sinema yönetmeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sinema yönetmeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Aralık 2011 Pazar

SİNEMA YÖNETMENİ


TANIM

Sinema için oyunlaştırılmış öykü ve romanların (senaryoların) oyuncular tarafından canlandırılması ve oyunun filme alınmasını sağlayan kişidir.

A- GÖREVLER

- Yazılı metni (senaryoyu) görsel olarak tasarlar ve yorumlar,
- Uygun oyuncuları seçer,
- Senaryoya uygun çevre ve dekor seçimi için araştırma yapar, uzman kişilerle görüşür,
- Sanat Danışmanı'na, giyim (kostüm) hakkında görüşlerini söyler,
- Görüntü yönetmenine, nasıl bir görüntü istediğini bildirir,
- Oyunculara oyundaki karakterler hakkında bilgi verir, onlarla fikir alışverişinde bulunur,
- Kamera açılarını belirler,
- Oyuncuları yönetir,
- Çekimden sonra kurgu safhasında kurgucunun yanında bulunup, çekilen sahnelerin birleştirilmesi çalışmasını yapar,
- Filmin seslendirilmesinde dublaj yapımında bulunur,
- Müzisyenlerle görüşerek senaryoya uygun müzik seçimi için çalışma yapar.

B- MESLEĞİN GEREKTİRDİĞİ ÖZELLİKLER

Sinema yönetmeni olmak isteyenlerin;
- Okuduğunu ve söyleneni iyi anlayabilen,
- Hayal ve tasarım gücü zengin,
- Yaratıcı, kültürlü,
- Düşüncelerini, fikirlerini iyi ifade edebilen,
- İnsanlarla iyi ilişki kurabilen, duyguları anlayabilen,
- Sabırlı, dikkatli ve sorumluluk sahibi
kimseler olmaları gerekir.

C- ÇALIŞMA ORTAMI VE KOŞULLARI

Sinema yönetmenleri genellikle stüdyolarda zaman zaman stüdyo dışında açık havada veya kapalı mekanlarda çalışırlar. Çalışma saatleri düzensizdir. Yönetmen çalışırken oyuncular, kameraman ve diğer set işçileri ile sürekli etkileşim halindedir ve işini genellikle ayakta yürütür. Çalışma ortamı filmin konusuna göre karanlık, tozlu, kokulu, tehlikeli olabilir.

D- MESLEK EĞİTİMİ


MESLEK EĞİTİMİNİN
VERİLDİĞİ YERLER

Meslek eğitimi aşağıdaki üniversitelere bağlı fakültelerde verilmektedir.
- Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi”Sinema ve Tv. (Eskişehir)
- Ankara Üniv. İletişim Fak. Radyo, Sinema ve Tv.
- Atatürk Üniv. İletişim Fak. Radyo, Sinema veTv.
- Başkent Üniv. İletişim Fak. Radyo, Sinema veTv.
- Bahçeşehir Üniversitesi, İletişim Fakültesi, (İstanbul)
- Ege Üniv. İletişim Fak. Radyo, Sinema veTv.
- Erciyes Üniv. İletişim Fak. Radyo, Sinema veTv.
- Fırat Üniv. İletişim Fak. Radyo, Sinema veTv.
- Gazi Üniv.İletişim Fak. Radyo, Sinema veTv.
- İstanbul Üniv.İletişim Fak. Radyo, Sinema veTv.
- Kadir Has Üniv. İletişim Fak. Radyo, Sinema veTv.
- Kocaeli Üniv. İletişim Fak. Radyo, Sinema veTv.
- Beykent Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, (İstanbul)
- 9 Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, (İzmir)
- Maltepe Üniv. İletişim Fak. Radyo, Sinema veTv.
- Maltepe Üniv. Güzel Sanatlar Fakültesi , Sinema,
- Mersin Üniv. İletişim Fak. Radyo, Sinema veTv.
- Selçuk Üniv.İletişim Fak. Radyo, Sinema veTv.
- İstanbul Bilgi Üniversitesi, İletişim Fakültesi,
- Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, (İstanbul)
- Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, (İstanbul)
- Yeditepe Üniv.İletişim Fak. Radyo, Sinema veTv.
- Bölümlerinde verilmektedir.

ÖN EĞİTİMDE BAŞARILI
OLUNMASI GEREKEN DERSLER

- Türkçe,
- Kompozisyon,
- Sosyoloji,
- Psikoloji,
- Felsefe,
- Edebiyat,
- Tarih.

MESLEK EĞİTİMİNE
GİRİŞ KOŞULLARI

ÖSS sınavında yeterli puan alan lise ve dengi okul mezunları, bünyesinde bu bölümler bulunan okullara başvuru yaptıktan sonra özel yetenek sınavında başarı gösterirlerse kesin kayıt yaptırabilirler.

EĞİTİMİN SÜRESİ
VE İÇERİĞİ

Meslek eğitimin süresi 4 yıldır.

Eğitimde; Görsel İşitsel Tasarım, İletişim Bilimlerine Giriş, Bilimsel AraştırmaYöntemi, İstatistik, Ses Tasarımı, Görüntü Tasarımı, Yaratıcı Yazım, Kurgu, Sinema Tarihi, İletişim, Habercilik ve Röportaj Teknikleri, Felsefeye Giriş, Radyo-Tv Tarihi, Sosyoloji, Film Yapımı, Radyo Yapımı, Sinema Dili, Sayısal Ortamda Tasarım, Sosyal Psikoloji, Film Çözümlenmesi, Oyuncu Yönetimi, Türk Sineması, İletişim Kurumlarında İşletme Yönetimi, Medya Planlama, İletişim Etiği okutulmaktadır. Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi, İngilizce, Matematik, Türk Dili, Uygarlık Tarihi ise ortak zorunlu dersler kapsamındadır.

EĞİTİM SONUNDA ALINAN
BELGE-DİPLOMA VE UNVAN

4 yıllık eğitim sonunda mezun olan öğrencilere Lisans Diploması verilir. Bu diplomada öğrenim yapılan ana sanat dalı ve sanat dalı unvan olarak yazılır.

E- ÇALIŞMA ALANLARI VE İŞ BULMA OLANAKLARI

Film çekim stüdyolarında ve film setlerinde çalışırlar. Başta TRT olmak üzere ülkemizde son yıllarda hızla çoğalmış bulunan özel radyo ve TV kuruluşlarında iş bulabilme olanakları mevcuttur. Son yıllarda özel radyo ve TV kuruluşlarının yayın dünyasına girmesi sonucu bu meslekte çalışma alanı genişlemiş, ayrıca bayanların bu mesleğe olan ilgisi son yıllarda artış kaydetmiştir.
Yayıncılık sektörü, dünyada olduğu gibi ülkemizde de hızlı bir şekilde gelişmekte ve yaygınlaşmaktadır. Son bir kaç yıl içinde açılan özel TV ile radyolar daha kaliteli programların yapılmasını gerekli kılmıştır. Bu gelişmelere paralel olarak kendini iyi yetiştirmiş, gelişmeleri ve değişmeleri takip edebilen, sanatseverlere yönelik iyi projeler üretebilen meslek elemanlarına ihtiyaç vardır.

F- EĞİTİM SÜRESİNCE VE EĞİTİM SONRASI KAZANÇ


EĞİTİM SÜRESİNCE

Öğrenciler eğitim süresince Kredi ve Yurtlar Kurumu'nun verdiği öğrenim ve katkı (Harç) kredisinden yararlanabilirler.
Ayrıca, çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından sağlanan kredi ve burslardan faydalanabilirler.

EĞİTİM SONRASI

Farklı kurumlarda, kazanç durumu da farklıdır. Ayrıca, kişiden kişiye de kazanç durumu değişebilmektedir. Belirli standartlara oturtulamamıştır. Özellikle Türkiye’de, kazanç iş öncesi anlaşmaya bağlıdır.
İşin maliyeti ve zorluk derecesi, filmin bütçesinden çalışanların ücretlerine ayrılan pay ölçüsünde ücret alınmaktadır. Tanınmış olmak, deneyim , mesleki başarı ve daha önceki projeleri sonucu iş anlaşması doğrultusunda ücret alınmaktadır.

G- MESLEKTE İLERLEME

Lisans eğitiminden sonra alanlarında mastır (yüksek lisans) ve doktora eğitimi alarak akademik kariyer yapabilirler, yüksek öğretim kurumlarında araştırma görevlisi, doçent, profesör gibi unvanlarla öğretim üyesi olarak görev yapabilirler
İş piyasasında ilerleme, yapılan işin kalite ve sayısına göre değerlendirilmektedir. Ölçü olarak, yapacağı programların izleyiciler tarafından beğenilmesi esas alınmaktadır. Bunun için, izleyiciye hitap eden, sanatsal değeri olan, izleme oranı yüksek yapıtların sahipleri, meslekte her zaman aranmakta ve sonuçta da hem çok iyi ücretler alarak ekonomik durumlarını iyileştirmekte, hem de meslekte en iyi ürünleri yapmanın verdiği doyuma ulaşmaktadırlar.
Ulusal ve uluslararası düzeyde düzenlenen yarışmalarda derece almak, ün sahibi olmak, bu meslekte ilerlemenin güzel bir yoludur.

BENZER MESLEKLER

Bu meslek, kendine özgü özellikler taşır. Birbirinden farklı olmakla birlikte tiyatro, bale ve opera yönetmenliği benzer meslekler arasında sayılabilir.

H - EK BİLGİLER

SORUMLULUK

- Yapıta uygun oyuncuların, çevrenin ve kostümlerin seçilmesinden,
- Yapıtın seslendirilmesinden, uygun müziğin belirlenmesinden,
- İşin planlandığı gibi yapılabilmesi için herkesin görevini en iyi şekilde yerine getirmesinden sorumludur.

I- YARARLANILAN BİLGİ KAYNAKLARI

- Meslek elemanları,
- Marmara üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema ve Televizyon bölümü öğretim elemanları.
- 2005 Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) Kılavuzu,
- ÖSYS (Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi) Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu – 2005
- ÖSYM Üniversiteler Yükseköğretim Programları ve Meslekler Rehberi – 2000
- Meslek Danışma Komisyonu (MEDAK) üyesi kuruluşlar.
- Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema ve TV Bölümü,

İ- DAHA AYRINTILI BİLGİ İÇİN BAŞVURULABİLECEK YERLER

- İlgili eğitim kurumları,
- Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü Ankara Meslek Danışma Merkezi,
- Bünyesinde Meslek Danışma Merkezi Bulunan Türkiye İş Kurumu İl ve Şube Müdürlükleri.

webhatti.com
                                                                                                                              Alıntıdır....

22 Kasım 2011 Salı

SİNEMA YÖNETMENİ


TANIM

Sinema için oyunlaştırılmış öykü ve romanların (senaryoların) oyuncular tarafından canlandırılmasını ve oyunun filme alınmasını sağlayan kişidir.

GÖREVLER

-    Yazılı metni (senaryoyu) görsel olarak tasarlar ve yorumlar,
-    Uygun oyuncuları seçer,
-    Senaryoya uygun çevre ve dekor seçimi için araştırma yapar, uzman kişilerle görüşür,
-    Sanat danışmanına, giyim (kostüm) hakkındaki görüşlerini söyler,
-    Görüntü yönetmenine, nasıl bir görüntü istediğini bildirir,
-    Oyunculara oyundaki karakterler hakkında bilgi verir, onlarla fikir alışverişinde bulunur,
-    Kamera açılarını belirler,
-    Oyuncuları yönetir,
-    Çekimden sonra kurgu safhasında, çekilen sahnelerin birleştirilmesi çalışmasını denetler,
-    Filmin seslendirilmesinde ve dublaj yapımında bulunur,
-    Müzisyenlerle görüşerek senaryoya uygun müzik seçimi için çalışma yapar.

MESLEĞİN GEREKTİRDİĞİ ÖZELLİKLER

Sinema yönetmeni olmak isteyenlerin;
-    Ayrıntılara dikkat eden,
-    Hayal ve tasarım gücü zengin,
-    Yaratıcı, kültürlü,
-    Düşüncelerini ve fikirlerini iyi ifade edebilen,
-    İnsanlarla iyi ilişki kurabilen, duyguları anlayabilen,
Sabırlı, dikkatli ve sorumluluk sahibi

kimseler olmaları gerekir.

ÇALIŞMA ORTAMI VE KOŞULLARI

Sinema yönetmeni genellikle stüdyolarda zaman zaman stüdyo dışında açık havada veya kapalı mekanlarda çalışır. Çalışma saatleri düzensizdir. Yönetmen çalışırken oyuncular, kameraman ve diğer set işçileri ile sürekli etkileşim halindedir ve işini genellikle ayakta yürütür. Çalışma ortamı filmin konusuna göre karanlık, tozlu, kokulu ve tehlikeli olabilir.

ÇALIŞMA ALANLARI VE İŞ BULMA OLANAKLARI

Film çekim stüdyolarında ve film setlerinde çalışırlar. Başta TRT olmak üzere ülkemizde son yıllarda hızla çoğalmış bulunan özel radyo ve TV kuruluşlarında iş bulabilme olanakları mevcuttur. Son yıllarda özel radyo ve TV kuruluşlarının yayın dünyasına girmesi sonucu bu meslekte çalışma alanı genişlemiş, ayrıca bayanların bu mesleğe olan ilgisi son yıllarda artış kaydetmiştir.

MESLEK EĞİTİMİNİN VERİLDİĞİ YERLER

-    Meslek eğitimi çeşitli üniversitelere bağlı iletişim fakülteleri ve güzel sanatlar fakültelerinde verilmektedir.
-    Öğrenci Seçme Sınavı’nda (ÖSS) yeterli puan alan lise ve dengi okul mezunları, ilgili bölüme başvuru yaptıktan sonra yetenek sınavında başarı gösterirlerse kesin kayıt yaptırabilirler.

EĞİTİMİN SÜRESİ VE İÇERİĞİ

Meslek eğitim süresi 4 yıldır. Eğitimde; Sinema Tekniği, Sinema Dili, Film Analizi, Türk Sinema Tarihi, Dünya Sinema Tarihi, Uygarlık ve Sanat Tarihi, Senaryo Yönetim, Oyun, Çekim ve Yapım Teknikleri, Sinemasal Çevre Tasarımı, Görüntü Perspektifi, Televizyon Tekniği, Türk Sanat Tarihi gibi sinemanın temel teorik dersleri ile Yabancı Dil, Türk Dili ve Edebiyatı, T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük gibi genel kültür derslerini alırlar.

MESLEKTE İLERLEME

-    Sinema yönetmenleri, üniversitede akademik kariyer yapabilirler.
-    İş piyasasında ilerleme, yapılan işin kalite ve sayısına göre değerlendirilmektedir. Bunun için, izleyiciye hitap eden, sanatsal değeri olan, izlenme oranı yüksek yapıtların sahipleri meslekte her zaman aranmakta ve sonuçta hem çok iyi ücretler almakta hem de iyi ürünler ortaya koymaktadırlar.
-    Ulusal ve uluslararası düzeyde düzenlenen yarışmalarda derece almak, ün sahibi olmak, bu meslekte ilerlemenin güzel bir yoludur.

BENZER MESLEKLER: Tiyatro, bale ve opera rejisörlüğü (yönetmenliği).

BURS, KREDİ VE ÜCRET DURUMU

-    Öğrenciler eğitim süresince Kredi ve Yurtlar Kurumu'nun verdiği öğrenci kredisinden yararlanabilirler.
-    Kişiden kişiye de kazanç durumu değişebilmektedir. Kazanç iş öncesi anlaşmaya bağlıdır. Başarılı filmler, projeler gerçekleştiren, ödüller alan yönetmenlerin kazancı oldukça yüksektir.

eleman.net
                                                                                                                                                Alıntıdır.....

18 Ekim 2011 Salı

Sinan Çetin ile Röportaj


Sinan Çetin'den olay yaratacak sözler
                                                                                                                                                                                                                   
  Çetin Kürtçeyi konuşturmayanlara, başörtülü kızlara zulmedenlere, toplumla oynayanlara İbrahim Tatlıses'in sözüyle seslendi: "Allah cezalarını verecek"
Benzer Haber Başlıkları
Ünlü yönetmen Sinan Çetin son dönemde AK Parti'yi desteklediği için kendisini eleştirenleri umursamadığını söylüyor. Çetin, "Çocukluktan bu yana hep eleştirildim ama umurumda değil. Türkiye'de herkes bir mahallede yaşar, benim ait olduğum bir mahalle yok. Mahallem dünya" diyor

Abdullah Gül'le Hindistan'a gidince ortak projelerle dönecek sandık ama yanıldık. Son dönemde AK Parti'ye yakınlığıyla tanınan Sinan Çetin'le buluşup, Hindistan izlenimlerini ve Mevlana projesini konuşalım istedik. Ama henüz tamamlanmamış bir proje üzerine konuşmayı sevmeyen ünlü yönetmen sözü Türkiye'deki siyasi hayata, sanat filmlerine getirdi. Ortaya her telden çalan bir söyleşi çıktı. İyi okumalar!

Abdullah Gül'le Hindistan'a gittiniz. Neden sizi tercih etmiş olabilirler?

Orada boru hattı, inşaat, tekstil yapan birçok işadamının arasında bir de sinemacı olsa iyi olur demişler. Bu ülkenin prodüktörlerinden birkaç kişi çağıralım demişler. Benden başka üç-dört sinemacı daha vardı. Yani bir tek ben değildim

Neler yaptınız, neler gördünüz?

Büyük açlık ve sefalet gördüm. Yeni Delhi'de oksijensiz bir gökyüzü, toz ve ceset kokusu... Sonra insana çok çok acı çektiren fakirlik gördüm. Kahredici bir fakirlik, aynı zamanda çok çok yüksek bir zenginlik var. 40 milyon bilgisayar mühendisi var. Aynı fakir ülkede Bollywood var. Çok büyük stüdyolar ve büyük endüstri var ama çok içe kapanık bir Pazar. Robert De Niro ile Al Pacino 100 kişiden sadece 3 kişi için bir şey ifade ediyor.

Hindistan'a gittiniz sinema ile ilgili çalışma yaptınız. Bollywood'da bizim sinemamız nasıl çalışacak?

Çalışamayız. Biz Avrupa sineması olarak ele alınıyoruz. Bizim filmlerimizin içinde bir kere dans, ritim, müzik yok . Onlara göre bizim filmler sıkıcı. Bir Hintlinin bizim filmlere tahammül etmesi mümkün değil.

Orada halkın sinemayla ilişkisi nasıl?

Bollywood'da halkın sinemayla ilişkisi din ve ayin gibi ele alınıyor. Dini gelecek dünya, sinemayı da bugün ki dünya için kendilerini oyalama ve mutlu olma aracı olarak kullanıyorlar. Din bizdeki gibi çatışma nedeni değil, orda mutluluk nedeni. Kimsenin dinine karışılmıyor, kimsenin kimseyle problemi yok. Zaten bu ülkedeki dindarlarla dövüşülmeseydi, ülkenin dindarlarının da kimseyle problemi yoktu. Hindistan demokrasisi o açıdan Türkiye'ye çok büyük bir ayna tutmalı.

Bizde kim neye tahammül edemiyor?

Bu ülkeye düşman lazım. Düşmansız duramayan bir ülkeyiz. Cumhuriyet'in temelleri dediğimiz temeller korku imparatorluğu üzerine kurulmuş. Bütün tehlikeler bitince, en son din gelecek dediler. Hep bir ordu var bizi koruyan, bir de hep düşman var içeride. Bu korkuyu körükleyenlerden daha büyük bir bölücü bilmiyorum bu dünyada. Eğer bu ülkede birisi birisine bölücü diyorsa, kesinlikle onun bölücülükten içeri girmesi lazım. Kim kimi bölüyor anlamadım ki?

Abdullah Gül için 'İlk defa vatandaşı kontrol eden değil de vatandaşıyla işbirliği yapan devlet adamı' diyorsunuz

Türkiye'de aslında bu açıdan çok çok büyük bir zemin değişikliği oluyor. Ve bu zemin değişikliğini okuyanlar çok az. Vatandaşını kontrol eden değil de onunla işbirliği yapan bir devlet uçağına ilk defa bindim sahiden. Çünkü daha önce Tansu Çiller'le çalışmıştım. O da böyleydi. Tansu Hanım'ın yapamadığını Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve çok büyük kahraman diye gördüğüm AK Parti kabinesi yaptı. Türkiye'de resmi otoriteye zemin kaydırmaktalar. Resmi otorite zeminini kaybettikçe sivil irade ülkede demokrasiyi ve zenginliği gerçekleştirecektir. Ben AK Partili değil AK Parti'nin sivilleşme ve demokratikleşme liderliğinin peşindeyim. AK Parti gibi sağcı ve muhafazakar bir partiye bunları yaptırdığı için CHP'li aydınların sıkılıp, yere bakması gerekir.

AK PARTİ'Yİ DESTEKLEMEK ZORUNDAYIZ

İçinde bulunduğunuz çevre AK Parti'yi desteklediğiniz için eleştiriliyor mu sizi?

Ben lise çağımdan beri eleştiriliyorum. 'Sen bunu yapıyorsun, sen şunu yapıyorsun, hiç kimseye benzemiyorsun, sınıfın kurallarına uymuyorsun, mahallenin kurallarına uymuyorsun' diye eleştirilirdim. Kendimi bildim bileli hep dışlanmış birisiyim. Şimdi öyle bir dışlanma durumu varsa da umurumda değil. Sen bir toplumu çok ciddiye almayınca, onların içinde ya da dışında olmuşun pek umurunda olmuyor. O aslında mahalle kültürüdür. Türkiye'de herkes bir mahallede yaşar, benim mahallem yok. Ayrıca bu ülkedeki resmi otoritenin sivil iradeyle yer değiştirmesini sağladığı için Ak Parti'yi desteklemek zorundayız.

Bir Mevlana filmi çekecekmişsiniz. Bahseder misiniz biraz?

Bu Mevlana'nın bizim hayatımızdaki yedinci senesi. Senaryo yazma ve okuma süresi yani. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Ben aslında yapacağımız işlerden bahsetmeyi sevmiyorum. Size de bahsetmeyeceğim bundan.

Peki, son zamanda tasavvuf herkesin işlediği bir konu. Bir de tasavvuf felsefesi popüler kültüre kurban ediliyor deniliyor Mevlana'nın popüler olmasının neresi kötü?

İyi anlatılmadığı sürece kötü.

Çoğu da iyi anlatmıyor zaten

Hayır, sen satın almazsın o zaman. Recep İvedik nasıl bir film olarak varsa, Mevlana da olacak. Entel sanat filmleri de olacak. Recep İvedik'e de, Zeki Demirkubuz'a da, Mevlana'ya da bu serbest piyasada yer var. Kimse bu olur, bu olmaz deme hakkına sahip değil. Markette hangi alıcı varsa, ona uygun satıcı olacak. Popüler kültür aslında en değerli kavramdır, kutsal olandır, iğrenç bir şey değildir. Sen çok satın alınmış bir şey yaptıysan, bunda utanılacak bir şey yoktur.

Siz sanat filmlerine de çok iyi bakmıyorsunuz

Yok, ben gerçek bir sanatçının yaptığı bir işin adını sanat filmi koyacağına pek inanmıyorum

Neden?

Sinema zaten büyük bir sanattır, büyük sanatçılar tarafından yapılır. İşin tuhafı beceriksiz olanların yaptığı filmlere sanat filmi deniliyor. Çünkü içinde gerçekten sanat yok o filmlerin. Beceriksiz, yeteneksiz yönetmenlerin yaptığı filmin adına sanat filmi deniliyor. Buna karşılık seyirci de diyor ki: 'Bu beceriksiz bir adam, kendisi beceremediği için işin adına sanat filmi' demiş. Ben de gitmiyorum bu filme.

Türkiye'de iş yapmıyor bu filmler ama Avrupa'dan ödülle dönüyor

Bir kere bu dönem bitti. Yani Avrupa ve Amerika'da takdir görmüş demek, o işin doğru olduğu manasına gelmez. Bir de Avrupa ve Amerika'da her şeyin doğrusu yok. Bazı işlerin doğrusu da doğuda var, bazı işlerin doğrusu Çin'den geliyor mesela, Hindistan'dan geliyor. Eskiden pusula Avrupa ve Amerika'ydı. Artık pusulam bunlar değil. Pusulam kendim. Bir de kendi ülkemde yaptığım filmlerin kimse tarafından sevilmemesini sağlamak bir gurur kaynağı olamaz. İşte bu sanat sineması dünyası bununla gurur duyuyor. Allah'ın sopası serbest piyasada çok güzel çalışıyor, adaleti sağlıyor. Kötüler eleniyor, iyiler kazanıyor.

Filmlerinizden para kazanmak ne kadar önemli?

En önemlisi değil ama en önemsizi de değil. Para kazanmak değil seyirciyle bağ kurmak mühim. O bağı kurunca, seyirci parayla ödüllendiriyor .

Recep İvedik iyi mi o zaman?

Bence Recep İvedik halkın beklentilerine cevap verdiği için para kazanıyor. Sen onun daha iyisini yapabiliyorsan yap.

Ben yapamam da, ya siz?

Yapabilirim. Şimdi niye yapmıyorsunuz dersiniz. Komser Şekspir'i, Propaganda'yı, Berlin in Berlin'i, 14 Numara'yı, Çiçek Abbas'ı yaptım. Yaşımız geldi yetmiyor mu? Akşama kadar sinema hakkında konuşan adamlar var, git onlara sor ne yapmışlar?

Şu an piyasada pek fazla işi yok Plato'nun

Bazen dinleniyoruz işte. Gülse Birsel yeni bir dizi yazıyor. Onun hazırlığını yapıyoruz.

YÖNETMENLİK TAM BİR IZDIRAP

Yönetmenlik sizin için ne demek?

Yönetmenlik Allah'ın bir ızdırabı. Ben hiçbir zaman keyif falan aldığımı hatırlamıyorum. Bu işe keyif diyenler bu işten gerçekten hiçbir şey anlamayan amatörler.

Neden yapıyorsunuz o zaman?

Başka bir iş bilmiyorum ki. Başka bir iş bilsem yapacağım. Yeteneğim buymuş. Dünyada en çok para ödenen yönetmenlerden biriyim. Profesyonel yönetmenlik belki de böyle bir şey. Amatör olarak yapınca herhalde keyif alıyorlar bunlar. Benimki hobi değil ki. Bu Plato'nun taşlarında, tuğlalarında binlerce reklam filmi var.

Üzerine basarak 'entelektüel değilim' diyorsunuz, niye yani entelektüel sinemacı olsanız zararı mı olur?

Yok değil. Çünkü entelektüel olanların, yani okumuş cehaletin etrafındaki kumpasından o kadar sıkıldım ki... Bu kibirli entelektüeller arasında bir gram yerimin olmadığını düşünüyorum. Her şeyi halktan daha iyi bildiğini düşünen, her türlü bilgiye sahip olduğuna inanan, bütün toplumların nasıl olması gerektiğini anlatanlardan sıkıldım. Kendilerini halktan daha üstün görüp, toplum mühendisliğiyle bize işkence yaptıkları yeter gari diyorum.

Yeni sezonda bir yığın film vizyona girdi. Türk sineması altın yıllarını mı yaşıyor?

Bence altından platine, platinden gümüşe, gümüşten bakıra, bakırdan tenekeye doğru gidiyor. Bu sene Vavien'i, Hayat Var'ı ve Nefes'i beğendim. 80 filmin içerisinde üç tane iyi film varsa, orada bir iyileşme yoktur.

AYSEL YAŞA-YENİ ŞAFAK


                                                                                                                             alıntı

HALİT REFİĞ İLE ÇOK ÖZEL


  
Geçtiğimiz günlerde vefat eden Türk sinemasının en büyük yönetmenlerinden Halit Refiğ ile 2 sene önce yaptığımız çok özel röportajı sunuyoruz.
Halit Refiğ ile 3. Datça film festivali sırasında güzel bir sabah kahvaltısında buluşup kendisi ile Türk sineması hakkında konuşma şansı bulabildik.
 
Halit bey, 3. Datça film festivali hakkında ne düşüncelerinizi alabilirmiyim?
Gala gecesi, Datça Anfi tiyatrosunda 2500 kişinin toplandığını öğrendim. 2500 kişinin bir sinema yıldızına gösterdiği ilgi beni çok heyecanlandırdı. Bu sinemaya gösterilen bir sevgidir. Aynı zamanda bizim halkın sevme potansiyelinin ne denli yüksek olduğunu  ortaya çıkaran bir olgudur. Bu sevgi bence çok önemlidir.

Yeni dönem Türk yönetmenleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şunu ifade etmek isterim. Ben bu meslekle ilgilendiğimden ve bu mesleğe girdiğim günden beri beni hep şu konu ilgilendirdi. Sinema toplumsal bir sanattır. Sinemanın oluşumunu çok büyük ölçüde içinden çıktığı toplum belirler. Bir sinemacı, çok büyük ölçüde toplumunun ortak değerlerini sezebildiği ve seyircisi ile bu ortak noktada buluşabildiği ölçüde başarılıdır. Bir başka gerçekte toplumların, Türk toplumunun bir değişim sürecinde olduğudur. Dolayısı ile bir dönem için ortak toplumsal değerlerin başka bir dönemde başka ortak toplumsal değerler haline gelir. Toplumun kendisinin iş yaptığı dönemdeki toplumsal değerleri ne ölçüde anladığı ve sezebildiği ve o istikamette iletişim kurduğu meselesidir.

Bu genellemeler açısından geçmişe bakarsak Türk sinemasın altın cağı olan 60’lı yıllarda ki başarısının sebebi, sinemanın toplumun temel ortak değerlerini kavramış olmasıdır. Mesela aşk, namus, töre, aile  gibi değerler. 40 yıl içinde Türk toplumundan çok büyük değişim yaşadı. 40 yıl önceki toplum ile bugünkü farklıdır. 40 yıl önce tarım toplumu iken bugün sanayi toplumuna geçiş sürecindeyiz. Bu geçiş sürecinden toplumun ortak değerleri de değişmeye başladı. Günümüz genç sinemacıları, toplumsal özellikleri sezme ve hissetmede aynı başarıyı gösteremedi. Başarıyı gösterenler bugünün sinemacıları, toplumunun oluşum sürecini bugünkü ortak değer yargılarını sezip o istikamette film yaptılar.

Bugün dünyada kendi ülkesinde ABD sinemasından daha çok seyirci toplayan yegâne sinema Türk ve Hint sinemasıdır. En çok hâsılat yapan filmler sıralamasının en tepesinde hep Türk filmi var. Bu filmlerin sinematik değerlinin tartışılması ayrıdır. Temel kıstas toplumla ilişkidir. İşin estetiği de hiç kuşkusuz önemlidir ama benim kıstasım toplumla kurulan iletişimdir. Netice itibari ile bunu başarmış olan sinemacıları görüyoruz.

Halit bey, 50’li yıllarda yıldız dönemine girdik. 60’lı yıllar altın çağ idi. 70 ler ise buhran yılı oldu. Sonra duraklama ve eşkıya ile büyük çıkış. Türk sinemasının son 50 yılda yaşadığı bu çalkantılı dönemi yaşayanlardan bir olarak nasıl değelendiriyorsunuz?

50 li yıllara kadar sinemamız gelişemedi. Baktığımız zaman 50’li yıllara kadar elektrik sadece büyük kentlerde idi. Yurdun büyük kısmında elektrik yoktu. Malumdur ki elektrik olmadan sinema olmaz. 50 li yıllarda Türkiye’de tarımda kalkınma açısından bir hareket başladı. Tarımda birinci şart nedir? sulama. Sulama için şart nedir? baraj. Barajlarda elektrik elde ediliyor. Dolayısı ile 50’li yıllarda Türkiye’de yurt çapında elektriklenme yarışı başladı. Ortaya şu sonuç çıktı. Türkiye’de hangi yerleşim birimine elektrik girdi ise oraya sinema geldi. Nerede sinema açıldı ise en derme çatma Türk filmleri bile en gösterişli Amerikan filmlerine tercih edildi. Dolayısı ile elektriklenme ile birlikle sinemanın artışı, sinemanın artışı ile seyircinin artışı, seyircilerden gelen talepler Türkiye’de film sayısının artışına yol açtı. 40’lı yılların sonunda yılda ortalama 10 film yapılırken, 50’ler sonunda bu rakam 50*60 ‘a kadar çıktı. Bu artışın en büyük sebebi seyircinin Türk filmini talep etmesi idi.

60’ların başında sinemada tam bir sistem oturmuştu. Nedir sistem? Film yapımındaki sermaye gücü talebi karşılayacak güçte değildir henüz. Varolan sinema sermaye gücü 25 film yapmaya gücü yetiyorken, film talebi çok fazla idi.. Sermaye yok ama 200-300 film çekilmeye başlandı. Dünya tarihinde olmayan bir sistem oluşuyor. Bono sistemi. Sermaye yok. Filmi meydana getirenlere hemen herkese günlük harcamaların dışında bütün harcamalar film gösterime hazır hale geldikten 3-9 ay sonra verilmek üzere bonolar verilirdi. Bu Türkiye’ye ait Dünya sinema tarihinde benzeri olmayan bir şey. O dönemler Bono’lara güvenilirdi çünkü henüz TRT ile bir rekabet başlamamıştı ve sinema halk kesimi için en ucuz temaşa alanı idi.

70’li yıllardan itibaren önce TRT’nin ortaya çıkması sinema sektörünü sarstı. İlk zamanlar renkli film çekerek veya farklı türde filmler çekerek rekabet edebiliyorlardı. Bu arada Nüfus artışı ve göçlerle oluşan gecekondulaşma, farklı bir seyirci potansiyeli oluşturdu. Ve bu seyirciye yönelik filmler çekilmeye başlandı.

80’li yıllara gelindiğinde sinema sistemi bir sarsıntı geçirdi ama yıkılmadı. Yeşilçam dış pazarlara açılmış. Hülya Koçyiğit yolu ile Yunanistan, Cüneyt Arkın yolu ile İran, Emel sayın yolu ile Arap ülkelerinde girdik.

90’lı yıllarda ie kökten değişim başlamıştı. Özel Tv’ler ortaya çıktı. Star tv  korsan yayın ile hayatımıza girdi. Uydu ile yapılan Star Tv’nin hiçbir kanuni sorun ile karşılaşmaması diğer yayın kuruluşlarını harekete geçirdi. Show, Tgrt, Hbb gibi kuruluşlar bir anda türemeye başladı. Kısa zamanda bir birleri ile rekabete girişen bu kanallar bir şeyi fark ettiler. Eski Türk filmleri inanılmaz bir reyting alıyordu. Ve böylelikle eski filmleri toplamaya ve yayınlamaya başladılar. Bu yarış halkı tamamen sinemadan kopardı. Türkiye’ deki sinemalar 90 yılında 3000 iken, 1995 e gelindiğinde 300’lerin altına indi. Özel yayıncılık ile sinema seyircisi evine kapanınca sinema salonları kapandı ve işyerleri haline geldi. 95’li yıllarda itibaren Televizyonlar kendi filmlerini yapmaya başladılar. En iyi örnek Yavuz Turgul. Hem Televizyon geçmişi hem de nostaljik Türk sineması geçmişi olan Turgul, Bu 2 konsepti birleştirip Eşkıya filmini ortaya çıkardı. Böylece yeni bir dönemi başlattı. Artık  piyasada yeni bir yönetmen türedi. Yeni ortamda her kişi kendi becerisi sinema yapmaya başladı. Sermayesini kendisi buluyor, ekibini kendi kuruyor, kendi pazarlamasını kendi yapıyordu. Durum tamamen bireysel başarılar haline dönüştü. Eski ekip çalışması yerine bireysel çaba ve başarı ön plana çıktı. 300’lü rakamlarda film çekilmedi bir daha ancak yinede bu şekilde yapılan filmler seyirciden büyük ilgi görmesi ve yılda 30-40  film çekilir hale geldi. Bu noktada sözü tekrar aşa getiriyorum sinema toplum ilişkisi. Sinemanın oluşumun birinci derecede etkileyen toplumsal özellikler çerçevesinde filmler yapılıyor. Bugünkü toplum yapımız eskisinden farklı olduğu için bugüne has filmler üretilmektedir.

Yeşilçam sinemasının asıl sırrı nedir?
Türk insanının milyonlarca dolara mal olan Hollywood filmlerinin yerine çok zor şartlar altında çekilen Türk filmlerini beğenip ona rağbet etmesinin altına yatan sebep şu idi.Amerikan filmleri her zaman bireysel mutluluğun peşinde idi. Adam bir şekilde para kazanıyor ve ve en güzel hayatı yaşıyor. Bizim filmlerde ise bireyin birden zengin olması ve şımarması onun toplumdan uzaklaştırılması anlamına geliyor. Birey ailesinden ve cemaatten kopuyor. Türk insanı gerçek hayatta bu değerleri yaşatma mücadelesi verdiği için, bu ‘Yeşilçam’ filmlerini seviyor; onlardaki kahramanlarla özdeşleşiyor. Anladım ki bizim toplumumuz Batı toplumundan temelden farklıdır.”

Devletin Kültür, sanat ve sinemaya bakış açısından bahsedermisiniz?

Türkiye’de devlet sanat ve kültür konusunda yapması gerekeni yapmıyor. Hiçbir iş yapmıyorlar demiyorum. Fakat katiyen benim şahsi görüşüme göre TC devleti, kültür alanında yapması gerekeni yapmıyor. Devletin kültür konusunda piyasa şartlarından farklı düşünmesi gerekiyor. Siz serbest ekonomiyi örnek gösterip karışmamak gerektiğini öne sürebilirsiniz. Ancak  devletin piyasa’nın ötesinde toplumun uzun vadede güvenliğini, esenliğini, dirliğini, düzenini sağlayacak tedbirler alması gerekir. Maalesef Türkiye’deki demokrasi anlayışı devletin asli görevlerini unutur hale gelmesine sebep oldu. Meselelere bir tarafa bırakıp gündelik piyasa şartlarına göre hareket etmesi devlet ve sinema açısından acıklı bir durumdur.

 
Gelelim son soruya. Hep merak ettiğim bir konudur. Cüneyt Arkın ile nasıl karşılaştınız, ilk tepkiniz ne idi. 2 sene sonra tekrar karşılaştığınızda neler oldu? Bize anlatırmısınız?
1963 yılında Eskişehir 1.Hava üssünde “Şafak bekçileri” filmini çekerken, filmde yan rollerde, bir gerçeklik duygusu uyandırmak için gerçek hava subaylarını oynatmak istedim. Bu durumda hava subayları kim olabilir diye etrafıma bakındım. Adı Fahrettin Cüreklibatur olan genç subay dikkatimi çekti. Kendisi aslen doktor olup yedek subaylığını teğmen olarak yapmaktadır. Çok gösterişli bir fiziği vardı. Kendisine durumu açtım ve olumlu cevap verdi.  Ama tam çekimlerin başlayacağı gün ani bir görevle garnizon dışına çıktı. Bu sefer yerine başka bir subayı, yüzbaşı Ozan Polat’ı  oynatmak durumda kaldım. Fahrettin’e herhangi bir kart veya adres vermedim. Neyse efendim film süreci bitti, vizyona girdi derken “Gurbet kuşları”nın hazırlık sürecine başladım. O sıralar Şişli’de oturuyorum.  Bir gün kapım çalındı. Sivil kıyafetlerle bir baktım Fahrettin Cüreklibatur. İlk önce tanımakta zorlandım kendisini. Şaşkınlığımı üzerimden attım.  Bana “ O zamanlar bana bir teklifte bulundunuz ve ben görevim itibarı ile oynayamamıştım. Ben şimdi terhis oldum ve talebinizi karşılayabilirim” dedi. “Aman kardeşim bakın siz doktorsunuz çok değerli bir mesleğiniz var, sinema şok güvenilir bir alan değildir” dedim. “Yok siz bana söz verdiniz bunu yerine getirmeniz gerekir” dedi. Böylece “Gurbet kuşları”nda büyük abi rolünü ona oynatmaya karar verdim. Cüneyt Arkın ismini Vecdi benderli dostumuz buldu. Cüneyt Gökçer’in cüneyti ile kitapçı Ramazan Arkın vardı, onun Arkın’ını aldık. Fahrettin Cürekli batur sinema için iyi bir isim değildi.
 İyiki de oynattınız ve Türk sinemasına dev bir sanatçı kazandırdınız.
Cüneyt Arkın’ın yakışıklığı bir tarafa, atletik kabiliyeti ve sürekli kendisini geliştirip yenilemesi bakımından gerek Türk, gerekse Dünya sinemasında eşine rastlanmayacak özelliklere sahip bir sanatçıdır.  Ne Hollywood ne Bollywood’da eşine bir daha rastlayamayız.

                                                                                                                                  Alıntı

Ferzan Özpetek ile Röportaj



PRENSESLERLE YEMEK YEDİM, SOKAKTAKİ İNSANLARLA UYUDUM


Hem Türk hem de İtalyan vatandaşı... Filmlerle Avrupa'nın en önemlileri arasında gösteriliyor.

Son filmi Saturno Contro yakında gösterime girecek olan Ferzan Özpetek "40 yaşından sonra yolun yarısını geçtiğinizi anlıyorsunuz ve artık dostlarınız çok önemli hale geliyor" diyor. Roma ve İstanbul arasındaki hayatını ise "Çok kültürlü olunca kafandaki açılar değişiyor. Bir yere ait olup aslında her yere ait olmak çok güzel" sözleriyle anlatıyor.

Ferzan Özpetek 3 Şubat 1959'da İstanbul Kalamış'ta doğdu. Çocukluğunu ıhlamur ağaçları olan bir bahçede geçirdi. Yaşadığı mahallede hem kilise hem de cami vardı. Muslukçuları Ermeni, komşuları Rum ve Müslümandı. Yani çok kültürlülüğe çocukken alıştı. Daha 7 yaşına girmemişti ama sinemanın ne olduğunu merak ediyordu. Israrlarına dayanamayan anneannesi sonunda onu sinemaya götürdü. İzlediği filmin adı Kleopatra'ydı. Anneannesinin sırtında uyuyakalmış eve dönerken rüyasında filmin karelerini görüyordu. Ardından ilkokula başladı. Öylesine yaramazdı ki öğretmeni Melahat Hanım okuldan alınmasını istedi. Ferzan okulunu değiştirdi. Ancak Melahat öğretmeni acı bir sürpriz bekliyordu. Tayini çıkacak ve Ferzan'ın naklolduğu okula gidecekti. Üstelik Ferzan'ın sınıfına öğretmen olarak atanmıştı. Ferzan Özpetek için yine bir ayrılış söz konusuydu. Küçücük çocuktu ama üçüncü okuluna kayıt ettirildi. Aradan 3 ay geçmesine rağmen bu kez kimse annesi Nesrin Özpetek'i çağırmıyordu. Ta ki Ankara'dan bir heyet okula gelene kadar... O gün okuldan telefon geldi ve Nesrin Hanım yüreği ağzında müdürün odasına girdi. "Ferzan yine yaramazlık yaptı, değil mi?" diye sorduğunda müdür bambaşka bir cevap verdi. "Hayır. Ankara'dan gelen heyet öğrencilerin zekasını ölçtü ve sizin oğlunuz üstün zekalı çıktı" dedi. Duyduklarına inanamadı ve şımarmasın diye bu gerçeği Ferzan'dan yıllarca gizledi. Ferzan Özpetek, 14 yaşına geldiğinde annesi ve babası boşandı. Ama aynı evde yaşamaya devam ettiler. Özpetek'e ayrılığı ve kopamamayı öğreten de işte bu evdi.

GAZETECİ TAKLİDİ YAPTI

Ferzan Özpetek, 17 yaşına geldiğinde babasına "Üniversite okumayacağım. İtalya'ya gidip sinema eğitimi alacağım" dedi. Önce Perigua'da Yabancılar Üniversitesi'de İtalyanca, ardında da Roma'da La Spaienza Üniversitesi'nde sinema tarihi, Accademia Navano ve d'Arte Drammatica'da sanat tarihi ve kostüm eğitimi aldı. Eğitim tamamlanmıştı ama bir eksik Ferzan'ı rahatsız ediyordu. Bir an önce sektöre girmek ve pratik yapmak istiyordu. Ama nasıl? Aklına bir fikir geldi. İtalyan yönetmenleri arayacak, gazeteci olduğunu ve röportaj yapmak istediğini söylecekti. Böylelikle hem onlarla tanışacak hem de röportajın sonunda "Asistanınız olabilir miyim?" diye sorabilecekti. Bir kaç röportajda istediği cevabı alamadı ama bir gün Julien Beck ona "Evet" dedi. Bu cevapla birlikte Ferzan Özpetek'in sinema serüveni başladı. 1996 yılında ilk filmi Hamam'ı, ardından Harem Suare, Cahil Periler, Karşı Pencere, Kutsal Yürek ve Mart ayında vizyona girecek Saturno Contro (Satürn Ters Açıda) filmlerini yaptı. Birçok büyük ödül aldı. O artık yalnızca Avrupa ve Türkiye'nin değil, dünyanın önde gelen yönetmenlerinden biriydi.

Hiç kuşku yok ki geriye dönüp baktığında Ferzan Özpetek'in 6.5 yaşında izlediği ilk film Kleopatra'nın onun hayal dünyasını genişletip bir gün dünyanın en ünlü yönetmenleri listesine sokacağını kendisi bile tahmin edemezdi. Bayram tatili için İstanbul'a gelen Ferzan Özpetek PazarVatan'a kendi hikayesini anlattı.

Çocukken evden kaçıp birilerinin sizi bulmasını beklermişsiniz...

"Ben gidiyorum" diye mektup yazıp saklanırdım. Saatlerce beklerdim. Ama kimse beni aramazdı. Sonunda kendim çıkardım ortaya.

Genelde nerelere saklanıyordunuz?

Aslında herkesin çok rahat bulacağı yerlere. Çoğunlukla yatağın altına. Bir defasında saatlerce yatağın altında bekledim. Hatta kedinin biri gelip yanımda doğurdu. İnanılmaz bir olaydı.

Neden saklanıyordunuz?

Bilmem. Ama hâlâ saklanıyorum. Aslında bütün filmlerimin gizli başrol oyuncusu benim.

Kardeşleriniz mühendis olduğu için babanız önceleri sizin işinizi önemsememiş...

Onları mühendisler diye tanıtıyordu. Bana gelince "Soytarı İtalya'ya gitti" diyordu. Ama bir gün ona "Senin soyadın Özpetek. Ferzan Özpetek'in neyi oluyorsun" diye sormuşlar. O da "Babası" demiş. Ondan sonra beni ciddiye aldı.

17 yaşında İtalya'ya gidip buralara gelmek konusundaki boşlukları dolduralım. Kendini dünyaya tanıtmak için ne yapmak gerekiyor?

15 yıl yönetmen asistanlığı ve yardımcılığı yaptım. Eğer Türk'sen ve İtalya gibi sinema alemi kapalı bir ülkedeysen başarılı olman için çok çalışman gerekiyor. Orada aranılan, iyi para ödenilen bir yönetmen yardımcısı haline gelirsen işin kolaylaşıyor. Ben çalıştığım ilk filmde yönetmenin sorabileceği her şeye hazırlanıp gidiyordum. Alternatif mekan önerileri sunardım. Çünkü kendimi gösteriyordum. İlk filmim Hamam'ı çekerken kamera bozuldu, film bitti, ışık seti arızalandı. Herkes çok paniğe kapıldı ama ben duruma çok hakimdim. Çünkü bunlara alışıktım. Ama o gün "İyi ki 15 yıl yönetmen yardımcısı olmuşum" dedim. Yoksa mahvolurdum.

BAŞARIM YÜZDE 60 ŞANS

Yani başarı için sürünmek lazım...

Kesinlikle. Asistanlığımdan önce babamla kavga ettik ve bana yolladığı aylığı kesti. Bulaşıkçılık yaptım. Ansiklopedi sattım. Garsonluk yaptım. Bir dönem parasız yaşadım. Yönetmen yardımcısıyken de herkes tatil yaparken ben hafta sonları senaryo yazdım. Bence zaten yüzde 40 yetenek, yüzde 60 şans benim başarım.

Şansa bu kadar yüzde vermek kendinize haksızlık değil mi?

Film çekimi sırasında 18 saat ayakta duruyorum. Hep çalışkanımdır. Ama bunu yetenek olarak görmüyorum. Şans ki o filmi çekiyorum.

Nelerden besleniyorsunuz?

Yaratıcılığı kamçılayan bir şey var. Ben bu yaşımda çok mutluyum ve hayat ne güzel diyorum. Ama neşemin içinde bir melankoli var. Hayatın bana verdiği acılar ve hüzün var. Çok tuhaf bir duygu bu. Ama beni besliyor. O olmazsa ben zaten bu filmleri yapamam.

Acı mı besliyor sizi yani?

Kesinlikle. Mesela çok sevdiğin bir insanı kaybetmek zor bir şey ama bunun yanında beni çok düşündürüyor.

Son filminizde 40 yaşlarında artık aşık olmadıkları halde birbirinden kopamayan çiftleri anlatıyorsunuz. Bu ailenizin hikayesi mi?

Saturno Contro için çıkış noktam tamamen kendi hayatımla ilgili. Çünkü benim hayatıma giren biri kolay kolay çıkamaz. Aşk çok önemli bir şey ama ondan daha önemlisi dostluk. Param var, kariyerimin zirvesindeyim ve şöhretliyim. Ama dostlarım olmazsa ben bir hiçim. İtalya'da yönetmen ve oyuncu bir arkadaşım var. Geçenlerde şarhoşken evinin merdivenlerinden düşmüş ve 14 saat sonra hizmetçisi bulmuş. Orada bu adamı bulacak kimsenin olmaması beni çok düşündürdü.

KENDİME YENİ AKRABALAR SEÇTİM

Siz buna dayanamazsınız değil mi?

Hayatımda en çok korktuğum şeylerden biri... Başıma bir şey gelse 10 dakika sonra dostlarım orada olur. Onların olması bana güven ve kuvvet veriyor. Bugün artık kimse ailesini yanında istemiyor. Ama benim dostlarımla kurduğum ilişki 50 yıl önceki aile ilişkilerine benziyor. Oturduğum apartmanda hep arkadaşlarım otursun istiyorum ve onlar oturuyor. Sanki bir konakta yaşıyor gibiyiz. Genelde beraber yemek yiyoruz. Hepimiz farklı meslek gruplarındanız. Akrabalarını seçemezsin. Halbuki benim yeni akrabalarım kendi seçtiğim insanlar.

Yalnızlıktan çok mu korkuyorsunuz?

Kalabalıkların arasında yaşasam bile insanın kendine özgü bir yalnızlığı, melankolisi var. Mutlaka belirli bir zamanda yalnız kalabilirim ama en azından avunacak bir şey var elimde. Son 6 yılımı harika dostlarla geçirdim. Bu günler yanıma kâr diyeceğim.

PROFESYONEL OLAMIYORUM

"40 yaş hayata yeniden başlamaktır" diyorsunuz. 40 yaş nasıl değiştiriyor insanı?

Değerlerin çok değişiyor ve geriye çok fazla zaman kalmadığını anlıyorsun. Eskiden 60 yaş bana çok yaşlı gelirdi. Ama artık gelmiyor. Çok değişik, hoş bir çocukluğum, ağırlıkları ve acıları olan bir gençliğim oldu. 17 yaşında bir çocuktum ve İtalya'da yaşıyordum. Prenseslerle yemek yiyip sokaktaki insanlarla uyuduğum oldu. Çünkü dostluklarım her şeye açık. Bu nedenle çok mutluyum. 40 yaş bunları düşündürüyor işte insana.

Peki bu filmler böylesine yoğun bir duygusallıkla nasıl yapılıyor?

Ben bir profesyonel değilim. Amatör kaldım. Mesela film çekimleri sırasında filmin başrol oyuncusunun iki defa üstüste telefonu çaldı. Ben de şakasına "Aa kim bu?" dedim. Bana ters ters baktı. 3-4 gün sonra bir sahne çekecektik. "Sana kırgınım. Bu sahneyi sonra çekelim. Profesyonelce davranamıyorum" dedim. Herkes gülmeye başladı ve "İyi ki amatörsün" dedi. Mesela sette bir sahne çekiyorduk ve o kadar çok ağladık ki sadece 3 tekrar yapabildik, sonra durmak zorunda kaldık.

SERRA'NIN ÖPÜŞMESİ BİTMEDİ

Sizin setleriniz çok eğlenceliymiş...

Cahil Periler'in setinde sabahtan akşama kadar güldük, yemekler yedik, şakalaştık, aşklar yaşandı. Harika bir setti.

Saturno Contro seti de öyleymiş. Tüyoyu Serra Yılmaz'dan aldım...

Serra Hanım maşallah çok ayartıyordu herkesi. Serra'nın bir öpüşme sahnesi vardı. "Stop" diyorum halen devam ediyor. Serra "Yeter" diyorum. Hiç dinlemiyor. Meğer çocuk çok hoşuna gitmiş. Ama bu sahne filmde yok.

Gözünüzü kapatın ve ilk sinemaya gittiğiniz günü hatırlayın. Bugün ne hissettiriyor?

Bir böcek uçuyor ama bilime göre o böceğin ağırlığına ve kanatlarının büyüklüğüne göre uçması imkansız. Ama o böcek uçuyor çünkü uçamayacağını bilmiyor. Bugüne kadar ben de öyle uçtum. Ama şimdi uçamayacağımı bilerek uçuyorum. Aradaki fark bu...

CEM YILMAZ'A BAYILIYORUM

Oyuncularınızı nasıl seçiyorsunuz?

Hayatımda deneme filmi çekmedim. İçgüdüyle hareket ediyorum. Son filmimde İtalya'nın starları çok küçük rollere sahip. Ben onlara teklif götürdüm. Normalde bu kadar küçük bir rolü kabul etmezler ama "Ferzan sen iste" dediler. Çünkü benimle çalışan oyuncular İtalya'da ödülleri silip süpürüyor.

Türkiye'de film çekecek misiniz?

Harem Suare filminde Yıldız Sarayı'nda çekim yaparken kovdular beni. Cahil Periler filmimi çekerken İtalya'da bir müzede çekim yapmak istedim. Yapımcılar izin almak için gittiklerinde "Burada kimseye film çekimi için izin vermiyoruz" dediler. Yapımcım "Ferzan buna çok üzülecek" dediğinde müdür, "Ferzan Özpetek mi? Onun için izin çıkarabilirim" demiş. Bunu duyduğumda çok ağladım. Film için New York Times bana röportaja geldiğinde müzede müdürle birlikte röportaj verdik. Böylece müzenin tanıtımı oldu. Türk bürokrasisine bunu anlatamadım. Bilinçaltımda Türkiye'de film çekmek zor fikri var. Ama bunu aşacağım. Çünkü çalışmak istediğim oyuncular var.

Kimler onlar?

Cem Yılmaz'a bayılıyorum. O benim favorim. Çok dahice olan yanları, üstün bir oyunculuğu ve inanılmaz bir komedyenliği, bunların yanı sıra zekasının verdiği bir melankolisi var. Cem'in bir yalnızlığı, izole hali çok şeyler çıkartabilecek bir oyuncu yapıyor onu. Şerif Sezer ve Derya Alabora gibi isimlerle de çalışmak isterim. Türkan Şoray zaten bir efsane.

SULTAN'IN GÖZLERİNİ KULLANDIM

Türkan Şoray'la çalışacak mısınız?

Türkan Şoray, Sultanım diyeceğim bir kişi benim için. Son filmimde de ona bir gönderme yaptım, gözlerini kullandım. Bakalım ne diyecek.

Türkler'e göre İtalyan, İtalyanlar'a göre Türk'sünüz. Sizin için bir aidiyet gerekli mi?

İnsanlar bir yere ait olmak istiyorlar ve sana bir etiket yapıştırıyorlar. Bense bunun tam tersi bir adamım. Ben tek sevdiği, tek annesi, tek ülkesi ve tek lisanı olanlara ne yazık diyorum. Çünkü benim için önemli olan çokluk. Çok kültürlü olunca kafandaki açılar değişik işliyor. Bir yere ait olup aslında her yere ait olmak çok güzel. O kadar şanslıyım ki, İstanbul gibi bir şehirde doğmuşum ve Roma gibi bir şehirde yaşıyorum. Ama sonuçta kendimi Akdenizli olarak görüyorum.

AVRUPA'NIN BİZE İHTİYACI VAR

İtalya'da Türk olmak nasıl?

60-70'li yıllarda Kalamış gibi bir yerde oturmak zaten sana çok kültürlülüğü getiriyor. İtalya'da bir yere cami yapılmasına karşı olan bir politikacı vardı. "Bizim halkımız camiye alışık değil" dedi. Ben de "Çok şanslıyım. Ayrıca sizden daha üstünüm. Çünkü hem camiye hem de kiliseye alışığım" dedim. Adam bana garip garip baktı. "Ben kilise çanlarıyla ve müezzinin sesiyle büyümüş bir insanım. Türkiye dinlerin birbirine karışmasına alışık bir ülke. Alışık olmayan sizsiniz. Türk halkı dinine düşkün insanlara başka bir dine mensup olsa bile çok saygı duyar" dedim. Ben böyle önyargılara çok kızıyorum. Ama "Türkiye'de bir papaz öldürüldü" dedikleri zaman utanıp sıkılıyorum.

Türkiye'nin Avrupa Birliği macerası İtalya'dan nasıl gözüküyor?

Artık şunu kabul etmek lazım. Avrupa'nın Türkiye'ye ihtiyacı var. Ok yaydan fırlamış durumda ve geri dönmesi çok zor. İki tarafında birbirine karşı zorunlulukları var. Açıkçası Romanya, Bulgaristan Avrupa'ya giriyorsa Türkiye'nin girmemesi çok komik. Yüz bin kere üstün bir kültür ve bakışımız var. Küçük izole olmuş bir takım olaylar yüzünden Türkiye'yi batırmaya çalışıyorlar.

İtalyan basınıyla aranız nasıl?

Benim hakkımda çok iyi şeyler yazıyorlar. Ama saldıranlar olduğu zaman da anlıyorum ki çok meşhur olmuşum. Ama bu tip tepkilerin olması normal. Çünkü adamın biri Türkiye'den gelmiş İtalya'nın en iyi kazanan, en çok ödül toplayan, en iyi filmlerini yapan, filmleri çok iş yapan, herkesin bayıldığı bir herif olmuş çıkmış ortaya. Ben de olsam kendimi kıskanırım. Kızarım bir de... İtalyan da değil ama İtalya'nın önemli yönetmenlerinden birisi sayılıyor diye. Türkiye'ye geldiğim zaman "Bu İtalya'da yaşıyor bize ait değil. Gitsin İtalya'da film yapsın" diyorlar. Valla bunları umursamıyorum.


Bağış yaparlarsa reklam işlerine gidiyorum

Beni defilelere çağırıyorlar. "Bilmem ne modacısının tasarımlarını 3 yönetmene giydiriyorum, gel" diyorlar. İnanılmaz paralar teklif ediyorlar. Hep "Hayır" dedim. Son zamanlarda bir telefon firmasının kısa film yarışması yapılıyor. Bana da "Buraya gelip bu marka telefonlardan bahsedip seçtiğiniz filmi söyleyip gideceksiniz" diyorlar. Karşılığında da çok büyük paralar ödüyorlar. Artık kabul ediyorum bu teklifleri. Ama bir şartla. İtalya'da sokakta yaşayanlara yemek veren bir kurum var. O kuruma "Verdiğiniz paranın şu kadar fazlasını yatırırsanız geleceğim" diyorum. O zaman o tip işlere yönetmen Ferzan değil de, başka biri gidiyormuş gibi hissediyorum. Bu amaç dışında asla işim hariç başka bir yerde görünmek istemiyorum. İtalya'nın en çok kazanan yönetmenlerinden biriyim ve benim için değer ölçümü bana verdikleri para. Ama diğer yandan da beni ilgilendirmiyor. Çok tuhaf bir ilişkim var parayla. Ben genelde yardım ettiğim kişileri tanıdıklarım arasından seçiyorum.


Çocuklarımıza çok kötü bir dünya bırakıyoruz

Yeni doğan çocuklara çok kötü, iğrenç bir dünya bırakıyoruz. İnsanlar villa yaptıracaklar diye şehir, Boğaz bina yığını haline geldi. Yeğenlerim 20 yaşına geldikleri zaman belki beni ve ağabeyimi suçlayacaklar ve bize "Niye hiçbir şey yapmadınız doğanın bozulmaması için" diyecekler. Bize hesap soracaklar. İnsanlar sağ-sol, cinsellik, para bunlarla uğraşıyor ama bir yandan da dünya gidiyor. Bu çok çok ağır, acı ama kimse bir şey yapmıyor. Her gün ormanlar yanıyor, birileri gelip ağaçları kesiyor. Ama bir taraftan beni acı acı gülümseten bir şey var. Gaz, petrol, fiyatlar, dinler tartışılıyor. Ama o erken yıkılan Berlin Duvarı'ndan sonra bir sürü gözükmeyen, çok daha derin olan duvarlar çıktı dünyada. Bütün Avrupa'ya Amerika'ya diz çöktürtecek bir şey gelecek. Çin bütün dünyayı acayip şekilde kirletiyor. Bu benim bir yandan hoşuma gidiyor. Çünkü bu kadar aptal şeylerle vakit kaybeden insanlara bir intikammış gibi geliyor.


Yeni film Mart ayında vizyonda

Ferzan Özpetek yeni filmi Satorno Contro'da (Satürn Ters Açıda) insanların hayatla hesaplaşma vakti geldiği andaki ruh hallerini ele alıyor. 40'lı yaşlarında çiftlerin ayrılmazlığı, hiç bitmeyen birliktelikler ve birbirini hiç bırakamayan çiftleri anlatan film, İtalya'da Mart ayında vizyona giriyor. Türkiye'deki gösterim tarihi ise henüz belli değil. Filmde Pierfrancesco Favino, Margherita Buy, Stefano Accorsi, Isabella Ferrari, Luca Argentero, Ambra Angiolini, Ennio Fantastichini, Serra Yılmaz, Milena Yukotovic, Lunetta Savino, Luigi Diberti, Michelangelo Tomasso oynuyor.


kaynak: vatanim

                                                                                                                                         Alıntıdır