yeni dalga etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yeni dalga etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Kasım 2011 Cuma

Yunan sinemasının kriz ötesi başarısı


Doksanlı yılların sonlarında Selanik Film Festivali’nde bir araya geldiğimiz hemen her Yunanlı sinemacı Türkiye’den filmlerin ne kadar ilginç olduğundan dem vuruyor, yeni bir yönetmen kuşağına sahip olmamıza özeniyordu.

Aradan on yıl geçti... Türkiye sineması büyük bir atılım yapar, uluslararası festivallerin gözdesi olurken Yunanistan sinemasında ağır bir çöküş yaşandı... Yunan yapımlarının topluca gösterime sunulduğu, ulusal ödüllerin verildiği Selanik Film Festivali’nde sert özeleştiriler yapıldı. Krizden önceki yıl da Kültür Bakanlığı’nın film destekleme sisteminin ve fonlarının yetersizliğinden yakınan sinemacılar ulusal yarışmayı boykot etti. Yunan filmleri Festival’de “yarışma dışı” gösterildi!

Derken bütün Yunanistan’ı alt üst eden siyasi ve ekonomik krizle eşzamanlı olarak sinemada bir değişme, tazelenme, sevilen deyimle Yeni Dalga başladı. Yurt dışında eğitim görmüş, orada çalışmış ama anavatandan hiç kopmamış birkaç iyi sinemacı nihayet aradıkları çıkış yolunu buldu!

2007 yılında Thanos Anasthopoulos “Diorthosi / Düzeltme” ile önemli bir çıkış yaptı. Onun yapımcılığını üstlendiği Syllas Tzoumerkas imzalı “Hora Proelefsis / Anavatan” geçen yıl Venedik Film Festivali’nde Eleştirmenlerin Haftası’na seçildi. Yorgos Lanthimos’un yönettiği, Athina Rachel Tsangari’nin yapımcılığını üstlendiği “Kinodontas / Köpek Dişi” 2009 Cannes Film Festivali Belirli Bir Bakış bölümünün ödülünü kazandı. Aynı ekibin “Alpeis / Alpler” adlı filmi bu yıl Venedik Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü’nü aldı. Geçen yıl da Athina Rachel Tsangari’nin yönettiği Yorgos Lanthimos’un yapımcılığını ve önemli rollerden birini üstlendiği “Attenberg” Venedik’te En İyi Kadın Oyuncu, Selanik’te Gümüş İskender ödüllerini kazandı. Filippos Tsitsos’un “Adikos Kosmos / Adaletsiz Dünya” adlı filmi bu yıl San Sebastian’da hem En İyi Yönetmen hem En İyi Erkek Oyuncu ödüllerine değer görüldü. Ari Bafalouka imzalı “Apnea” geçen yıl Montreal Film Festivali’nden başlayarak önemli bir tur attı...

Bunlar en görünür, en parlak başarılar... Etraflarında başka ilginç filmler ve yönetmenlerden bir halka daha bulunuyor.

Bu sinemacılar gökten zembille inmedi, elbette. İlk uzun metrajlı filmlerini çok uzun zaman önce çekmişlerdi! Tsangari “The Slow Business of Going”i 2000’de, Tsitsos “My Sweet Home”u 2001’de, Lanthimos “Kinetta”yı 2005’te gerçekleştirdi. Yunan Yeni Dalgasına şu günlerde ivme kazandıran hemen her sinemacının oldukça sağlam bir profesyonel geçmişi var.

Tarihi boyunca Cacoyannis’ten Angelopoulos’a yurt dışında tanınanların yanı sıra pek çok ana akım usta sinemacı da yetiştiren Yunan sineması aradığı genç kuşağa bu altyapı sayesinde kavuştu. Bu kavuşma dışarıdan bakınca birdenbire olmuş gibi görünüyor... Oysa kısa ve orta metrajlı filmleriyle Derek Jarman’ın da gözdesi olan Konstantinos Giannaris’in “Apo Tin Akti Tis Polis / Kentin Kıyısından” (1998), Stavros Ioannu’nun “I Klisti Dromi / Kapalı Yollar” (2000) gibi filmleriyle yıllar önce filiz vermiş bir hareket vardı. Ancak mitolojiye ve tragedyaya göndermeler yapan, Angelopoulos etkisinin derinden kendini hissettirdiği ama onun düzeyine ulaşamayan arthouse filmleriyle klip estetiğini kullanan popüler yapımlar dalgakıran misali önlerini kesiyordu.

Yunanistan sinemasında asıl patlamanın bu kriz sırasındaki yaşanan sorunların ardından yapılacak filmlerle yaşanacağı bekleniyor. Yıllar önce Selanik Film Festivali’nde “Sizde ne öyküler var” diyenlere hep aynı cevabı verirdim “İyi ama sizin hiç derdiniz, tasanız yok, rahatınız o kadar yerinde, o kadar refah içindesiniz ki böyle öyküler yaşamıyorsunuz!”

Artık Yunanistan’ın sinemaya aktaracak çok öyküsü var, çok derdi, çok tasası var... Bugünkü başarı böyle bir sinemadan kaynaklanmıyor, çok daha ayrıksı çalışmalar çünkü krizin ürünü değiller, ama sıra ona da gelecektir..


Alin TAŞÇIYAN
atasciyan@stargazete.com
stargazete.com
                                                                                                                                              Alıntıdır....



24 Ekim 2011 Pazartesi

FRANSIZ YENİ DALGA AKIMI


    Fransız sinemasının geleneksel türleri – polisiye,komedi,toplumsal drama, kostümlü filmler v.b-- dönem boyunca gelişmeye devam etmelerine ve bir bütün olarak, diğer Avrupa sinemalarındaki eşdeğerlerinden çok daha iyi durumda kalmalarına rağmen Fransız sinemasındaki en çarpıcı gelişme, özellikle Yeni Dalga yıllarındaki auteur filmlerinin çoğalışıydı.

   Açık sözlü François Truffaut ve Cahiers du cinema'daki arkadaşlarının öncülük ettiği Yeni Dalga, 1950'lerin formülcü ve stüdyo bağımlısı olduğu için kınanan anaakım “kalite geleneği” ne bir tepkiydi. 1959'un başında ilk uzun metrajlı filmlerini piyasaya sürdüklerinde medyanın dikkatini çekip Yeni Dalga'yı başlatan ilk iki Cahier eleştirmeni, Le Beau Serge (Yakışıklı Serge, 1958) ve Les Cousins ( Kuzenler, 1959) ile Claude Chabrol ve Les Quatre cents coups (400 darbe,1959) ile Truffaut'ydu. Onları L'Eau a la bouche (Altı aşık için bir oyun,1959) ile Jacques Doniol-Valcroze ve A bout de souffle ( Breatjless,1959) ile Jean Luc Godard gibi diğer Cahier eleştirmenleri izledi. Cahier yönetmenlerinin bu ilk filmlerinin ortak yanları, anaakım sinemanın “kuralları” na kayıtsız bir yaklaşım, daha serbest bir kurgulama biçimi ve gevşek bir şekilde oluşturulmuş senaryolardı. 1959 ve 1960 yılları, Cahiers grubundan olmayan başka yeni yönetmenlerin ilk ya da ikinci uzun metrajlı filmlerinin, özellikle Alain Resnais'nin Hiroshima mon amour' unun (1959) piyasaya çıkışına da tanıklık etti ve “Yeni Dalga” terimi, çoğu oldukça geleneksel veya (Hiroshima'da olduğu gibi) biçimsel yeniliğe geçişte çok sakin ve bilinçli olmasına rağmen ayrımsız bir biçimde bunların tümünü kapsayacak şekilde kullanıldı.
   
   Claude Chabrol, Yeni Dalga yönetmenlerinin en verimlisiydi ve çoğu psikolojik gerilim türünde bir dizi başarılı filme anaakım sinemaya geçen ilk yönetmendi. İğneleyici nükte parıltılarıyla mayalanan Chabrol'un tür filmleri, onun küçük burjucaziye yönelik alaycı tiksintisini ( La Femme infidele, Sadakatsiz Kadın !968; Les Noces rouges, Kızıl Düğün 1972) ve ister dalavereci ( Violette Noziere, 1977) ister kurban ( Le Bouvher, Kasap 1969) olsunlar, kadınlara sağduyudan yoksun bakışını yansıtır.
 
  Jacques Rivette'ninse, aksine, Cahiers grubunun en verimsiz üyesi olduğu anlaşıldı. Çok uzun ve büyük ölçüde deneysel olan filmleri kurgusal ile belgesel karışımıdır, doğaçlamaya dayanır ve Godard gibi bizi bir anlatı sürecinden çok bir göstergeler sistemi olarak film üzerinde düşünmeye davet ederek, yönetmen ile oyuncu veya sanatçi ile model arasındaki ilişkiyi araştırır.
 
 Cahiers grubunun en yaşlısı Eric Rohmer, filmlerinde sürekli ayırt edilebilir bir kişisel evren oluşturdu. Karakterlerinin, özellikle kadınların, kent ile kır, iş ile tatil, aile ile kişisel bağlılıklar arasında gidip gelen duygularını, cinsel dürtülerini, tereddütlerini ve ahlaki ikilemlerini, Amerika sinemasında hayran olduğu “ ekonomi sanatı” ve “zarif ağırbaşlılık” ve aldatıcı basitlikle inandırıcı bir biçimde betimler. İlk başarısı Ma nuit chez Maud da (Maud'da geçen gecem, 1969) dir. Filmleri çoğunlukla konuşmanın hakim olmasına karşın fazlasıyla sinematografik kalmışlardır.
 
  1973'de Henri Langlois ile birlikte Cinematheque Française'yi kuran Georges Franju, 46 yaşında ilk uzun metrajlı filmi Duvarlara Vurulan Baş'ı (1959) yönetmeden önce birçok dikkate değer belgesel çekmişti. 1960'lar ve 1070'lerin başında, Louis Feuillade' ye övgü niteliğindeki Judex (1963) dahil, başka uzun metrajlı filmlerde yaptı. Hem uzun metrajlı hem de belgesel filmleri, güçlü gerçeküstü tonları bulunan kasvetli, loş bir dünya yaratır, ama yine de belgeselleriyle anılacaktır.
   
   Franju gibi Alain Resnais de belgesel sinemacı olarak işte başlamıştı. 1950'lerdeki dikkate değer kısa filmlerinden bazılarının teması olan geçmiş ile şimdi, bellek ile imgelem arasındaki ilişki, ilk uzun metrajlı filmlerinin bel kemiği olmuştur. Sonraki filmleri, dönemin yeniden inşası hakkındaki Stavisky (1974) ve hipnotik “filme alınmış tiyatro” Melo'dan (1985) inandırıcı bir şekilde söylemsel Mon oncle d'Amerique (1979) kadar konu ve ton açısından büyük bir çeşitlilik gösterir. Filmlerinin ortak yanı, sinemacının ve izleyicinin bilinçdışını araştırmaya yönelik kendini itiraf girişimindeki aşırı biçimsel bit titizliktir.
 
  Agnes Varda yönetmenlik faaliyetlerini oldukça bireysel kimi belgeseller ve uzun metrajlı filmler olarak ikiye ayırmıştı: “Gerçek zaman” da çekilen Cleo de 5 a 7 (1961) ve trajik Sans toit ni loi (Serseri,1985) ; ikisi de feminist konuları tuhaf ve dolambaçlı bir biçimde ele alır. Bunların yalınlığı Le Bonheur (Mutluluk,1964) ve L'Une chante, I'autre pas'nın (Biri Şarkı Söylüyor, Diğeri Değil, 1976) parlaklığıyla karşıtlık oluşturur.
 
 Louis Malle, Cahiers grubuyla çok az ilişkisi olmasına rağmen genellikle Yeni Dalga ile bütünleştirilir. Protean kariyerine Jeanne Moreau'nun kariyerini de başlatan zarif polisiye L'Ascenseur pour l'echafaud (İdam Sehpası,1957) ile başladı. Yine başrolde Moreau'nun oynadığı ikinci filmi Les Amants (Aşıklar,1958) genç bir annenin alaycı sadakatsizliğini anlatıyordu ve o dönem için açık cinsel betimlemeleriyle bir skandala neden oldu. Ve Tanrı Kadını Yarattı gibi Les Amants da genç bir yönetmen tarafından yapılan, tartışma yaratan, yenilikçi ve düşük bütçeli bir filmin gişede başarılı olabileceğini kanıtlayarak Yeni Dalga filmlerinin işini kolaylaştırdı. Malle tabu konulara daima eğilimli oldu. Savaş sırasında Nazilerle işbirliği yapan Fransızlarla ilgili sessizliği de bozdu; işbirlikçileri insan olarak gösteren Lacombe Lucien (1974) için bu dönemi bir arkaplan olarak kullandı.
 
 1958 ile 1962 arasında ilk uzun metrajlı filmlerini yapma şansı bulan doksanyedi yönetmenin çoğu hiçbir başarı elde edemeyip geride bir iz bırakamadan yok olup gitti. Jean-Gabriel Albicocco [La Fille aux yeux d'or (Altın gözlü kız),1960], Jacques Rozier (Adieu Philippine,1962). Alain Jessua (La Vie a l'envers ,1964) ve Henri Colpi (Une aussi longue absence, 1961) gibi bazıları da aslında bir iki filmle anımsanır.
 
 Daha sağlam kariyere sahip yönetmenler arasında Jackques Demy ve Alain Cavalier, belkide en özgünleriydi. Demy'nin Max Ophlus'a hayranlığı, set tasarımına gösterdiği özen ve mizansen'inin müzikselliğinde görülür: İlk uzun metrajlı çıkış filmi Lola (1961) Ophlus' a adanmıştır. Çok tutarlı dünyasının niteliği, bir tür nostaljik melankoli, oyuncu-şarkıcı Yves Montand'ın kendisini oyanadığı son filmi Trois places pour le 26'da (26. için üç koltuk,1988) kendini gösterir.
 
 Ünlü çağdaş romancıların sadece senarist olarak değil yönetmen olarak da işin içine girişleri, o yıllardaki Fransız film kültürünün gücünü göstermekteydi. Yeni roman temsilcisi ve Marienbad' da Geçen Yıl' ın senaristi Alain Robbe-Grillet, doğallıktan yoksun erotizmi sinemacılık kariyerinin laytmotifi haline gelecek L'lmmortelle (1962) ile yönetmenliğe yöneldi. Hiroshima mon amour'un senaristi romancı Marguerite Duras, La Musica (1966) ile modernliği ve özellikle sesle olan deneyciliğiyle öne çıkan sinematografik bir uğraşa başladı. Natüralist olmayışı ve yineleyici açıklamaları kullanışlı, belki de romanın bir araç olarak filme üstünlüğüne inancını yansıtır.

                                                                                                                                   Alıntı