21 Mart 2012 Çarşamba

Türk sineması, ‘fantastik’e yer aç!


Kerem Akça, bu hafta vizyona giren filmleri değerlendirdi
Bizde Hollywood’dan kopya ucuz örneklerle yürümesine alışık olduğumuz bir alan fantastik. Bu da ister istemez “SuperTürk” isimli “Superman” referanslı bir süper kahraman filmini ilk gördüğünüzde ayaklarınızın geri geri gitmesine yol açıyor. Ancak eğer 2000’lerde bizim popüler sinemamızın yükselişini 70’ler Hollywood’una benzetirsek “SüperTürk”ün o zamanın “Superman”inin işlevini üstlenecek bir ‘A sınıf’ düşünceye sahip olduğu kesin. Zira Digiflame’in efektleri o kadar keskin ve tavizsiz ki bizde bir ‘yol haritası’na ihtiyacı olan ‘fantastik’i o ‘yönelim’e adamakıllı sokuyor. Filmin durum komedisi yaratamama, dramatik omurgasız kalma, belli oyunculardan sıkıntı çekme ve TV estetiğini çok aşamama gibi sorunları olsa da bu profesyonellik bazı şeyleri kalkındırmaya fazlasıyla yetiyor. “SüperTürk”, en azından fantastikte bizim sinemamız için bir şeylerin başlangıcı olabilir.

Türk sinemasının erken döneminde, Hollywood ürünlerinden kopya olsun veya olmasın farketmeksizin bir şekilde ‘süper kahraman filmleri’nin ulusallaştırıldığını biliriz. Bunların fazlasıyla ‘kült’ kategorisinde ürünlere dönüşmesi de “Dünyayı Kurtaran Adam” (1982) örneği başta olmak üzere bu konuda ‘yurt dışına açılma’, ‘şan-şöhret sahibi olma’ ve ‘üçüncü dünya ülkesine dönüşme’ gibi şeyler faaliyete geçmiştir. Ancak özellikle ‘fantastik’ alanının o eserin 2006 tarihli devam filmi ve “Nekrüt” (2008) de dahil olmak üzere son dönemde dahi ucuz efektler, setler, dekorasyon, kostümler, işlenmemiş çiğ görüntüler ve aksesuarlarla sarıldığı apaçık ortada.


Bizim “Superman”imiz olursa böylesi alaycı olmalıydı
Bunun yanında türün ‘fantastik-komedi’ yaygınlığıyla artan ürün adedinin bir dışavurumunu da izlemeye başladık şimdilerde. Nihayetinde buradan çıkaracağımız sonuç, tarihi-epiğin, korkunun yaptığını bilimkurgu ve fantastiğin içinde de ‘A sınıf’ örneklerde görmek için ‘aç’ olduğumuz gerçeği. Beklenmeyen bir şekilde “SüperTürk” (2012) bu göreve soyunmuş kültürel bir süper kahraman filmi olarak çıkageliyor. Yönetmenlik koltuğunda Tamer Karadağlı’yı veya yapımcılık işinde bilinmeyen bir ismi görünce şaşırıp geri çekileyim demeyin!
Zira Digiflame’in daha önce “Pak Panter” (2010), “Kutsal Damacana: Dracoola” (2011) ve “Ya Sonra”da (2011) gördüğümüz ‘efektleri geliştirme olgunluğu’nun burada bizim için bir hayli önemli noktaya taşındığı açık. Bu durumun sonucunda da tepeden tırnağa kendi “Süperman”imiz (“Superman”, 1978) diyebileceğimiz bir ürünle karşılaşıyoruz. Elbette bahsettiğimiz düşünce yapısı, onun bize uygun ‘alaycı’ versiyonuyla taçlandırılmış. “SüperTürk”ü izlerken uçma sahnelerindeki keskin arka planlardan çoğu anı ‘detay plan’ zekasıyla halletmeye, hatta ve hatta ‘gözden çıkan farklı renkli ışınların paleti’ne kadar bir emek görmek mümkün.


Ulusal fantastiğin A sınıfına sıçradığı film
Belli ki filmin prodüksiyonunu üstlenen İz Prodüksiyon bu konuda fazlaca uğraşıp son zamanlarda artan kaliteyi ‘fantastik’ alanında da yürürlüğe koymuş. Bu durum filmin 1.85:1 oranında gerçek anlamda sözünü ettiğimiz düşünceyi taşıyan A tipi görsel efektlerle ilerlemesine alan açmış. Bizim için bir ilki gerçekleştirerek, şimdiye kadar gördüğümüz çöp ve B sınıfı yapıtların yanında belli bir kalibreye ulaşmasını sağlamış.
Aslında bunu becerirken biraz projenin oluşturulma aşamasındaki doğruluğun da payı var. Zira bizim artık bıktığımız bir şeyleri kopyalayarak kültürel yapıya uyduramama ve trajik durma zaafı “SüperTürk”ün yapısına asla sirayet etmemiş. “Superman”in dönemindeki daha yapay efektlerin üzerine çıkılırken Kripton dışında herhangi bir ‘somut gönderme’ kullanılmaması da sanki Tamer Karadağlı’nın TV kimliğinden bildiğimiz vodvil, fars ve durum komedisi kavramlarıyla yüzleşmemize olanak tanımış gibi.


Kaliteli oyuncular ve mizah yaratamayan bir senaryo
Belli ki “SüperTürk”, yönetmeni ve senaristi arka plana iten bir film olmayı amaçlamış. Bu doğrultuda da TV ekranına uygun, kısmen eğitimli ve yetenekli oyunculardan BKM kıvamında bir kadro çıkarmayı seçmiş. Buket Dereoğlu, Necmi Yapıcı, Arzu Balkan, Murat Serezli, Cem Emüler ve Atilla Arcan’ın ‘yan karakterler’deki işlevleriyle de asla ‘belden aşağı espriler’e sapmayan bir ‘aile komedisi’ olmayı kafaya koymuş.
Bu doğrultuda filmin içine düştüğü sıkıntı ise senaryoyu yapımcısının eline teslim eden bir ‘pazarlama stratejisi’nin oyununa gelmesi. Zira İzlen Erdem, bizde fazlaca ismin becerebileceği ‘diyalog yazarak durum komedisi yaratma’yı nedense yerine getirememiş. Gani Müjde, Birol Güven, Yılmaz Okumuş gibi senaristler kadar keskin virajlar alamamış. Örneğin ‘gözünden ışın çıkan insan resminin etrafındaki adamlar’ gibi durumları değerlendirip diyalog ve karakter yetkinliğiyle ‘eğlenceli sonuç’a dönüştürememiş. Tabiri caizse komedide şart olan nokta atışı sayısını asgaride tutmuş.


Büyük hedefleri yok, samimi Yeşilçam komedisi olmak istiyor
Sadece belli anlarda Tamer Karadağlı’nın zekası, efektler veya görsel espri (bütün dünyadaki TV kanallarındaki haberin döndüğü sahne gibi) öne çıkınca “SüperTürk”ün mizah seviyesi ‘tek tük’ yükselmiş. Bu da süper kahraman filmi komedisine zarar verdiği gibi, yönetmenin Tamer Karadağlı olmasının da katkısıyla Cem Yılmaz gibi okları ‘parodi’ye çevirecek bir yeteneğe ihtiyaç duymuş. Bu süreç eldeki eserin çok yukarılarda bir yeri bırakın, diyalog becerisiz, dramatik iskeletsiz, sahne akışsız bir şekilde ‘rastgele’ ilerlemesini ve birazcık Yılmaz Erdoğan’ın “Organize İşler”inin (2006) görgüsüzlüğünü hatırlatmasını sağlamış.
Buna neyse ki yer yer kurgucunun ve görsel efektlerin yavaş çekimli taş çalma sahnesi, reklam sahnesi gibi eğlencelik anlarla sarılması eklemlenmiş. Film de nihayetinde efektlerden anlaşılacağı gibi bir Hollywood seyirliğinden ziyade TV estetiğine yakın bir Yeşilçam samimiyeti depolar hale gelmiş. Ancak bizim de bazen ‘kopya-yama’ duruşlardan ziyade ayağında arkasına basılmış ayakkabısıyla dolaşan bir süper kahraman mizacına ihtiyacımız yok mu zaten? İşte “SüperTürk” de bu kültürel zekayla “Recep İvedik” (2008) ve “Sümela’nın Şifresi: Temel”in (2011) yamacına ‘Yeşilçam etkili komedi filmi’ olarak yanaşırken efektler açısından da rakipsiz bir süper kahraman filmine dönüşmüş. Ulusal fantastiğin içinde kendine özel bir yer açmış.
FİLMİN NOTU: 4
Künye:
SüperTürk
Yönetmen: Tamer Karadağlı
Oyuncular: Tamer Karadağlı, Arzu Balkan, Suna Keskin, Atilla Arcan, Buket Dereoğlu, Necmi Yapıcı, Cem Emüler, Murat Serezli
Süre: 100 dk.
Yapım yılı: 2012

TÜRK İŞİ ‘ÇIPLAK SİLAH’
Cem Yılmaz’ın Hollywood ile kafa bulan mizah anlayışının devamında fazlaca parodi filmi görmemiz sevindirici. “Patlak Sokaklar: Gerzomat” da Batesmotelpro adlı internette doğan bir ekibin ilk sinema temsilini hakkıyla yerine getirirken, bize ters, aykırı, absürt, garip, uçarı, özgün ve dinamik bir mizah anlayışını Türkiye’ye armağan ediyor. Cem Yılmaz için Mel Brooks benzetmesi yaparsak onun ardından üreyen ZAZ ekibinin de Batesmotelpro’nun kaynağı olduğu söylenebilir. “Patlak Sokaklar: Gerzomat”, alaycı tavrıyla Amerikan popüler kültüründen bizim arabesk ve maço kültürümüze uzanan bir çerçeveyi postmodern bir omurgaya yerleştirmeyi iyi becerirken, sadece ‘kaçırılan Türkçe dublaj’ meseleli zeki altyapısıyla dahi izlenmeyi hak ediyor. Yetkinliği, evrenselliği ve üç boyutluluğu ile 2000’lerin en iyi yerli komedi filmlerinin arasında üst sıralara yerleşmesi bir tarafa, aynı zamanda Türk sinemasının ‘Çıplak Silah’a kültürel cevabı olarak da iz bırakacak bir eser bu. 'Patlak Sokaklar' markası sinema ekranında da kısa sürede fenomene dönüşürse şaşırmayalım.
Eski Sadri Alışık filmleri ile Gani Müjde’nin kaleminden çıkan “Arabesk” (1989) ve “Kahpe Bizans”ın (2000) geleneklerini saymazsak, Türkiye’de güncel ‘parodi’ kültürünün Cem Yılmaz’ın koyduğu ‘Hollywood’ hedefinden beslendiği açık. Bunun ışığında kaliteli komedi denemelerinin artması şaşırtıcı değil. “Patlak Sokaklar: Gerzomat” (2012) da belli ki BKM Mutfak’ın ardından Batesmotelpro adlı bir başka ‘ekip’in daha sinemaya girişini müjdeliyor. Ancak elbette değerlendirmemizi bu ikisinin arasındaki farkları unutmadan sürdürmeliyiz.


Türkiye’nin ZAZ ekibi diyebiliriz
İlk ayrışma, bunlardan birincisinin ‘tiyatro’dan, ikincisinin ‘internet’ kanalıyla sinemaya sızmasıyla yaşanıyor. İkincisi ise elbette BKM Mutfak ekibinin ‘Monty Python’ın skeç ve serbestlik odaklı absürt mizah anlayışına daha yakın dururken, Batesmotelpro’nun ZAZ ekibinin komedi inanışlarını yerine getirmek için çaba sarfetmesiyle ortaya çıkıyor. Bu doğrultuda da 80’lerin Amerikan popüler kültürünü çerçevesine alıp onu bizim arabesk ve maço kültürümüzle bitiştiren bir ‘postmodern’ evrene açıldığı şüphesiz. En azından ‘Patlak Sokaklar’ ürünü için bu durum geçerli.
Tansu Tunçel, Ömür Cedimağar ve Volkan Öğe’nin güç verdiği Batesmotelpro, ‘Bana Kitap Al’ ve ‘Sütü Seven Kamyoncu’ adlı interaktif serilerle doğmuş bir ekip. Bunun için olumlu şeyler söylemek mümkün. Zira internetteki videolara baktığımızda bir ‘kalitesizlik’ görmek zorunda kalmıyoruz. “Patlak Sokaklar: Gerzomat” ise bu üçlünün 2011’de internette, YouTube üzerinde patlayan son polisiye dizisinin sinema versiyonuna uzanıyor.


Film bütünü için ANS doğru adımlar atmış
Yani ABD’de komedide Saturday Night Live sayesinde veya tiyatro gruplarıyla atılım yapmanın ‘bize uygun’ versiyonu etkisini yavaş yavaş hissettiriyor. Bu sayede stand-up komedyenliğin çok ötesinde bir ‘an-sahne canlandırma’nın karşılığını görebiliyoruz. Bu da sinemamıza olumlu yansıyor elbette. Zira ZAZ ekibinin Mel Brooks kaynağındaki ‘parodi’yi, daha absürt öğelerle, görsel esprilerle ve dördüncü duvarla oynayan bir duruşla sarsıp yeni jenerasyona uygun ve dinamik hale getirme anlayışı burada da var. Onların Kentucky Fried Tiyatrosu adlı grubundan ilk çıkan filmdeki ‘skeç’ kıstası ise internet videolarında canlandırılmış.
Nihayetinde karşımızda duran A’dan Z’ye bütün öğeleriyle üzerinde uğraşılmış bir sinema filmi. Abdullah Oğuz’un yapıtlarından ana akım anlatıya hakimiyetini bildiğimiz kurgucu Levent Çelebi ile sektörde HD yetisiyle dikkat çeken Ulaş Zeybek’in görüntülerinin de bir ‘kalite’ getirdiği kesin. Ancak esas amaç bir polisiye ya da dedektiflik hikayesinin üzerine giderken, alaycı, hicve kayan bir yol izlemek, bütün hakim kalıpları bozarak yeniden inşa etmek.


Amerikan ve Türk kültürünün yapma halini taşlamak için zeki hamleleri var
Bu sayede ZAZ ekibinin TV’deki ‘Police Squad’ dizisinin sinema uyarlaması olan ‘Çıplak Silah’ (‘Naked Gun’) serisinin bir Türk versiyonu ile yüzleşmemiz zor olmuyor. “Patlak Sokaklar: Gerzomat”ın esas özgünlüğü ise bütün karakterleri ‘yapay Türkçe dublaj’ ile konuşulan Amerikan filmlerinin içine yerleştiren bir ses skalasına sahip olmasında yatıyor. Üstüne üstlük seslendirmek sanatçıları da dönemin o sert ve dolgun tonlu TV dublajı sanatçılarından seçilmiş. Böylece Woody Allen’ın ilk filmi “Ne Haber, Kaptan Lily?”de (“What’s Up, Tiger Lily?”, 1966) gördüğümüz, bilinmeyen bir Japon filminde oyuncuların ağzına yapay İngilizce dublajla ‘uyum sağlama’ mizahının bir benzeri parodi inşaasına dahil edilmiş.
Film de zaten bu durumu en az Judd Apatow’u piyasaya sokan “Kaza Kurşunu” (“Knocked Up”, 2006) kadar dinamik ve capcanlı bir komedi evreniyle harmanlıyor. Bizim ‘yapma’ duran tavırlarımızı, sinema dilimizi, bakış açımızı ve daha nicesini taşlamaya çabalıyor. Bu duruma bir süre adapte olamasanız da sözünü ettiğimiz mizah anlayışı etrafınızı sardı mı, perdenin önünde koşuşturan ‘absürt’ karakterlerin ciddiyetsizliğine ve hedefi tam on ikiden vuran esprilere tav oluyorsunuz.
Kerim Barutçu’nun yönetmenlik koltuğunda ‘açılış sekansı’ çekememe gibi zaafları bir kenara belli düzeydeki ‘kalite’ katkısının yanında sanat yönetimi, aksesuar ve kostüm kullanımı da; Mike Myers’ın ‘Avanak Ajan’ (‘Austin Powers’) serisinin aykırı devrimciliğini akla getiriyor. Yönetmenlik konusunda ise bir arka plan zekası ve detay kullanımı dikkat çekerken, objektif yerleştirerek espri alma gibi ‘yaratıcı görsel hınzırlıklar’ aktif hale geliyor.


Adeta ekip komedisinin tanımını yapıyor
Bu hışımdan geri dönüş alan filmler arasında “Staying Alive” (1983), “Kırmızılı Kadın” (“The Woman in Red”, 1984), “Garip Doktor” (“Dr. Strangelove”, 1964) ve “Cehennem Silahı” (“Lethan Weapon”, 1987) en çok öne çıkanlar. Ama ‘Hot Shots’ ve ‘Çıplak Silah’ serileri gibi ZAZ imzalı ürünlerin Türk versiyonunu üretme düşüncesi de fazlaca göze çarpıyor. Görsel referanslar o eserlerin belli sahnelerini bize uygun atmosferlerde canlandırırken, Leslie Nielsen’in yüz ifadesi ve oyunculuk geleneğinin sanki bütün oyunculara salgıladığı ‘yapay’lık bir vizyon getiriyor.
Westernden aksiyona, iki kafadar filminden politik taşlamaya her şey bir ‘malzeme’ye dönüşüyor. Elbette ‘Kara Şimşek’ gibi diziler ve efsanevi müziklerin sadece giriş ezgisiyle katkı sağladığı alet edevat, apaçiye Türk yorumu, at yarışı gibi beyzbol maçı anlatımı, prezervatif gerzomatlığı gibi ‘ufuk açacak keşifler’ unutulmamalı. “Patlak Sokaklar: Gerzomat”, dinamizmi, ZAZ ekibinin yanına ulaşan mizah anlayışı ve sınır tanımayan uçarılığıyla herkesi ekrana ‘ekip komedisi budur!’ haykırışıyla bağlıyor. ‘Gerzomat’ fikrinin bizi götürdüğü diyarlarda fazla kahkahadan daralıp nefes zorluğu çekebilirsiniz, uyaralım!
FİLMİN NOTU: 6.5
Künye:
Patlak Sokaklar: Gerzomat
Yönetmen: Kerim Barutçu
Oyuncular: Ömür Cedimağar, Tansu Tunçel, Vokan Öğe, Kubilay Tunçer, Selin Demiratar, Doğa Rutkay, Bülent Serttaş
Süre: 93 dk.
Yapım yılı: 2012

BÜYÜK OYNAYAN KÜÇÜK GANGSTER FİLMİ
Çok fazla önemli festivali dolaşmayan ve sadece üç ülkede vizyona giren İzlanda filmi “Reykjavik-Rotterdam”’ın 2012 tarihli ABD yeniden çevrimi ile karşı karşıyayız. Ancak halihazırdaki ürün, ‘gangster filmi’ alanında bir türlü ‘gerekli bütün’ün parçalarını birleştirememiş. Filmin yönetmenlik koltuğuna Baltasar Kormákur’un oturması ise, ‘karakter draması’ odaklı zemine sahip işçiliğin yüksek ‘kurgu’ zaaflarıyla donatılıp Türk filmlerini aratmayan ‘tür sinemasına uygunsuzluk’la sarılmasını tetiklemiş. “Son Vurgun”, karaktersizlikten, dramatik çatısızlıktan, aksiyon yaratamamaktan, tempo kavramına hakimiyetsizlikten ve özellikle de ‘ahlaken batmış, ikiyüzlü tipler var, bunlar yeterli’ düşüncesini karton yetilerle perdeye aktarma düşüncesinden zarar görmüş.
Sıradan insanların ‘gangster’ dünyasına girmesiyle ilgilenen filmleri 90’lardan beri çokça izledik. Ancak bunların esasen Danny Boyle ve Guy Ritchie imzalı İngiliz kara komedilerinde daha aktif rol oynadığına, Nicolas Winding Refn’in filmlerinde ise ‘kan’a bulandığına tanıklık ettik. 10 senedir ‘popüler sinema’ya ve ‘klasik anlatı’ya hayranlığından bahsedilebilecek İzlanadalı Baltasar Kormákur burada ilk kez safkan bir stüdyo filmine çekmeye soyunmuş.


Amerikan ana akım sinemasının akışını kaldırabilecek bir kurgusu yok
Belli ki iki ‘kasaba filmi’ ile başlayan ve samimi İzlanda görüntülerinden beslenen işlerinin yanında polisiye ve kara film alanında ‘karakter’ yaratma, ‘hikaye albenisi’ dokuma gibi sıkıntılar çeken yönetmen “Son Vurgun”da (“Contraband”, 2012) bu zaafı yüzde yüz oranında yaşamış. 2.35:1’de el kamerasıyla çekilen eserin Barry Ackroyd gibi bu konuda güncel dönemdeki sıçramayı kaldırabilecek bir görüntü yönetmeninin katkısıyla renklere hakimiyet salgıladığı, ‘piksel patlaması’ yaşamadığı kesin.
Ancak Kormákur’un ülkesinden beri yanından tuttuğu ve ‘karakter draması’ düşüncesine yakın bilince sahip kurgucusu İzlandalı Elísabet Ronaldsdóttir’in varlığı filmin sonunu hazırlamış. Zira açılış sekansından itibaren kameranın serbest dolaşımına ayak uyduramayan, çatışma sahnesinden araba kovalamaca sahnesine, ev sahnelerinden kaçakçılık planı sahnelerine kadar bunların parçalarını bir araya getirmekte sıkıntı çeken bir kurgucu var. Paralel kurgu, montaj sekans, ara plan gibi ana akım sinemanın şart ‘anlatı teknikleri’ de bu sayede yerle bir edilmiş.


Hollywood’a uygun bir gangster hikayesi değil
Bu da filmin görsel yapısının ‘kurgu’ ağında ‘sakil’ bir hissiyat bırakıp, sadece görüntü yönetmeninin ‘dolgun renk’ yeterliliği ile kalite aşılamasını sağlamış ve ‘aksiyon filmi’ üretme düşüncesini engellemiş. “Son Vurgun” belli ki küçük gangsterler üzerine küçük bir film olacakken Mark Wahlberg, Kate Beckinsale ve Giovanni Ribisi gibilerinin katkısıyla ‘büyük’ oynama derdine düşmüş. Böyle olunca da el kamerasının üzerinden kurgu ile ‘tempo’ yaratma gibi geçen ay izlediğimiz “Düşmanı Korurken”de (“Safe House”, 2012) hakim anlatıya kavuşturulan bir düşünceyi elinin tersiyle itmiş.
Bu durum eldeki eserin fazlasıyla kaçakçılık meselesinin izini sürerken suçlulardan karakter yaratamaması bir tarafa arkada unutulmuş Kate Bekinsale’e ‘ölüm’lerden ölüm beğendiren tavrıyla da adeta öteki dünyadan seslenmesine yol açmış. “Son Vurgun”, kelimenin tam anlamıyla tonu tutmamış, popüler sinema ürünü bütününün vasıflarını yerine getiremeyen bir yapıt. Kurgucu veya yönetmen değişikliğiyle kalıbına uygun bir ‘küçük gangster filmi’ olabilirmiş belki. Ancak eldeki bütünü etkisi altına alan ahlaki mücadele, bu haliyle hiç de ABD zeminine uydurulamamış bu 2008 tarihli çok bilinmeyen İzlanda filminin uyarlamasında.
FİLMİN NOTU: 3.1
Künye:
Son Vurgun (Contraband)
Yönetmen: Baltasar Kormákur
Oyuncular: Mark Wahlberg, Kate Beckinsale, Giovanni Ribisi, Ben Foster, Lukas Haas
Süre: 109 dk.
Yapım yılı: 2011

‘SIĞINAK’I KAPAT, YOLA DEVAM!
“Kızıl Çöl”de uygulandığını gördüğümüz ‘anti-felaket filmi’ konsepti son 10 senede “Wonderful Town” ve “Pus” gibi başarılı örnekler verdi. “Sığınak” da bunların arasına girmek isterken ABD’nin alt-orta sınıfına mensup sıradan bir aile babasının şizofrenik dünyasına bu tabanı uygun bulmuş. Jeff Nichols’ın Antonioni’vari yaklaşımıyla, Michael Shannon’ın ise adeta ‘bir gözü açık diğer gözü daha çok açık’ performansıyla perdeyi esir aldığı, yer yer kalp çarpıntısı yaratan bir ilk film var karşımızda.
Bir ay önce Türkiye prömiyerinin !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nde yapılmasını fırsat bilerek kaleme aldığım “Sığınak”, bu hafta vizyona giriyor. 16 Şubat tarihli yazımı okumak için şu linke tıklayın: 'Sığınak'ı kapat, yola devam!
FİLMİN NOTU: 6.4
Künye:
Sığınak (Take Shelter)
Yönetmen: Jeff Nichols
Oyuncular: Michael Shannon, Jessica Chastain, Shea Whigham, Katy Mixon, Tova Stewart
Süre: 120 dk.
Yapım yılı: 2011

kaynak: haberturk.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın