Sinema ile ilgili değerlendirmeler yapılırken bana hep çok ilginç gelen bir şeyle karşılaşmışımdır. Eğer sektörün doğrudan içinde değilse, insanlar sinema değerlendirmesi yaparken televizyon dizilerinden örnekler veriyor. Ve tahmin edileceği üzere bu tip örneklendirmeler karşısında bütün argümanlarınız boşa çıkıyor. Bir dönem iyi bir dizi izleyicisi olsam da son zamanlarda bir istisna dışında dizi izlemediğimden, susmaya mahkum kalıyorum. "Dizi ile sinemanın ne alakası var kardeşim" de diyemiyorsunuz. Çünkü, tartışmaya başladığınız nokta bitişini belirler. Böyle bir merkezden çıkılan yolun sonu pek aydınlık değil.
Sinema filmleri ile dizi filmlerin birbiriyle kıyaslanmaması gerektiğini söylesem de meselenin bir de farklı bir boyutu var. Birbirini ikame eden taraflara sahip, iki alan.
Hep söylenir/sorulur; neden eskisi gibi Yeşilçam filmleri (dram ve melodramlar) çekilmiyor? Cevap çok açık; diziler o işlevi görüyor da ondan.
Sinematografik olarak standartlara uygun, endüstriyel sinemanın argümanlarıyla görüntüleri filme alan, hatta standartların altında görsellikle/işitsellikle dizi yayınlanınca, izleyicinin gişede muadili bir iş aramasına da gerek kalmadı.
Diziler, her gün "iki film birden" kuşağı tarzında, dört saat boyunca izleyiciyi ekrana davet ediyor. Bölümlerin 90-120 dakika arasında değiştiğini düşünürsek, her hafta bir sinema filmi çekildiğini söyleyebiliriz (niceliksel olarak, dizilerin haftada bir yayınlandığını düşünürsek; günlük işler de çoğalmaya başladı).
Ağlamaklı, gülmekli, eğlenmekli ve sairli 'eser' arayışında olan izleyici, aradığını televizyonda buluyor. Sinemada bir arayışa girmesine gerek kalmıyor. Aynı şekilde artık Tv dizilerinde aksiyon sahnelerinin de var olmasıyla birlikte, izleyicinin sinemadan beklentisi çok çok az oluyor.
Ülkemizde 'en çok izlenen filmler' kategorisine giren eserlere bakacak olursanız; ya televizyonda benzeri olmayan komediler (Cem Yılmaz ürünleri gibi) veya televizyondan doğup da sinemaya yatay geçiş yapan drama/aksiyonlar (Kurtlar Vadisi, Recep İvedik ya da Asmalı Konak Hayat) listede yer alıyor.
Ve son dönemde bazı Tv dizileri o kadar iyi çekiliyor ki (sadece bir dizi izliyorum fekat gözlem yapma konusunda sıkıntım yok), beyaz perdeye çıkan birçok eserden daha iyi reji ve sinematografiye sahip. Bunun bir getirisi (ya da götürüsü) olarak insanlar sinemadan çok şey beklememeye başlıyor. Ve yine bu bağlamda sinema eserlerinin 'daha özel olma' zorunluluğu doğuyor.
Sinemamıza baktığımızdaysa bu getiri-götürü dengesinin/döngüsünün farkındalığının düşük olduğunu görüyoruz. Bazı sinema eserleri, birçok Tv dizisinin -her bakımdan- çok gerisinde. Ve sinemada tutan bir şeyin dizi projesi hemen masaya geliyor. Ve -son dönemde daha sık gördüğümüz haliyle- Tv'de tutulan bir işin sinema projesi hemen hayata geçiriliyor.
Son olarak Behzat Ç. örneğinde gördüğümüz gibi, dizi halinde belli bir standardı yakalayan işler, beyaz perdeye çıktığında umduğunu bulamıyor, çünkü umulanı veremiyor. Behzat Ç. zaten Tv'de bir sinema eseri tadıyla boy gösteriyordu. O durumda sinema filmi çekilince, 'beyaz perdede bir bölüm dizi' izlemekten öteye gidemedik.
Bu tabloya bakıldığında elbette sinemacılara büyük görev düşüyor. Tv karşısında yenilmek istemiyorsanız, özgün eserler ortaya koyacaksınız.
Aslına bakarsanız sinemayı sinema yapan 'ana unsurlar'a riayet edilse ve 'sanat' olan yanına önem verilse, Tv dizileri gibi bir etken söz konusu olmayacak. Çünkü sanat, Tv'de tüketilmek için çok lüks bir 'gıda'. Sanatın tüketicisi ayrıdır. Sanatın tüketicisi, hayatı tüketmeyen; yaşayandır.
Sinemamızın, sinema olabilmesi için de bize 'tüketilecek' değil, 'gıda' olacak eserler lazımgelir.
Abdulhamit Güler - Haber 7
abdulhamitguler@gmail.com
http://twitter.com/_hayirlisi_
haber7.com
Alıntıdır....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın