZERİNE



Nilgiin ABİSEL*

İngiliz sineması, Avrupa'nın diğer ülkelerindeki örnekler göz önüne alındığında,
oldukça ilginç bir nitelik taşıyor. Bu ülkelerin sinema endüstrileri arasında
belki de en çok "kriz'e giren, bu krizleri atlatmak, yenilerini önlemek amacıyla
çeşitli önlemleri alan ama bir türlü güvenceli ve sağlam bir endüstri niteliğine kavuşamayan
bir sinema. İngiliz sinemasının durumu ülkenin geleneksel demokrasi anlayışı
çerçevesinde kamuoyunca sürekli olarak izlenen, eleştirilen tartışılan bir
konu. Sansür mekanizmasından, mesleki örgütlerinin işleyişine dek pekçok özgün
yönü var. Ancak İngiltere'de sinemanın en tipik özelliği Amerikan sinema endüstrisinin
yoğun etki ve egemenliğini açıkça ortaya koyan bir örnek oluşudur. Gelişmiş
bir sanayi toplumu olmasına karşın, ABD'nin 'ön tekerleği' olarak adlandırılan
İngiltere, kendisinden daha güçlü bir ülkece, en azından sinema endüstrisi açısından
sömürülmesine karşı duramıyor. Ekonominin kuralları her türlü önleme karşın
işliyor ve İngilizler, yerli sinema endüstrilerinin bir uydu olma durumundan kurtulmasını
sağlayamadıkları gibi, bu alanda işsizliğin yayılmasını önce stüdyoların sonra
da büyük şirketlerin —özellikle yapımcılıkta— yavaş yavaş silinip gitmesini engelleyemiyorlar.

Aynı dilin konuşulduğu bu iki ülke arasında sinema konusundaki
mücadele uzun yıllar önce, güçlü olanın lehine sonuçlanmış bile.
Filmler, ulusal kültürün bir dışavurum aracı olduğu gibi aynı zamanda, toplumun
genel zenginliğinin, eğlence zevkinin de bir göstergesidir. Sinemanın bir
ülkede egemen olan toplumsal ve ekonomik güçlerin araçlarından biri olarak kullanıldığını
söylemek yanlış olmaz. İngiliz sinema endüstrisinin geçmişine ve bugününe
bakıldığında iç tekellerin ve Amerikan denetiminin giderek büyüdüğü görülüyor.
Böylece kapitalist ekonomi açısından bir anlamda rekabetsiz bir endüstriyle
karşılaşıyoruz. Kültürel açıdan ise, İngiliz sinemasını neredeyse yok saymak olası.
Çünkü büyük mali imparatorluklarca denetlenen ve sahip olunan bu endüstrinin
ürünlerinde önemli olan, kâğıt üzerinde hesaplanan kâr ya da gelir gider dengeleridir.
Endüstride çalışanların 1970'lerin başlarında önerdiği 'public sector'
tasarılarına karşın, var olan sistem işlemeye devam edecek gibi görünüyor.!
Sinema endüstrisini yüzyılın başında kurmuş bir ülkenin Amerikan sineması
karşısında nasıl yenik düştüğünü izleyip, bugünkü durumuna ilişkin bazı bilgileri
derlemek ilginç olacağı gibi, ülkemiz açısından da bazı ipuçları yakalama
olanağı doğacaktır.
(*) Yardımcı Doçent Dr., A.O. Basın—Yayın Yüksek Okulu.

ingiliz Sinema Endüstrisinde tik Tehlike Sinyalleri:
ingiltere'ye sinema, diğer Avrupa ülkeleriyle aynı tarihlerde girdi, ilk gösterileri
izleyen birkaç yıl i önde seyirci sayısı hızla arttı ve kısa komedilerle aktüalite
filmleri tüm ülkede -irlanda dahil— dağıtılıp gösterilmeye başlandı. Bu dönemde
yapımcılar filmlerini gösterileri düzenleyenlere doğrudan satıyor onlar da bu filmleri
boş dükkanlarda, müzikhollerde ve panayırlarda seyirciye sunuyorlardı. 1898'de
ilk yapım şirketleri ve kısa bir süre sonra da dağıtım şirketleri kuruldu. Yirminci
yüzyılın başında sinema endüstrisi, teknik kadrosu, sanatçıları ve ticari, kuruluşlarıyla
artık ortaya çıkmıştı. Sinemaya ilişkin ilk yasal düzenleme ise 1909 tarihli
Sinema Yasası'dır. Bundan üç yıl sonra da endüstrinin kendi içinden oluşturduğu
ingiliz Sansür Kurulu (British Board of Film Censors) sinema dünyası içindeki yerini
aldı. Artık filmler uzamış ve sinema kitlesel eğlencenin en gözde biçimi olarak
her hafta milyonlarca kişiyi salonlara çekmeye başlamıştı. Ellerinde yeterince
eski film biriktiren gösterimciler de film kiralama sistemini kurarak dağıtım işlemine
yeni bir biçim verdiler.
ingiliz sinemasının umutsuz hastalığı, daha bu yıllarda kendini göstermeye
başlamıştı. Tahminlere göre 1910 yılında ülkede gösterilen filmlerin ancak % 15'i
yerli yapımdı.(1) Bu hastalık birinci dünya savaşıyla birlikte güçlendi, başka seçenekleri
olmayan salon sahipleri Amerikan filmlerine sevinçle kucak açtılar. Savaş
sırasında Avrupa'da film yapımı, bazı askeri, siyasal propaganda ve haber filmleri
dışında hemen hemen durduğundan Amerikan filmleri güçlü endüstrisinin yardımıyla
Avrupa ülkelerinin perdelerini işgal ediverdi. Savaş bittikten sonra ise bu
durumun değişmesi olanaksız bir hale gelmişti. 1926'da ingiltere'de yerli filmler,
perdesel zamanın ancak % 5'ini karşılarken, geri kalan zaman çoğunlukla Amerikan
Fılmlerince dolduruluyordu.(2) ileride zaten gerçekleşebilecek olan bu "ele geçiriş
"i savaşın hızlandırdığı söylenebilir. Çünkü daha bu dönemde bile Amerikan
filmlerinin ve sinemasının rekabet açısından üstünlüğü tartışmasız belli olmuştu.
Güçlü içpazarında maliyetini karşılayan Amerikan filmleri, yapımcı şirketlerin
geniş parasal kaynaklarıyla sağlanan 'starlarla süsleniyor, yükselen teknik kaliteyle
yaldızlanabiliyordu. Böylece, benzeri olanakları bulunmayan, dolayısıyla bu tür
filmler üretemeyen diğer ülkelerde olduğu gibi ingiliz seyircisi de Amerikan filmlerinin
cazibesine kapılıp onları yeğlemeye başladı. Bu tercihin harekete geçirdiği
çarkın devinimini hızlandırmak Amerikan şirketleri için çok kolay oldu. Seyircinin
yerli filmlere olan talebinin düşmesi bu filmlerin ve dolayısıyla sinema endüstrisinin
yeterli kazancı çlde edememesine yol açtı. Böylece, yerli yapım sayısı azaldı
ve daha kalitesiz filmler üretildi. Az yerli film ve üstelik düşük hasılat karşısında
sinema salonları için Amerikan filmlerinden başka seçenek kalmadı. Burada vurgulanması
gereken önemli nokta, Amerikan hükümetlerinin ve sinemacılarının bilinçli
ve titiz politikası ve bu politikanın başarıyla uygulanmış olmasıdır. Amerikan şirketlerinin
dünya ve ingiliz sineması üzerinde kurduğu egemenliği anlayabilmek
için bu politikanın hedeflerine kısaca değinmek gerekiyor. 1939 yılında hazırlanan
bir pazar araştırması raporunda şöyle deniyor:


"Sinema filmleri Amerikan ihracat listesinde özel bir önem taşıyor. Yabancı
film pazarları yalnızca yurt dışından kazanılıp bu (ilkeye getirilen paranın
miktarı açısmdan Amerikan yapımcıları için önemli olmakla kalmıyor, aynı
zamanda filmlerin yabana seyirciyi Amerikan biçimi yaşam tarzına tanış
kılma, onlarda benzeri mobilya,ev eşyası, giysi ve perdede görülen bilimsel
yeniliklere sahip olma ve kullanma isteğini uyandırma etkisi açısından da
önem kazanıyor. Ülkemizce başarıyla beslenen yabana film pazarlarından
sağlanan yararlar böylece hem doğrudan hem de dolaylı yollardan olmaktadır.'^

Yine aynı kaynakta, kalite ve teknik üstünlüğün yabancı pazarları ele geçirmede
kazanılan başandaki rolü de vurgulanarak, Amerikan filmlerinin kesinlikle en üstün
kalitenin ürünü olduğu, çok çeşitli sanatsal ve eğlence nitelikleri taşıdığı inancının
yayılması gerektiği belirtiliyor. "Bu 'yüksek kalite' faktörünü evrensel olarak bilinir
hale getirmeliyiz. Böylece dış ülkelerdeki yerel seyirci, varlıklarını yalnızca
hükümet desteğinden alan kötü filmleri seyretme konusunda isteksiz olacaktır. "(4)
Bu dönemde Amerika Birleşik Devletlerinin yılda 600 film ihraç ettiği ve bu sayının
ortalama :200 kopyeden 120 bin'e çıktığı iddia edilmektedir.(5) Böylece 120
bin kopyaya aynı sayıda Amerikan elçisi gözüyle bakılıyor. İhraç edilen filmlerin
Amerikalıları dörtdörtlük göstermemesi, yani "gangsterleri ve onlann cezalandırıldım,
aşın lüksü ama fakir çocuğun zaferini de sergilemesi" Amerikan toplumunun
prapogandası açısmdan yararlı bulunuyor. Çünkü bu ön yargısız (!) yaklaşım nedeniyle
dünyadaki 150 milyon seyirci Amerikan filmlerini, "bu insanlar bizi yalnızca
eğlendirmek istiyor, değiştirmek değil" diye düşünerek izleyecektir.(6) Amerikan
sinemacılanmn böyle düşünmekle ne denli haklı olduğunu, öngörülerinin tutarlılığını
artık iyice biliyoruz. Amerikan sinema endüstrisinin dışpazarlan ele geçirme
yolunda verdiği mücadelenin başansında, içpazann güçlü oluşunu önemli bir etken
olarak belirtmiştik. Birkaç sayısal karşılaştırma bunu açıklamaya yetecektir. Yine
1939 da ABD'de 17 541 sinema salonunda haftalık -yaklaşık 23 cent'den— 85
milyon bilet satıldığını, aynı yıl bu toplamın SSCB'de 135 bin olduğunuCO, İngiltere'de
ise 5 556 salonda 990 bin bilet satıldığım(^) görüyoruz. Bu sayısal üstünlük
bugün de sürmektedir. Örneğin, 1977'de İngiltere'de satılan bilet sayısı 103
milyonken ABD'de bir milyardı.(9) Sinema filmleri için yapılan sermaye yatırımı
açısından da Amerikanın üstünlüğü biliniyor. 1939'da dünyada toplam sinema filmi
yatınm harcaması 2 milyar 650 milyon Dolarken bunun içinde Amerikan şirketlerinin
payı 2 milyan geçmekteydi.(lO) Amerikan sinema endüstrisinin uluslararası
gücü ikinci Dünya Savaşı sırasında iyice etkisini artırdı. Çünkü 1914—1919 arası
dönemde olduğu gibi Avrupa'da savaş yıllannda film yapımı hemen hemen durmuşken
Hollwood'da kameralar çalışmıştı. Amerikan ekonomisinin gücü, hem
sinema endüstrisini finanse edecek sermayeyi hem de içpazann işlerliğini korumada
yardımcı oldu. Bu dönem, Wall Street, Stock Market ve sinema endüstrisinin
kaynaklannı ortak olarak kullanmalannın ilk kez açıklık kazanması açısından ilginçtir.(
H) Yine de savaş yıllan ve sonrasında maliyetlerin hızla artması, bazı Amerikan
filmlerinin dışpazara gereksinim duymasına neden oldu. Mali açıdan başan
için bütçesi 250 bin dolan aşan filmlerin dış ülkelere satılması zorunluydu.(12)
Sonunda Amerikalı yapımcılar gelirlerinin % 40'ını yabancı pazarlardan elde etmeye
başladılar. Bunda krizin atlatılması için girişilen çeşitli çabalann yanı sıra büyük

şirketlerin ihracat yapamadıkları takdirde yok olacaklarım farkederek 1946 yılında
kurdukları ihracat kartelinin önemi büyüktür. Amerikan Sinema Filmleri İhracat
Birliği (AMPEA) adını taşıyan kurulun başında Eisenhower'in ekonomik danışmanlığım
yapan Eric Johnston vardı ves-bu kartel ABD politikası üzerinde yabana atılmayacak
bir etkinliğe sahipti.(13) Johnston'a göre bu yıllarda pazarlanan filmler
köpüksü müzikaller, komediler ve bazen de 'bang-te.ıg'lı filmlerdir. Son türe girenlerde
bile sonunda davar hırsızlan kahraman kovboylarca cezalandırılacaktır.

Dolayısıyla bu filmler komik şeylerdir ve kaçış filmleridir. Ama aynı zamanda bu
filmler okyanustan, özgür bir ülkenin habercileri olarak aşarak diğer ülkelere ulaşmaktadır

İngilizler Amerikalılara Teslim Ohıyor:
İkinci Dünya Savaşı sonunda İngiliz sineması ciddi bir krize -girdi. Bunun
en önemli nedenlerinden biri Amerikan Sinema Filmleri Derneği (MPAA)nın îngiltereye
boykot ilan etmesiydi, ingiliz İşçi Partisi Hükümetinin, dış ticaret açığı
nedeniyle ithal filmlere % 75 oranında vergi koymasıyla Amerikan şirketleri bu
karan alıp uyguladılar. Çok kısa bir süre içinde, İngilizlerin en büyük film şirketi
olan Rank'm ürettiği 60 filmin yetersizliği ortaya çıkınca salon sahiplerinden başlayarak
tüm endüstriye yayılan bir kriz doğmuş oldu. Hükümet sonunda MPAA
ile pazarlığa oturarak yenilgiyi kabul etti ve bu vergi, konuluşundan sekiz ay sonra,
1948 de kaldınldı. Bu ilk girişimin başarısızlığından sonra, 1950lerden itibaren
alınan her türlü önleme karşın İngiliz sinemasında beklenen toparlanma olmadı
denilebilir. 1960 lara sonlarında bir parça canlanma görüldüyse de bu yine Amerikan
şirketlerinin girişimlerinin sonucuydu. Ancak yine onlann genel politikalannda
olan değişiklik nedeniyle yeni bir krizle noktalandı.

Bugün İngiltere'de bir yapımcı eğer iç dağıtımla masraflan karşılanabilecek
nitelikte bir film yaparsa, bütçesinin darlığı nedeniyle film uluslararası standartlara
altında kalacağından ticari şansım yitiriyor. Dünya dağıtımının sağlayacağı
kâra itisiyle yapımcılar, dünya ve özellikle Amerikan pazanna yönelik filmler
yapmaya çalışıyorlar. Ancak bu da riski iyice artmyor. Dış satımı gerektiğince
yapılamayan böylesi bir film, içpazarda ne denli iyi iş yaparsa yapsın maliyeti baştan
bu kısıtlı pazara getirebileceği geliri aştığından şirketler güc durumda kalıyor.
Daha 1930larda Gaumont'un, 1940'lann sonlarında Rank'm içine girdiği krizler
bu nitelikteydi. Aynca, dış ülkelerde pazarlama birimleri kurmak:, çok sayıda
kopya basmak, büyük tanıtma ve reklam kampanyaları düzenlemek filmin getireceği
kân yutan harcamalara yol açmaktadır.

Zaman zaman Amerika'da başarı sağlayan İngiliz filmlerine de rastlanıyor.
Ama bunlar incelendiğinde hemen hemen hepsinin Dolarla Gnanse edildiği ortaya
çıkıyor. Buna en son örnek Oscar'lı 'Chariots of Fire' (Ateş Arabaları). Böylelikle
aracı firmalar yoluyla İngiltere'de film yaptıran Amerikan şirketleri yine kârlı çıkıyor.
özellikle 'İngiliz' filmleri için tanınan yasal kolaylıklar ve kredi mekanizmaları
sayesinde Amerikan şirketleri iki kat ödüllendirilmiş oluyor


                                                                                                                            Alıntı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın