30 Ocak 2012 Pazartesi

Artist filminin yönetmen Michel Hazanavicius ile röportaj


Şöhrete kavuşunca ilgiden başınız dönüyor
Hollywood'un altın çağına, 'sessiz' bir selam gönderen Artist filmi, 10 dalda Oscar'a aday gösterildi. Fransız yönetmen Michel Hazanavicius, filminde aşkın iyileştirici gücünü vurgulayan nostaljik bir peri masalı anlattığını söylüyor

Sessiz sinema starlığının keyfini sürerken, 'konuşmalı' filmlere ayak sürüdüğü için gözden düşen yakışıklı bir aktör, sevimli köpeği ve nihayetinde aşkın ve bir kadının her şeye kadir olduğuna dair iç ısıtan bir öykü... Bu hafta vizyona giren Artist, Altın Küre dahil muhtelif ödülleri silip süpürdükten sonra şimdi tam 10 dalda Oscar adayı! Hollywood'ın 'altın çağı'na olan sevgisini tam da 'sessiz film' üslubuyla gösteren Artist, döneme şahane bir selam çakıyor. Filmin yönetmeni Michel Hazanavicius ile başrol oyuncusu Jean Dujardin, SABAH Pazar'a konuştu.

- James Bond gibi 1960'ların casus filmleri parodisi olan OSS 117 maceralarıyla ülkenizde şan, şöhret ve para kazandınız. Bu kez neden sessiz film? 
- Aklımda yıllardır vardı. Önce sadece o döneme dair bir film yapacaktım, derken 'Neden tamamen sessiz bir film olmasın ki,' dedim. Ama açıkçası başta arkadaşlarıma ve yapımcıma söylediğimde 'Boşver, olmaz bu iş, kimse ilgi göstermez' dediler. Sonunda para bulmayı başardık. Yapımcıma çok şey borçluyum.Hollywood'da çektik ama organizasyonu Fransızlar yaptığı için sette özgürdüm. Avrupa'da yönetmen kraldır, malum.

- Bir Fransız olarak Hollywood'un geçmişine ve mirasına el atıp başaramamaktan korktunuz mu?
- Bu sevgiyle ve uzun matematik hesaplarıyla ortaya çıkmış bir film. Her filme başlarken olduğu kadar gerilim yaşadım elbette. Ama senaryoma çok güvendim ve nasıl bir duygu yaratmak istediğim zaten kafamdaydı. Aşk evrenseldir, entrika da öyle. Şöhretin keyfini sürmek hoş ama çoğu oyuncu aslında güvensizdir. Hani Hollywood'da hep söylenir 'Neler başarırsan başar, maalesef en son filminin başarısı kadarsındır.' Oyuncu hem kendini yönetmene teslim etmek zorunluluğundan hem de bir sonraki rolünde ne derece başarılı olabileceği konusunda endişeler yaşar.

- Bir Yıldız Doğuyor filminin öyküsünü yeniden yorumlamışsınız. Yaşlanmakta olan bir aktör ve yükselişe geçen bir aktris; size cazip gelen ne oldu? 
- Aslında bir aşk öyküsü anlatmak istedim, saf, basit ve karmaşık olmayan. Naiflik diyeceksiniz ama 1920'lerin, sessiz sinema döneminin inceliklerini seviyorum. Bir de ortada 'değişime' direnme, rollerin değişme meselesi var ki, bence bu da epey dramatik. Malum, sesli sinemaya geçiş çoğu oyuncu için kolay olmamış.

- Klişelere rağmen farklı ve incelikli bir mana oluşturmak ne kadar zordu? 
- Ben modern bir versiyon yaptım. Yani sessiz dönemde film çekenler, sinemanın bu dönemini bilmiyorlardı ve kendilerine göre 'ciddi bir iş' yapıyorlardı. Dolayısıyla filmim, bugünden o döneme sevecen bir bakış atıyor. Bu naif duyguyu ön plana çıkarmam gerekiyordu. Düşünsenize beyazperdede tutkulu bir öpüşme veya sevişmenin yasak olduğu bir dönemden bahsediyoruz. Arzunun veya öfkenin bakış, jest ve mimiklerle anlatılması gerekiyordu.

- Danslar sizin aşk sahneleriniz olmuş. 
- Evet! En baştan beri tam bir sessiz film anlayışı oluşturmam gerekiyordu. Bunun için de jest ve mimikleriyle parlayan oyuncular bulmalıydım. Bu karşıtlıklar karşısında kalp açıklığı ve aşk her şey! Ama tutkuyu nasıl seyirciye geçirebiliriz dediğimizde dans sahneleri en iyi ifade biçimi oldu.

- Jean Dujardin'i filmde oynamaya ikna etmek zor oldu mu?
- Maalesef evet! İyi dostumdur ama sanırım başka bir film vardı gündeminde. Ama ona oyuncu olarak meydan okudum! Senaryoyu beğendi! Karikatür olmadan nasıl sempatik olunur, duygu geçirilir, bunları tartıştık, gerisi filmde zaten! Yükselişteki genç yetenek rolündeki Berenice Bejo ise karım. Senaryoyu yazarken zaten aklımda o vardı. - Dujardin'in canlandırdığı Valentin karakteriyle sinema tarihine çeşitli göndermeleriniz oluyor. Hitchcock'tan Gene Kelly'ye kadar. Gerisini siz saymak ister misiniz? - Sinema tarihini yazan isimler bunlar tabii ki. Fritz Lang, F. W. Murnau gibi hayranı olduğum sinemacı çok var. Sessiz sinema döneminde yani teknolojinin kısıtlı olduğu dönemlerde muhteşem işler başarmışlar. Aynı zamanda step danslarıyla Gene Kelly, havasıyla Douglas Fairbanks ilk aklıma gelenler.

- Aynı zamanda aktörümüzün müthiş egosu da çelişki yaratıyor değil mi? 
- Tabii ki, insanın en gizemli çelişkisi bu. Şöhrete kavuşunca gördüğünüz büyük ilgiden başınız dönüyor. İşte tam da filmi özetlemiş olduk! İnsana dair küçük çelişkiler hayatın tuzu biberi oluyor, başarırsanız filmlerin de. Bizi bazen aşk sarsıyor, kendimize bakmamıza yol açıyor ve bir kadının sevgisi, ilgisi çok şeyi değiştirebiliyor. Elbette filmimde bir peri masalı duygusu olduğu kadar, aşkın iyileştirici gücünü de öne çıkarıyorum.

- Sessiz film çekmenin zorlukları ve hoşlukları neler? 
- Asla karmaşık bir hikaye kurmamak! Seyircinin kolayca anlaması gerek, çünkü elinizde konuşma yok. Format da çok önemliydi çünkü o dönemi birebir canlandırmak istedim. Her şey sözün imasına bağlı! Ama zaten görüntüyle duygu yaratmak sinema sanatının esası! Önce formata karar verdim, derken hikaye oluştu. Bu arada bolca sessiz film izledim. Hikayemi gayet klişe bulanlar var; sesli sinemaya geçişte bocalayan bir star aktör ve yükselişteki güzel ve yetenekli bir kadın. Ama ben komediye ve melodramlara bayılıyorum. Bence şimdi hayatımız daha 'sessiz'! Sadece çok konuşuyoruz ama pek manalı bir şey söylemiyoruz.

ESİN KÜÇÜKTEPEPINAR
sabah.com.tr
                                                                                                                                             Alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın