15 Ekim 2012 Pazartesi

Televizyonlar yalnızca ‘mutsuzluk’ dağıtmamalı!


   Uzun süredir çok az televizyon izliyorum, zaten yıllardır toplum olarak hep geren, hep üzücü olaylar yaşadığımız için bir de TV’lerdeki gerilimi taşımak istemediğimden bu.. Hele de siyasi olaylar, kavgalar, devamlı seçim konuşması gibi “her konuyu seçim propagandasına çevirme”ler yetmiyormuş gibi ekranlardan militan havasında beyin yıkayan, kendi meslektaşlarını bile çekiştiren, önüne gelene hakaret eden tipler bana çok itici geliyor.

Her neyse, televizyonların biraz da toplumun ezilen kesimlerine, örneğin yoksul ailelere veya şehit-gazi ailelerine moral vermek, yardım etmek, gençleri doğru yönlendirmek, onlara güzel örnekler sunmak amaçlı kullanılması gerekiyor ama bu yok.. Hep “ihtiyacı olmayan birileri”nin cebini daha da dolduracak, hep aynı kişilere kazanç ve reklam sağlayacak, birbirine benzer programlar sürüp gidiyor. Bakıyorsunuz yeni sezonlarda köklü bir yenilik asla yer almıyor.

Mesela kadın ve çocuklara karşı şiddeti önlemek, onların nasıl korunacağını anlatmak, çözümler üretmek, sokak hayvanlarının kısırlaştırılması ve korunmasını sağlayacak önlemleri anlatmak amaçlı tartışma ve bilgilendirme programları yapılsa ne kadar iyi olurdu.. Kimsenin aklına mı gelmiyor, bir tek sorumluluk duyan mı çıkmıyor yoksa hala “reyting” olsun da ne olursa olsun görüşü mü hakimdir bilmiyorum. Ama üzücü..

BİR HAYALİ GERÇEKLEŞTİRMEK!

Bunları aklıma getiren bana “2006 yılında” gelmiş bir okur mektubu oldu.. Birçok mektubu atmaya kıyamayıp bir kenara ayırmışım, bu nedenle taşınırken kolilerden yüzlerce mail ve mektup çıktı, onları okurken rastladım. Bakın gözyaşlarıyla okuduğum mektup ne diyor:

“Merhaba Ruhat Hanım,

Yıllar önce yaptığınız bir TV programı vardı, size başvuranların bir hayalini gerçekleştiriyordunuz. Adapazarı Kasımpaşa’nın bir köyünden bir genç kız başvurmuştu size.. Anne ve babasını çok küçükken kaybetmiş, büyükanne ve büyükbabasıyla köyde yaşayan ve şehirde lise öğrenimine devam eden..

Onun hayali, emeklerinin karşılığı olarak o yaşlı insanları ‘ömürlerinde ilk kez yapacak oldukları’ bir tatile göndermekti ve siz bunu gerçekleştirmiştiniz.. Bu belki de onun ilk mutluluğuydu. Sonra Adapazarı’nın tanınan ve sevilen bir genciyle güzel bir evlilik yaptı, tam gerçekten mutlu olmaya başlamıştı ki; 17 Ağustos depreminde eşiyle birlikte hayatını kaybetti..

Bunları sizi üzmek için yazmıyorum, neden yazdığımı ise inanın bilmiyorum.. Emin olduğum tek şey, tatildeki görüntülerinde gözlerinin sevinç-le parladığı.. Sizin sayenizde.. Sevgilerimle..”

EN DEĞERLİ ÖDÜL!

Suzan Yazıcı tarafından yazılmış olan ve belki de istememe rağmen zamanında cevaplayamadığım bu mektup gazetecilik-televizyonculuk yaşamım boyunca aldığım en güzel, en değerli ödüllerden biridir.. Ne mutlu bana ki sadece “program yapmış olmak” için değil, aynı zamanda imkansız, çaresiz insanlara yardımı düşünerek de çalışmışım. O program bir İzmir Televizyonu yapımı olan ve ünlü sinema yönetmeni Ülkü Erakalın’la beraber oluşturduğumuz “Bir Dilek Tut” idi (Erakalın ne başarılı bir TV program yönetmenidir aynı zamanda) ve her hafta yüzlerce mektup arasından piyango gibi çekerek bir dileği gerçekleştiriyorduk. İstanbul üzerinde helikopterle dolaştırdığımız, tek dileği bu olan yaşlı teyzeler, uzun süredir ayrı kaldığı askerdeki nişanlısını görmek isteyen genç kızlar bile çıkmıştı.

Daha sonra aynı isimle benzerleri denendi, belki onlar da çok kişiyi mutlu ettiler ve sonuçta bir program ne kadar mutluluk yarattı. Şu anda bu çizgide bir program var mı bilmiyorum ama yoksa “Bir Dilek Tut” yeniden yapılabilir ve büyük ilgiyle izlenir. Şu ekranların doğru, insanlar yararına kullanılmasının ne kadar önemli olduğunu yukarıdaki mektup açıkça anlatmıyor mu?

*****


Barzani’nin ‘barışçıl çözüm’ü!

Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani “Demokratik ve barışçıl mücadele için Türkiye, İran ve Irak’taki Kürt grupları silah bırakmaya” çağırmış. “Aksi halde uluslar arası kamuoyu desteği alamayız” demiş. İnanın güldürü gibi, milleti aptal, bir kendini akıllı sanıyor bunlar zahir. Adı üstünde sen örneğin “Kuzey Irak’taki Kürtlerin başı”sın.. İran ve Suriye’dekilerle de bir o kadar yakınsın.. Türkiye’dekilerle de.. Ama burada “silahlı gruplar”dan söz edildiğine göre çağrının muhatabı “PKK ile kolları, uzantıları”.. Ve sen “4 ülkede Kürdistan’ı kurma amacıyla” terör saldırıları yaptığını söyleyen bir örgüte, örneğin “Kuzey Irak’tan Türkiye’ye” her girişinde onlarca askeri, polisi katleden PKK’ya “Kürdistan’ı kurmak için uluslar arası destek alamamaktan” dem vuruyorsun.

TAM AKSİ OLUYOR

Peki hepsine çok kolay ulaşabilmene rağmen; direkt yüzlerine konuşarak kendilerini silah bırakmaya ikna etmek yerine neden her seferinde “dünyaya açık bir çağrı” yolunu seçiyorsun? Türk Hükümeti senden medet umuyor, Türkiye’de “seninle gurur duyduklarını” söyleyenler çıkıyor diye mi?

Aynı çağrıyı en yakın zaman olarak Haziran’da da yapmış Barzani.. O günden beri PKK terörü azdı, kat kat arttı, Güneydoğu’da birçok yer savaş alanına döndü.. Demek ki çağrılar tam tersi etki yapıyor..

Nedense BDP de, Barzani de “barış”ı, “barışcıl çözüm”ü andıkça “savaş” çıkıyor arkasından.. Nedir sırrı açıklasalar bari!


rmengi@gazetevatan.com
Ruhat Mengi

kaynak: gazetevatan.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın