Türk film sektörü son yıllarda hızlı bir değişim ve gelişim kaydetmektedir. Gerek sinema ve gerekse dizi yapımlarında gözle görülür bir başarı sağlayan sektör, Türkiye’nin ekonomik dinamizmine ve gelişim trendine stratejik bir katkı sağlayacak aşamaya gelmiştir. Bu yüzden sinema sektörü stratejik bir sektör olarak yeniden ele alınmalı ve Türkiye’nin tanıtım, kültür ve turizm potansiyeline yapacağı katkı bu vizyonla değerlendirilmelidir. Son dönemde Türk film sektöründe popüler filmler üst üste izleyici rekorları kırmakta, “art house” yapımlarıyla Türkiye sineması adını, en prestijlileri de dahil, dünya festivallerinde ve sinema çevrelerinde giderek daha çok duyurmaktadır.
Özellikle televizyon dizileri, ülke sınırlarını aşmış ve Türk dizileri pek çok ülkede izlenmeye başlamıştır. Tıpkı bir zamanlar “İrlanda filmlerini gördükten sonra” bu ülkeyi ziyaret etme kararı aldığını belirten Avrupalı sinemaseverler gibi, kendi ülkelerinde gösterime giren ve ödüller alan filmlerin de etkisiyle ülkemize gelen ziyaretçiler artmış, dizilerimizin yayınlandığı ülkelerden gelen turistler, bu yapımların çekildiği mekanların “müze”leşmesine katkıda bulunmuştur; dahası ülkemizin yıllarca salt yabancı turistlerin ilgi gösterdiği önemli yörelerini, kendi insanlarımız televizyon dizileri ve filmler sayesinde keşfederek iç turizmi canlandırmışlardır. Tüm bu gelişmeler sinemanın “stratejik sektör” statüsünü hak ettiğinin somut kanıtlarıdır.
Ülkemizde film sektörü 1980’li ve özellikle de 1990’lı yıllardan sonra “endüstri”ye dönüşme sancılarının yaşandığı bir dönem olmuştur. 2000’li yıllarla birlikte olumlu gelişmeler gözlenmiştir. 2010 senesi 70 kadar dizinin başta Ortadoğu olmak üzere çeşitli ülkelere satılarak 50 milyon dolarlık bir gelir elde edilmiştir. Film endüstrisi hizmet sektörümüz olan turizm sektörünü de olumlu yönde etkilemiştir. Özellikle Ortadoğu ülkelerinden gelen Arap turist sayısı ülkelerinde gösterilen Türk TV dizilerinin popülerliği ile artmaktadır. Film sektöründe;
? 4 milyar TL olan reklam pazarı %55’i televizyonlardan gelmektedir.
? Büyük TV kanalları da bu rakamın %80’ini paylaşmaktadır. Dünya izleyicileri arasında en çok yerli film izleyen Türkiye’yi Fransa takip ediyor.
? Toplam izleyicimizin %60’ı yerli film izliyor.
? 2000’lerde sadece 6 yerli uzun metraj film üretilmişken 2009 yılı bir zirve yılıdır; 70 yerli film üretilmiştir, toplam hasılat 147.755.564 TL ve toplam seyirci sayısı 18.849.417 olmuştur.
? Ülkemizde yerli film pazar payı 2002’de sadece % 8,45 iken 2010 yılında % 49,96’ya ulaşmıştır.
? Ülkemizde uzun metrajlı film sektörü pazarında yerli yapımların payı giderek artarken birçok uluslararası platformda Türk filmlerinin elde ettiği başarı ve ödüller (bunlardan birkaçının ismini vermek gerekirse: “Bal” Semih Kaplanoğlu (2010), “Köprüdekiler” Aslı Özge (2009), Uzak İhtimal” Mahmut Fazıl Coşkun (2009), “Süt” Semih Kaplanoğlu (2008), “Üç Maymun” Nuri Bilge Ceylan (2008), “Sonbahar” Özcan Alper (2007 “Yaşamın Kıyısında” Fatih Akın (2007), “İklimler” Nuri Bilge Ceylan (2006), “Babam ve Oğlum” Çağan Irmak (2005) gibi) ve aynı endüstriyel altyapıdan beslenen televizyon dizi alanındaki başarılar bu durumun bir göstergesidir.
2005 yılında dünya genelinde gişe gelirinin % 24.9’unu çoğunluğu Amerikan yapımı “en çok izlenen on film” oluşturdu. Bu oranın %22.9’a gerilediği 2006 senesinde ise yerli yapımlar dünya gişe gelirinin üçte birini oluşturdu.12 2005’den itibaren hızla artan ve toplam hasılat içerisindeki payını genişleten Türk filmlerinin de tüm dünyada gözlemlenen; yerel temalar, dil ve popüler oyuncular ile özellikle ithal etmesi en güç tür olan ve Hollywood’un nispeten daha boş bıraktığı komediye yaslanan yerel pazara yönelik bu üretim akımından ayrı düşünülemeyeceği söylenebilir.
Toplam hasılat içerisinde yerli filmlerin payının yabancı yapımları geçtiği ve yerli filmlerin seyirci rekoru kırdığı 2008 yılında en çok izlenen on filmin onunun da yerli yapım olması dikkat çekicidir. 2005’ten bu yana hem yerli ve yabancı filmlerde ve hem de toplamda en yüksek hasılata ulaşılan 2010 yılının bir diğer özelliği de yerli ve yabancı yapım hasılatlarının birbirine çok yakın oluşudur.
Türkiye’de yerli yapımların Avrupa ve dünya ortalamalarına göre gözle görünür biçimde öne çıkışı, son yıllarda Türkiye film endüstrisinin büyük ve oturmuş ulusal sinema pazarları ile rekabet edecek ölçüde bir gelişim gösterdiğini ifade etmektedir. Örneğin 2009’da yerli yapımlarının pazar payı Türkiye’nin yarısından biraz daha fazla olan Almanya’da %27.4’lük bu pay, 142’si yüzde yüz Alman prodüksiyonu 220 yerli filme giden 40 milyon izleyicinin yarattığı bir pay19 iken Türkiye’de ilk kez 2010’da toplam sinema izleyicisi 40 milyon barajını aşabilmiştir. Yerel pazarları hedef alan yapımların başarısını gören Amerikan şirketleri de, ortak yapımlar aracılığı ile gişede başarı yakalama potansiyeli yüksek yerli filmlerin getirisinden pay almaya başlamıştır. Avrupa’da örneğine sık rastlanan bu durum Türkiye’de 2010’un en çok izlenen filmi “New York’ta Beş Minare”de karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’de gösterime giren sinema filmlerinden yerli yapımların pazar payının yaklaşık % 50 civarında olduğu görülmektedir. 2010 yılı için yerli film hasılatı 190.402,367 TL iken yabancı film hasılatı 192.967,337 TL’dir. Bunun yanında yerli ve yabancı film seyirci sayısı da 2010 yılında eşitlenmiş durumdadır; yerli film seyircisi 22.185,745 kişi iken 19.348,340 kişi yabancı film seyircisi olmuştur. 2010 yılında vizyona giren yerli film sayısı 66 adet ve yabancı film sayısı 181 adet olsa da gişe hasılatı bakımından pazar payını yarı yarıya paylaşmaktadır. Bu özelliği ile Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında birinci sırada yer almakta, dünya sıralamasında ise ABD, Hindistan, Çin gibi ülkelerin ardından 6. sıradadır. 2010 yılında Türkiye sinema pazarında en çok gişe yapan 5 filmin tümü yerli yapımlardır.
Türkiye’de 2009 yılı yerli filmlerin izleyici rekoru kırdığı 2008’e nazaran yerli üretimin pazar payının düştüğü bir yıl olmuştur. Bu %8.4’lük düğüşe rağmen Türkiye’de yerli filmlerin pazar payı Avrupa ortalamasının iki katı kadardır. Yine Avrupa’da Çek Cumhuriyeti ve Danimarka dışında 2009’un en çok izlenen filminin yerli yapım olduğu tek ülke Türkiye’dir. 2009 yılında Avrupa dışı büyük sinema endüstrilerinde yerli filmlerin kapladığı pazar payı açısından ise Türkiye; en çok izlenen ilk 10 filmin tamamının yerli yapımlardan oluştuğu Hindistan, dünya sinema pazarının hakimi Amerika, yoğun nüfuslu ve yapısal/politik/ekonomik/kültürel özellikleri sebebiyle dışarıya nispeten daha kapalı Mısır, Japonya ve Çin’den sonra dünyada altıncı sırada yer almıştır
Özellikle de 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren, Türkiye’de ve dünyada yaşanan gelişmelere paralel olarak sinema endüstrisi de bazı değişikliklere uğramıştır. Bu süreç içerisinde yapım aşamasını sırtlanan ve hem sinema filmi, hem televizyon dizisi, hem de reklam filmi alanında faaliyet gösteren yapım şirketleri hızla çoğalmıştır. Bununla birlikte özellikle finansman, organizasyon ve kurumsallaşma adına geçmişe oranla çok da fazla yol kat edilemediği gözlemlenmektedir
2010’da Türkiye film endüstrisinin toplam hacminde kaydedilen büyüme ve tüm hasılatın %49.7’sinin yerli yapımlardan gelişi olumlu bir tablo sunarak 2011 için umut verirken, hasılatın daha detaylı bir analizi tıpkı kişi başına düşen bilet ortalamaları gibi tablonun o kadar da pembe olmadığı da bir gerçektir. Türkiye’de 66 yerli, 181 yabancı, toplam 247 yeni filmin vizyona girdiği 2010 senesinin tüm hasılatının %42.5’i en çok izlenen on filmden gelmektedir ve yine bu on filmin seyircisi, toplam sinema izleyicisinin %45’ini oluşturmaktadır.Yerli yapım izleyicisinin %60’ını listenin ilk beş filmi toplarken, en çok izlenen ilk üç filmin çektiği izleyici oranı ise %49’dur.
Toplumda sinemaya gitme alışkanlığının hala çok düşük düzeyde seyrettiği görülmektedir. Ortalamada Amerikalılar yılda ortalama 4, Fransızlar ise 3 kez sinemaya giderken, Türkiye’de bu rakam iki yılda birdir. Bunun nedenleri arasında sinema salon ve koltuk sayılarının coğrafi olarak dengesiz dağılımı, ülke koşulları açısından hala oldukça yüksek bilet fiyatları gibi ekonomik etkenlerin yanı sıra, başta kadınlar olmak üzere, belli kesimlerin ev dışında kültürel etkinliklere katılım sorunları gibi sosyolojik nedenler de sayılabilir.
Dizilerin parlak bir dönem yaşamasına rağmen, yayın politikalarından kaynaklanan sıkıntılar, sadece film endüstrisi çalışanları tarafından değil, izleyiciler tarafından da yakınma konusu olmakta, her 3 izleyicinin 2’si “yerli dizi yersiz uzun” görüşünü dile getirmektedir. Televizyon reklam düzenlemeleri gerekçe gösterilerek sürdürülen bu durum aslında yeniden değerlendirilmesi gereken bir bulgudur.
Birçok temel ulusal film endüstrilerini güçlendirmiş örnek ülkelerde olduğu gibi film sektörünün paydaşlarıyla birlikte fikri haklar, çalışma koşulları, ekonomik-mali düzenlemeler gibi alanlarda daha somut ve planlı adımlar atması, bütünsel bir politikanın varlığı ve somut olarak uygulamaya koyulması gerekmektedir. Bu, hem iç pazar dinamikleri açısından yarar sağlayacak, hem de uluslararası düzlemde Türkiye’nin yeri ve rolünü güçlendirecektir.
Film endüstrisi, mevcut sorunlara çözüm bulunduğu takdirde, bu, rasyonel ya da yeterince olmayan gelişimini sürdürülebilir kılacak ve hedeflerini daha da büyütebilecek, aksi takdirde, sahip olduğu kaynakları hızla tüketme ve tesadüflere, bu konuda gerekli önlemleri almış ülkelerdekinden çok daha bağımlı olma tehlikesiyle yüz yüze gelecektir. Film endüstrisi alanında faaliyet gösteren kişi, kurum ve kuruluşların üretmesi beklenen çözümlerin başında, kurumsallaşmanın temel şartı olan, doğru örgütlenme, iyi iç iletişim ve mesleki toplumsallaşmanın rasyonel koşullarının oluşturulması gelmektedir.
Film endüstrilerinin kurumsallaşması ve Türkiye’nin stratejik sektörlerinden biri olarak ekonomik, toplumsal, kültürel yaşamda yerini kalıcı biçimde alması yönünde gerekli politikaları üretilmesi gerekmektedir. Türk sinema sektörü artan stratejik önemi dolayısıyla etkin bir kurumsal yapıda temsil edilmelidir. Bunun için Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay’ın da desteklediği Sinema Kurumu bir an önce oluşturularak sektöre kazandırılmalıdır. Sinema sektörü, pek çok disiplinin ve sektörün kesiştiği, kitle iletişim araçları içerisinde en etkili iletişim araçlarından birisidir. Bu yüzden sinema sektörü stratejik bir değer taşımaktadır. Türkiye’nin 2023 vizyonu bu stratejik değeri dikkate alarak şekillenmelidir.
İsrafil Kuralay
UTESAV Başkanı
Alıntı
Özellikle televizyon dizileri, ülke sınırlarını aşmış ve Türk dizileri pek çok ülkede izlenmeye başlamıştır. Tıpkı bir zamanlar “İrlanda filmlerini gördükten sonra” bu ülkeyi ziyaret etme kararı aldığını belirten Avrupalı sinemaseverler gibi, kendi ülkelerinde gösterime giren ve ödüller alan filmlerin de etkisiyle ülkemize gelen ziyaretçiler artmış, dizilerimizin yayınlandığı ülkelerden gelen turistler, bu yapımların çekildiği mekanların “müze”leşmesine katkıda bulunmuştur; dahası ülkemizin yıllarca salt yabancı turistlerin ilgi gösterdiği önemli yörelerini, kendi insanlarımız televizyon dizileri ve filmler sayesinde keşfederek iç turizmi canlandırmışlardır. Tüm bu gelişmeler sinemanın “stratejik sektör” statüsünü hak ettiğinin somut kanıtlarıdır.
Ülkemizde film sektörü 1980’li ve özellikle de 1990’lı yıllardan sonra “endüstri”ye dönüşme sancılarının yaşandığı bir dönem olmuştur. 2000’li yıllarla birlikte olumlu gelişmeler gözlenmiştir. 2010 senesi 70 kadar dizinin başta Ortadoğu olmak üzere çeşitli ülkelere satılarak 50 milyon dolarlık bir gelir elde edilmiştir. Film endüstrisi hizmet sektörümüz olan turizm sektörünü de olumlu yönde etkilemiştir. Özellikle Ortadoğu ülkelerinden gelen Arap turist sayısı ülkelerinde gösterilen Türk TV dizilerinin popülerliği ile artmaktadır. Film sektöründe;
? 4 milyar TL olan reklam pazarı %55’i televizyonlardan gelmektedir.
? Büyük TV kanalları da bu rakamın %80’ini paylaşmaktadır. Dünya izleyicileri arasında en çok yerli film izleyen Türkiye’yi Fransa takip ediyor.
? Toplam izleyicimizin %60’ı yerli film izliyor.
? 2000’lerde sadece 6 yerli uzun metraj film üretilmişken 2009 yılı bir zirve yılıdır; 70 yerli film üretilmiştir, toplam hasılat 147.755.564 TL ve toplam seyirci sayısı 18.849.417 olmuştur.
? Ülkemizde yerli film pazar payı 2002’de sadece % 8,45 iken 2010 yılında % 49,96’ya ulaşmıştır.
? Ülkemizde uzun metrajlı film sektörü pazarında yerli yapımların payı giderek artarken birçok uluslararası platformda Türk filmlerinin elde ettiği başarı ve ödüller (bunlardan birkaçının ismini vermek gerekirse: “Bal” Semih Kaplanoğlu (2010), “Köprüdekiler” Aslı Özge (2009), Uzak İhtimal” Mahmut Fazıl Coşkun (2009), “Süt” Semih Kaplanoğlu (2008), “Üç Maymun” Nuri Bilge Ceylan (2008), “Sonbahar” Özcan Alper (2007 “Yaşamın Kıyısında” Fatih Akın (2007), “İklimler” Nuri Bilge Ceylan (2006), “Babam ve Oğlum” Çağan Irmak (2005) gibi) ve aynı endüstriyel altyapıdan beslenen televizyon dizi alanındaki başarılar bu durumun bir göstergesidir.
2005 yılında dünya genelinde gişe gelirinin % 24.9’unu çoğunluğu Amerikan yapımı “en çok izlenen on film” oluşturdu. Bu oranın %22.9’a gerilediği 2006 senesinde ise yerli yapımlar dünya gişe gelirinin üçte birini oluşturdu.12 2005’den itibaren hızla artan ve toplam hasılat içerisindeki payını genişleten Türk filmlerinin de tüm dünyada gözlemlenen; yerel temalar, dil ve popüler oyuncular ile özellikle ithal etmesi en güç tür olan ve Hollywood’un nispeten daha boş bıraktığı komediye yaslanan yerel pazara yönelik bu üretim akımından ayrı düşünülemeyeceği söylenebilir.
Toplam hasılat içerisinde yerli filmlerin payının yabancı yapımları geçtiği ve yerli filmlerin seyirci rekoru kırdığı 2008 yılında en çok izlenen on filmin onunun da yerli yapım olması dikkat çekicidir. 2005’ten bu yana hem yerli ve yabancı filmlerde ve hem de toplamda en yüksek hasılata ulaşılan 2010 yılının bir diğer özelliği de yerli ve yabancı yapım hasılatlarının birbirine çok yakın oluşudur.
Türkiye’de yerli yapımların Avrupa ve dünya ortalamalarına göre gözle görünür biçimde öne çıkışı, son yıllarda Türkiye film endüstrisinin büyük ve oturmuş ulusal sinema pazarları ile rekabet edecek ölçüde bir gelişim gösterdiğini ifade etmektedir. Örneğin 2009’da yerli yapımlarının pazar payı Türkiye’nin yarısından biraz daha fazla olan Almanya’da %27.4’lük bu pay, 142’si yüzde yüz Alman prodüksiyonu 220 yerli filme giden 40 milyon izleyicinin yarattığı bir pay19 iken Türkiye’de ilk kez 2010’da toplam sinema izleyicisi 40 milyon barajını aşabilmiştir. Yerel pazarları hedef alan yapımların başarısını gören Amerikan şirketleri de, ortak yapımlar aracılığı ile gişede başarı yakalama potansiyeli yüksek yerli filmlerin getirisinden pay almaya başlamıştır. Avrupa’da örneğine sık rastlanan bu durum Türkiye’de 2010’un en çok izlenen filmi “New York’ta Beş Minare”de karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’de gösterime giren sinema filmlerinden yerli yapımların pazar payının yaklaşık % 50 civarında olduğu görülmektedir. 2010 yılı için yerli film hasılatı 190.402,367 TL iken yabancı film hasılatı 192.967,337 TL’dir. Bunun yanında yerli ve yabancı film seyirci sayısı da 2010 yılında eşitlenmiş durumdadır; yerli film seyircisi 22.185,745 kişi iken 19.348,340 kişi yabancı film seyircisi olmuştur. 2010 yılında vizyona giren yerli film sayısı 66 adet ve yabancı film sayısı 181 adet olsa da gişe hasılatı bakımından pazar payını yarı yarıya paylaşmaktadır. Bu özelliği ile Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında birinci sırada yer almakta, dünya sıralamasında ise ABD, Hindistan, Çin gibi ülkelerin ardından 6. sıradadır. 2010 yılında Türkiye sinema pazarında en çok gişe yapan 5 filmin tümü yerli yapımlardır.
Türkiye’de 2009 yılı yerli filmlerin izleyici rekoru kırdığı 2008’e nazaran yerli üretimin pazar payının düştüğü bir yıl olmuştur. Bu %8.4’lük düğüşe rağmen Türkiye’de yerli filmlerin pazar payı Avrupa ortalamasının iki katı kadardır. Yine Avrupa’da Çek Cumhuriyeti ve Danimarka dışında 2009’un en çok izlenen filminin yerli yapım olduğu tek ülke Türkiye’dir. 2009 yılında Avrupa dışı büyük sinema endüstrilerinde yerli filmlerin kapladığı pazar payı açısından ise Türkiye; en çok izlenen ilk 10 filmin tamamının yerli yapımlardan oluştuğu Hindistan, dünya sinema pazarının hakimi Amerika, yoğun nüfuslu ve yapısal/politik/ekonomik/kültürel özellikleri sebebiyle dışarıya nispeten daha kapalı Mısır, Japonya ve Çin’den sonra dünyada altıncı sırada yer almıştır
Özellikle de 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren, Türkiye’de ve dünyada yaşanan gelişmelere paralel olarak sinema endüstrisi de bazı değişikliklere uğramıştır. Bu süreç içerisinde yapım aşamasını sırtlanan ve hem sinema filmi, hem televizyon dizisi, hem de reklam filmi alanında faaliyet gösteren yapım şirketleri hızla çoğalmıştır. Bununla birlikte özellikle finansman, organizasyon ve kurumsallaşma adına geçmişe oranla çok da fazla yol kat edilemediği gözlemlenmektedir
2010’da Türkiye film endüstrisinin toplam hacminde kaydedilen büyüme ve tüm hasılatın %49.7’sinin yerli yapımlardan gelişi olumlu bir tablo sunarak 2011 için umut verirken, hasılatın daha detaylı bir analizi tıpkı kişi başına düşen bilet ortalamaları gibi tablonun o kadar da pembe olmadığı da bir gerçektir. Türkiye’de 66 yerli, 181 yabancı, toplam 247 yeni filmin vizyona girdiği 2010 senesinin tüm hasılatının %42.5’i en çok izlenen on filmden gelmektedir ve yine bu on filmin seyircisi, toplam sinema izleyicisinin %45’ini oluşturmaktadır.Yerli yapım izleyicisinin %60’ını listenin ilk beş filmi toplarken, en çok izlenen ilk üç filmin çektiği izleyici oranı ise %49’dur.
Toplumda sinemaya gitme alışkanlığının hala çok düşük düzeyde seyrettiği görülmektedir. Ortalamada Amerikalılar yılda ortalama 4, Fransızlar ise 3 kez sinemaya giderken, Türkiye’de bu rakam iki yılda birdir. Bunun nedenleri arasında sinema salon ve koltuk sayılarının coğrafi olarak dengesiz dağılımı, ülke koşulları açısından hala oldukça yüksek bilet fiyatları gibi ekonomik etkenlerin yanı sıra, başta kadınlar olmak üzere, belli kesimlerin ev dışında kültürel etkinliklere katılım sorunları gibi sosyolojik nedenler de sayılabilir.
Dizilerin parlak bir dönem yaşamasına rağmen, yayın politikalarından kaynaklanan sıkıntılar, sadece film endüstrisi çalışanları tarafından değil, izleyiciler tarafından da yakınma konusu olmakta, her 3 izleyicinin 2’si “yerli dizi yersiz uzun” görüşünü dile getirmektedir. Televizyon reklam düzenlemeleri gerekçe gösterilerek sürdürülen bu durum aslında yeniden değerlendirilmesi gereken bir bulgudur.
Birçok temel ulusal film endüstrilerini güçlendirmiş örnek ülkelerde olduğu gibi film sektörünün paydaşlarıyla birlikte fikri haklar, çalışma koşulları, ekonomik-mali düzenlemeler gibi alanlarda daha somut ve planlı adımlar atması, bütünsel bir politikanın varlığı ve somut olarak uygulamaya koyulması gerekmektedir. Bu, hem iç pazar dinamikleri açısından yarar sağlayacak, hem de uluslararası düzlemde Türkiye’nin yeri ve rolünü güçlendirecektir.
Film endüstrisi, mevcut sorunlara çözüm bulunduğu takdirde, bu, rasyonel ya da yeterince olmayan gelişimini sürdürülebilir kılacak ve hedeflerini daha da büyütebilecek, aksi takdirde, sahip olduğu kaynakları hızla tüketme ve tesadüflere, bu konuda gerekli önlemleri almış ülkelerdekinden çok daha bağımlı olma tehlikesiyle yüz yüze gelecektir. Film endüstrisi alanında faaliyet gösteren kişi, kurum ve kuruluşların üretmesi beklenen çözümlerin başında, kurumsallaşmanın temel şartı olan, doğru örgütlenme, iyi iç iletişim ve mesleki toplumsallaşmanın rasyonel koşullarının oluşturulması gelmektedir.
Film endüstrilerinin kurumsallaşması ve Türkiye’nin stratejik sektörlerinden biri olarak ekonomik, toplumsal, kültürel yaşamda yerini kalıcı biçimde alması yönünde gerekli politikaları üretilmesi gerekmektedir. Türk sinema sektörü artan stratejik önemi dolayısıyla etkin bir kurumsal yapıda temsil edilmelidir. Bunun için Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay’ın da desteklediği Sinema Kurumu bir an önce oluşturularak sektöre kazandırılmalıdır. Sinema sektörü, pek çok disiplinin ve sektörün kesiştiği, kitle iletişim araçları içerisinde en etkili iletişim araçlarından birisidir. Bu yüzden sinema sektörü stratejik bir değer taşımaktadır. Türkiye’nin 2023 vizyonu bu stratejik değeri dikkate alarak şekillenmelidir.
İsrafil Kuralay
UTESAV Başkanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın