1995'te sinemanın 100. yılı nedeniyle Yüz Yılın Yüz Yönetmeni kitabımı yayımladığımda, ilk gösterdiklerimden biri İngiliz sinema yazarı ve tarihçisi dostum David Robinson olmuştu. David kitabı dikkatle karıştırdı ve şöyle dedi: "İyi seçimler. Ama niye George Melies yok?". Olasılıkla haklıydı. Çünkü Fransız sanatçısı Melies (1861- 1938), sinemanın kaşifi sayılan vatandaşı Louis Lumiere'den hemen sonra işe başlamış, sahne sanatçılığı ve sihirbazlıktan geldiği bu meslekte, Lumiere'in belgeci tavrına karşı hayalgücünü seçmiş, sayısız filminde birçok teknik hileyi ilk kez kullanmış ve sinemanın önünde büyük ufuklar açmıştı. Yaşayan Amerikan yönetmenlerin en büyüğü sayıldığı kadar, olasılıkla dünyanın en 'sinefil' yönetmeni de olan Martin Scorsese, ilk kez çekeceği üç boyutlu film için Melies'in öyküsünü seçmiş. Çok da iyi etmiş. Böylece 1920'li yıllarda, mucit babası bir yangında ölünce öksüz kalmış, babanın icatlarını yazdığı küçük defter kadar yangından kurtardığı bir madeni robotu da kutsal bellemiş ve Paris'in bir büyük garını mesken tutmuş bir küçük çocuğu tanıyoruz: Hugo Cabret. Hugo sevgi arayışı içinde, garda bir oyuncakcı dükkanı işleten gizemli bir yaşlı adam ve onun delişmen kızıyla tanışıyor. Nedense çocuk düşmanı olan savaş gazisi, kompleksli gar müdürünün hışmından kaçmaya çalışırken, o yaşlı adamın vaktiyle babasının filmlerine hayran olduğu Melies olduğunu öğreniyor. Ne var ki Melies o yıllarda, araya giren savaşın tümüyle unutturduğu, beş parasız ve kırgın bir ihtiyardır. Tüm filmleri de kayıptır. Ancak mucizeler bitmez. Bir hayranının bulduğu en ünlü filmi Aya Yolculuk, ona yeni bir yaşam getirir. Hem filmde hem de gerçek hayatta...
SİNEMANIN İLK DÖNEMİNE SAYGI
Bir büyük yönetmenin en kişisel filmlerinden biri olduğu kadar, onun bir başka ustaya, giderek sinemanın başlangıç günlerine görkemli bir saygı duruşu. Ama bu büyük lafların ardında didaktik ve sıkıcı bir film var sanmayın. Bu aynı zamanda son derece yaratıcı, estetik, akıcı bir görsel şölen, bir büyük masal. Scorsese, Melies'in filmlerinden, onları yaratan tarihsel koşullardan söz ederken, yaratış denen büyük olayın anatomisini de çiziyor. Melies'in sinemayı bir büyü alanı, bir tür sihirbazlık olarak yorumlamasını yüceltiyor. O olmasaydı, ne fantastik olurdu, ne bilim-kurgu. Belki Lumiere'in kötümser tahmini doğrulanır, sinema sanatı doğmadan ölürdü. Ve ne Yıldız Savaşları olurdu ne Yüzüklerin Efendisi, ne deHarry Potter'lar... Sinemaya ve onu yaratan hayal gücüne olabilecek en güzel övgü, yapılabilecek en estetik ve şiirsel film. Has sinemaseverler sakın kaçırmasın.
HUGO ****
Yönetmen: Martin Scorsese
Senaryo: John Logan
Görüntü: Robert Richardson
Müzik: Howard Shore
Oyuncular: Ben Kingsley, Asa Butterfield, Chloe Grace Moretz, Sacha Baron Cohen, Johnny Depp, Jude Law, Christopher Lee, Helen McCrory, Emily Mortimer Amerikan filmi
ATİLLA DORSAY
sabah.com.tr
Alıntıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın