CİNEDERGİ’nin Ekim 2011 sayısı için “Gülelim Ağlanacak
Halimize” başlıklı bir yazı kaleme alan Alper Turgut, yazısındaki ifadelerden
ötürü ağır eleştirilere maruz kaldı. Yazısında Altın Koza Film Festivali
eksenin de güzel bir Türk sineması analizi yapan Alper Turgut jüri sistemi
hakkında da önemli tespitlerde bulundu. (Yazıya dikkatimizi çeken Öteki
Sinema’ya teşekkürler!)
İşte Alper Turgut’un yazısı:
Gülelim ağlanacak halimize!
Adana Büyükşehir Belediyesi 18. Uluslararası ‘Altın Koza’
Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda sekizi ilk film olmak
üzere, tam 14 film yarıştı. Serkan Acar’ın “Aşk ve Devrim”, Ali Özgentürk’ün
“Beni Sev”, Onur Ünlü’nün “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi”, Cemil
Ağacıkoğlu’nun “Eylül”, Özcan Alper’in “Gelecek Uzun Sürer”, Erdoğan Kar’ın
“Kadife”, Tolga Örnek’in “Kaybedenler Kulübü”, Caner Erzincan’ın “Mar”, İsa
Yıldız ve Murat Onbul’un “Memleket Meselesi”, A. Haluk Ünal’ın “Saklı
Hayatlar”, Ruhi Karadağ’ın “Simurg”, Burak Cem Arlıel’in “Türk Pasaportu”,
Mustafa Nuri’nin “Vücut” ve Muzaffer Özdemir’in “Yurt” isimli filmleri,
seyirciyle, eleştirmenlerle ve elbette jüriyle buluştu.
Yarışmacılardan Türk Pasaportu ve Simurg, belgesel idi,
Memleket Meselesi, Kaybedenler Kulübü ve Saklı Hayatlar ise daha önce gösterime
girmiş filmlerdi. Öncelikle vizyona giren, televizyonda gösterilen ve DVD’ye
basılan yapımların yarışma kapmasına alınmasında herhangi bir mantık yok.
Yarışa hükmen yenik başlamak gibi bir şey bu, merak uyandırmıyor öncelikle ve
yenilere haksızlık olacak diye düşünür her jüri, ister istemez. Kurmaca
filmlerin arasında belgesellerin yarışması da bir başka yanlış, elmalarla
armutlar birlikte toplanmaz. Belgeselleri ayrı bir kategoride değerlendirmek
gerek. Neyse ki; Adanalı sinemaseverler, Simurg’a hakkını teslim etmesini
bildiler, hem fiziksel hem de zihinsel bir sakatlanmayla sonuçlanan büyük bir
bedel ödeyen eski ölüm orucu eylemcilerini, izleyici ödülüyle onurlandırdılar.
Altın Koza’yı Altın Portakal’dan ayıran ve eşitlik aşkına
üzerinde çalışmaları gereken biricik şey, yarışma filmlerinin, farklı ve
birbirlerinden uzak sinemalarda gösterilmesidir. Filmlerin bazıları büyük
perdede, yeni ve güzel salonlarda, bazıları da küçük perdede, köhne ve sıkışık
salonlarda yarıştı. Bu hem seyirciye hem de film ekiplerine yapılmış bir
haksızlıktır. Devamında 14 yarışma filminin 4 güne sıkıştırılması, aynı
saatlerde farklı yerlerde yarışma filmlerinin gösterilmesi de bir başka sorun.
Özetle; Sinemaseverler, yabancı yapımlara, kısa filmlere ve belgesellere bu
yoğunlukta nasıl vakit ayıracak? Mümkün değil! Adanalı hemşerilerim, Altın
Koza’yı giderek büyütüyor ve cazibe merkezine dönüştürüyor, sinema müzesi,
sinema kongresi güzel hareketler, şimdi sırada yarışma filmlerinin
gösterileceği bir sinema merkezini, Güney’in en bereketli kentine kazandırmak
var, umarım tez zamanda bu gerçekleşir.
İkisi belgesel 11 yeni film ile büyük sükse yapan, yarışma
tarihini de Haziran’dan Eylül’e alarak Türk Sineması’nın sezon açılışına
dönüşen Altın Koza, yarışma filmlerinden bazılarının bütçesi kadar da ödül
veriyor. Yeşilçam’ın eski kalelerinden Adana, sinemayı, sinema da Adana’yı
seviyor, buraya kadar her şey çok güzel. Peki, festivalde boy gösteren sinemamız
ne durumda? Yanıt yerine sinirden kahkaha atabilirim. Tamam, her yerde
söylüyorum, ülke sinemasından bahsetmek için çok erken, bizim yerel, evrensel
ile henüz buluşmuş değil. Tek tük yönetmen başarıları, bazı filmlerin nadir de
olsa kalburüstü etiketini hak etmesi, bizlere bir katkı sağlamıyor. Emin olun.
Üstelik bizim sinemamız, dizi film sektörünün bir uzantısı gibi. Yazlık
sinemaları kapattık salt yazlık film çeker olduk. Kışın dizilerde öbekleşen
yönetmenler, görüntü yönetmenleri, oyuncular ve senaristler, sınıfta çakmış ve
yaz okuluna kalmış gibi, dizi muadili filmler yaratmaya çabalıyorlar, ağır
olmayacaksa…
Bir hafta sonra Antalya Altın Portakal Film Festivali var,
duyduklarımız gerçekse yandığımız resmidir. Altın Koza’dan umutluyduk,
affedersiniz sıçtık. Altın Portakal’dan umudumuz bile yok, artık bez getiririz,
bir zahmet. Ön jürinin önüne gelen ve seçilemeyen filmler nasıldı acep? Onları
hayal etmekte bile güçlük çekiyorum, gerçekten…
Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmi olmasaydı,
bereketli topraklar çöle dönüşecekti, Ceylan’ın son filmi, sinemamızda adına
bir vaha, bir heyecan, bir umut… Keşke yarışsa ve tüm ödüller ona gitseydi, bir
kez daha keşke… Geri kalanlar nasıl? Demode var, müsamere var, yönetilmekten
aciz olanlar var, senaryosu güdük olanlar, hatta senaryosu kabus olanlar var,
tv filmlerine rahmet okutanlar var, karikatürize roller var, ödül almalarına
pis pis sırıttığım ne naneler var. Erkek gözüyle yazılmış ve çekilmiş olanlar
çok, kadın yok, yine yok. Minimal saplantısı, fotoğraf abanması, diyalog
fukarası, metin zavallısı… Ne anlatayım sizlere, olmayan sinema sektörü tehlike
zillerini çalıyor mu diyeyim, ego sorunu yaşayanlardan, rakiplerini
suçlayanlardan mı bahsedeyim, umudumun kısa filmcilere kaldığını mı tekrarlayayım,
Türkiye’de senaryo yazılamadığından mı dem vurayım, senaryosuz bir filmin
omurgasız olacağını, felç kalacağını mı haykırayım. Hem bazı jüri üyeleri hem
de değerlendirmeye alacakları oyuncular aynı menajerlik şirketinden, sizlere
böyle alengirli dedikodular mı vereyim, sonra jüriyle tanış yapımcılar var ama
haksızlık yok, bunu mu dillendireyim.
Kişisel görüşümdür, jürinin olduğu yerde adalet olmaz.
Atıyorum sekiz kişinin verdiği karar, bir başka sekiz kişinin kararıyla
örtüşmez bile. Hem bir yandan jüri ne yapsın diye düşünüyorum, iyi filmler
arasından film, performans vs. vs. seçmek kolay, kötüler arasından seçmek ise
zordur. Bu festivalde çok iyiler ve iyiler yoktu, kötüler, kötünün iyisi ve eh
işteler vardı. Kimse çok sevinmesin ve kimse hakkımız yenildi diye üzülmesin.
Asıl kahrolacak, kahrolunacak şey ıskalanır o vakit. En iyi yönetmen ödülü alan
film, bir faciaydı misal, oyuncu performanslarının tümü Bir Zamanlar Anadolu’da
susarak oynayan Fırat Tanış’ın yakınından bile geçmezdi. Düşünsenize en iyi
senaryo ve en iyi film ödülü, absürt bir filme veriliyor, işte sinemamız adına
kara mizah, tam olarak budur.
CineDergi 42. sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın