sine-magazin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sine-magazin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ağustos 2013 Cuma

İşte Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin bu yılki afişi

Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Antalya Kültür Sanat Vakfı işbirliğiyle 4 – 11Ekim 2013 tarihlerinde gerçekleştirilecek 50. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin tanıtımlarında kullanılacak tasarımlar belli oldu.

50. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin tasarım sponsoru Bytrion tarafından hazırlanan afişte, herhangi bir ek figürasyona ihtiyaç duyulmadan 50 yılın gücü, anlaşılır-abartısız bir dil, sade-şık bir semiyoloji ve kaygısız-güçlü bir ifadeyle veriliyor.

ALTIN YILA ALTIN RENGİ VURGUSU

Afişin genel rengi olarak kurumsal yapının ve asaletin rengi lacivert valör (tonlu kullanım) seçilmiş. Valörlü kullanım festivalin ulusal ve uluslararası yönünü vurgularken statik yapıyı kıran, gelişen, merkeze doğru aydınlık etkisi oluşturan, ufka doğru sonsuzlaşan bir etki yaratmakta. Afiş üzerindeki diğer öğelerde, festivalin ismiyle örtüşen, festivale değer katan altın rengi kullanılıyor. 50. yıl logosunun merkezine yönelen altın tanecikleri dönemlerini aydınlatan önceki festivalleri sembolize etmekte.

PORTAKAL'A BAYTRION DESTEĞİ 

Bir Antalya firması olan Bytrion 2009’dan bu yana Altın Portakal’a Tasarım Sponsoru olarak destek sunuyor. Aralık 2003 yılında kurulan Bytrion Reklam Hizmetleri; “Tam Hizmet Reklam Ajansı” olarak faaliyet göstermenin yanı sıra kreatif hizmetler, projeler, festival ve seçim organizasyonları çalışmalarında da yer alıyor.  Sektörün nitelikli firmalarının oluşturduğu Reklam Platformu’nun kurucu üyesi olan Bytrion, mesleki ve toplumsal gelişimlere öncülük eden projelere verdiği destekle tanınıyor.

kaynak: turizmguncel.com

27 Haziran 2013 Perşembe

TDK'dan tarihi film ve dizilere "dil desteği"

Türk Dil Kurumu (TDK) Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaçalin, talep halinde tarihi film ve dizilerde kullanılan dil konusunda destek verebileceklerini belirterek, "Önümüzü açsınlar. Arkamızda malzememiz, önümüzde hedefimiz var. Hiçbir şeyden eksiğimiz yok" dedi.

Kaçalin, Onuncu Kalkınma Planı'ndaki, "Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın önüne geçmek amacıyla bilim, eğitim, öğretim ve yayın kuruluşları başta olmak üzere, hayatın tüm alanlarında Türkçenin doğru ve etkin kullanımı sağlanacaktır. Türkçe'nin dünyada tanınan ve daha fazla konuşulan bir dil olmasına yönelik çalışmalar desteklenecektir" hedefine ilişkin açıklamalarda bulundu.

Bunun sevindiriciliği kadar dikkat edilmesi gereken bir durum olduğunu ifade eden Kaçalin, "Türkçe'yi yaşatacağız deniyorsa Türkçe can çekişiyor anlamına da gelebilir" görüşünü savundu.

"MEKTEBE, İMTİHANA NE OLDU?"

Tüm vatandaşların dili kullanma konusunda özen göstermesi gerektiğini vurgulayan Kaçalin, Türkçe kelimeleri tercih etmenin önemine değindi. Kaçalin, "Mektep, bütün Orta Asya'da 250 milyon Türk arasında kullanıyordu. Mektebe ne oldu da Fransızca okulu kullanıyoruz? Ne oldu da imtihan kalktı, yerine sınav geldi? Tarihimizi reddedersek yeni tarih oluşturamayız, o zaman her şey biter ve bu Türkçeyi de kimse öğrenmez, asıl problem buradadır" değerlendirmesinde bulundu.

Türkçe'yi öğrenmek isteyen yabancı sayısının gün geçtiktçe arttığını vurgulayan Karaçalin, "Türkiye insanında, coğrafyasında, hayatında başkalarında olmayan özellikler var. Biz içinde yaşadığımız için farkına varamıyoruz ama pek çok kişi, rehabilite olmak için ülkemize gelmek istiyor" diye konuştu.

DİZİ VE FİLMLERE DİL DESTEĞİ

Kaçalin, talep halinde tarihi film ve dizilerde kullanılan dil konusunda destek verebileceklerini belirterek, "Önümüzü açsınlar. Arkamızda malzememiz, önümüzde hedefimiz var. Hiçbir şeyden eksiğimiz yok" dedi.

TDK'nın "Türk Dili" belgeseli yapacağını bildiren Kaçalin, senaryo yazım aşamasında olduklarını söyledi. Kaçalin, şu bilgileri verdi:

"Filmde, Orhon metinleri, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Ali Şir Nevai, Dede Korkut Fuzuli, Mısır ve Kazan'a yer verilecek. Bizim birçok kitabımız Bulak matbaasında basıldı, birçok kitabımız da Kahire kütüphanesindedir. Kıpçaklardan bu yana Mısır'da büyük yadigarlarımız var. Kaşgar, Herat, İstanbul, kuzeyde Kazan güneyde Kahire ve Bağdat, Şam bizim. Urfa'ya kadar olan bölge Türklerin Anadolu'ya ilk geldiği coğrafyadır, orayı da yabana atmamak lazım."

kaynak: hurriyet.com.tr

26 Haziran 2013 Çarşamba

Stewart Filmi Yanlış Senaryo Yüzünden İptal Edildi

Üç kez dünya şampiyonu olmuş eski Formula 1 pilotu Jackie Stewart'ın hayatının konu edileceği film iptal edildi.

Filmin iptal edilmesine senaryoda Stewart'ın takım arkadaşı Francois Cevert ile Stewart'ın eşinin ilişki yaşadığı öne sürülmesini Bayan Stewart'ın kabul etmemesi neden oldu.

Brokeback Dağı filminin yapımcılığını da üstlenen William Pohlad tarafından yönetilmesi beklenen film üzerinde üç senedir çalışıldığı belirtiliyor.

Helen Stewart, bir gazeteye verdiği demeçte, kendisi ve Cevert'ın olduğu uydurma bir senaryoya onay veremeyeceğini söylüyor. "Çok iyi bir film olacaktı ama onlar benim Francois Cevert ile bir ilişkim olduğunu yazmak istediler... Bunu yapmalarına izin veremezdim çünkü öyle bir şey yok." "Eğer doğru olsaydı, muhtemelen filmin en heyecan verici bölümü olacaktı. Ama doğru değil. Francois, Jackie'nin ve benim çok iyi arkadaşımızdı. Ama onlar bundan bir hikaye uydurmak istemişler. Tam bir çılgınlık." "Francoi,s zamanında Fransa'nın en heyecan verici erkeği olarak tanımlanırdı.  Onunla birlikte çok eğlenirdik. Çocukları çok severdi. Birlikte olduğumuz herkesi çok severdi. Harika bir kız arkadaşı vardı."

"Jackie ve ben çocukluğumuzdan beri birbirimizi severiz. 50 yıldan bu yana mutlu bir evlilik geçirdik. Jackie ile 16 yaşımdayken tanıştım ve evlendiğimde 21 yaşındaydım. İki çocuğumuz, dokuz da torunumuz oldu."
"Her neyse. Bu film çekilmeyecek. Projenin mahvolmasının tek nedeni de bu."

Geçen sene film hakkında konuşan Jackie Stewart ise bu filmin 1973 Amerika GP'si sıralamalarında bir kaza nedeniyle hayatını kaybeden Francois Cevert'a çok iyi bir övgü olacağını söylemişti.

"Bana kalırsa iyi bir film olacak. Üzerinde çok sıkı çalışıyorlar. Hikaye, normalde birbirine karşı yarışan iki takım arkadaşının nasıl olup da bu kadar yakın dost olduğu üzerine kurulu. Ben aramızdaki harika ilişkiyi onlara anlattım. İzleyenler çok gözyaşı dökecek."

Özge Yamak
kaynak: trf1.net

1 Kasım 2011 Salı

Türkiyede Sinema Eleştirisi

Ülkemizde ilk sinema eleştirisi
1918 yılının genç tiyatrocusu Muhsin Ertuğrul tarafından, kendisinden daha genç
bir yönetmenin, Sedat Simavi’nin ilk filmi “Pençe” (1917) için yapılır.
Ertuğrul, Berlin’de edindiği sinema bilgilerinin ışığında “Temaşa” adlı
tiyatro dergisinde zehir zemberek bir yazı yazar. Türk sinema tarihinin ilk film
eleştirisinde şunlar yazılıdır:
“… Pençe namıyla ortaya
atılan o saçma sapan şeylerin birbirine eklenmesinden mütehassıl şerit,
memleketimizde yalnız sanayi-i nefise müntesiplerini değil, her Türk’ü
utandırmıştı. Herkes, pek bi-gane, olumsuz bu sanata karşı, biraz daha az
bala-pervaz olmamızı haysiyet-i milliye namına temenni
ediyordu…”

1919 yılının Haziran ayında Muhsin
Ertuğrul Almanya’da bulunmaktadır. Bu nedenle “Temaşa”nın “mutalaat”ı “İ.G.”
imzasını kullanan İ. Galip (Arcan) tarafından kaleme alınmıştır. İ. Galip Arcan,
Ahmet Fehim Efendi’nin “Mürebbiye” adlı filmini eleştirmiş ve yapılan çalışmayı
olumlu bir adım olarak ele almıştır.

Aslında
II. Meşrutiyet'in ilanıyla sağlanan kısmi özgürlük ortamında sinemaya dair
faaliyetlerde hissedilir bir hızlanma olmuştur. Bu dönemden I. Dünya Savaşı'na
kadar geçen süreçte art arda açılan sinema salonları (Pathe', Eclair, Oryantal,
Cine-Theatre, Santral, Oryanto' Gaumont, Lion, Sine-Palas, Majik, Milli ve Ali
Efendi Sineması) ve yapılan film gösterileri, sinema yayınlarının ortaya
çıkmasını kaçınılmaz kılmıştır.
Bu süreçte gündeme
gelen sinema dergilerin ilki olan ve 5 Şubat 1914’te yayınlanmaya başlayan
“Sinema”, A. Cemil tarafından idare edilmekte ve Osmanlıca yayınlanmaktadır.
Hikmet Nazım’ın çıkardığı “Sinema Postası” ve Mehmet Rauf’ça hazırlanan “Sinema
Yıldızı” ise 1923 ve 24 yıllarında yayına başlarlar. Dergilerin ortak özelliği
-doğal olarak- kapsamlı bir eleştiri içermemeleri ve daha çok filmlerin uzun
konu özetlerine yer vermeleridir.

Bu
çalışmalar devam ederken bu defa 1922 yılında Dergah Dergisi’nde sinema
eleştirilerine yer verilmeye başlanır. Devrin ünlü edebiyat dergisi olan
Dergah’taki sinema eleştirilerini, editörü Mustafa Nihat Özön
yazmaktadır.
Aynı yıllarda, Burhan Felek’in de
sinema yazıları yazdığını, Fikret Adil’den öğreniyoruz. Bir süre sonra 1929
yılında Sabiha Zekeriya “Sinema Gazetesi”ni yayınlayarak bu dergide imzasız film
eleştirilerine yer vermiştir. Fikret Adil de o yıllarda “Vakit” Gazetesi’nde
film eleştirilerine başlamıştır.
Bu dönemde
yapılan eleştirileri “Sinema Gazetesi”nde imzasız yayınlanan aşağıdaki yazıyla
örnekleyelim:

"...Bu haftanın filmleri içinde
‘Üç Nikah’ isimli filim bilhassa dikkate şayandır. Fakat bu filim san'at
itibariyle değil muhteva itibariyle ehemmiyetlidir. Bu eser çok kötü bir
Amerikacılık propagandasıdır. Harb-ı umumiyi Amerikan emperyalizmi noktai
nazarından idealize eden bu filimlerin sık sık gösterildikleri vakidir.
Harbı-umuminin hatıralarını, Çanakkaleden gelen top seslerini daha unutmadık, o
güllelerin içinde Amerikan gülleleri de vardı. Onları yapan ve atan elleri
alkışlayamayız..."

1931’de genç yönetmenlerden
Sedat Simavi, “Sesli, Sessiz ve Renkli Sinema” adlı bir kitap yayınlar. Eser,
geniş okur kitlelerine sinemayı tanıtan ve sevdiren ilk örneklerden olması
nedeniyle önemlidir. 1937 yılında ise sinemayla ilgili olmayan Hasan Ali Yücel,
o yıl Nazım Hikmet’in yönetmenliğini yaptığı “Güneşe Doğru” filmini
eleştirmiştir. Cihat Kentmen ise “Sinema Objektifi”nde film eleştirileri
yapmıştır. 1938 yılı sonlarında yayımlanmaya başlayan “Yıldız” dergisi eleştiri
için özel yer ayırmaz, ama o yılların tek sinema dergisi olarak sinema sevgi ve
kültürünü yaymak açısından yeni bir çığır açar.

1941’de
“Tasvir-i Efkar” gazetesinde Sezai Solelli film eleştirileri yapmaya
başlamıştır. 1945 yılında “Yıldız” dergisinde ise Rakım Çalapala yerli filmleri,
Sezai Solelli ise yabancı filmleri eleştirmeye başlamışlardır. Sezai Solelli
eleştirileri yaparken “Görünmeyen Adam” ve “Lüks Koltuktaki Adam” takma adlarını
kullanmıştır.
Aynı yıl “Sine-Magazin” dergisinde
Mahmut Ozan film eleştirileri yapmış, ancak bu alandaki çalışması pek uzun
sürmemiştir. 1949 yılında “Yıldız” dergisine Tuğrul Öke, Hollywood’dan eleştiri
niteliğindeki yazılarını göndermektedir.

1943-47
arasında çıkan 15 günlük “Hollywood Dünyası” ile Ertuğrul’un yayımladığı
“Perde-Sahne” (1941-45) de sinemayı “Yıldız” dergisinden değişik bir açıdan
görmezler. Başka bir deyişle bu dergilerde magazin yapılıyordur.
Sanat dergilerinin sinemaya yer vermesi ancak 2. Dünya Savaşı
içinde başlar. Fakat bunun da bilinçli ve düzenli olarak yapıldığı söylenemez.
Aralarında bu işe öbürlerinden daha dikkatli bir biçimde “Yurt ve Dünya” eğilir.
Bir başka çalışma da Erol Güney’in “Tercüme” dergisinde sinema yazılarının
aktarılıp sunulmasıdır.

Böylelikle 1950’li yıllara
gelinir. Sinemada eleştiri, özellikle de ‘Türk Sineması’nda Eleştiri’ bir aşama
kaydetmemiştir, çünkü henüz ülkemizde sinema, sinemasal anlam taşımıyordur. Bu
nedenle 1950’li yıllara dek yapılan film eleştirilerine “film eleştiri
denemeleri” demek daha doğru olacaktır.

Sinema
eleştirilerinin sanat dergilerine entelektüel bağlamda girmeleri 1952’ye
rastlar. Attilâ İlhan ve Turhan Doyran “Kaynak”ta, Nijat Özön ise “Yeryüzü”
dergisinde eleştirilerini yayınlamaya başlarlar. 1956 yılında ‘dönüm noktası’
olarak adlandırılabilecek yeni bir durum gerçekleşir. İlk ciddi sinema dergisi
olarak kabul edilebilecek “Sinema” yayın hayatına başlar. Ankara’da yayınlanan
derginin kurucuları Nijat Özön ve Halit Refiğ’dir.
50’lere genel olarak bakıldığında dönemin popüler unsurları spor
ve radyo, kimi yayınlarda ‘eğlencelik’ olarak sinemanın yanına sokulmuşlardır.
Günlük gazetelerde ise başta Tercüman ve Akşam, hemen ardındansa Cumhuriyet film
eleştirilerine yer vermeye başlar. 1956-57 sezonunda göze çarpan bir yenilik de
dönemin eleştirmenleri Tuncan Okan, Halit Refiğ, Nijat Özön ve Semih Tuğrul’un
bir araya gelerek dönemin en iyi filmini seçmeleri olmuştur.
1959’da sinemacılarla eleştirmenler arasında işbirliğine gidilir;
Attilâ İlhan, Lütfi Akad’la “Yalnızlar Rıhtımı”nda, Osman Seden, Tarık Dursun K.
İle “Düşman Yolları Kesti”de ve Atıf Yılmaz da Halit Refiğ’le “Karaoğlan’ın
Karasevdası”nda bir araya gelirler.
Türk basınında
ciddi anlamda ilk sinema eleştirilerinin yayınlandığı bu dönemi ve geleceğe
ilişkin beklentileri Halit Refiğ, “Akis” dergisinin 21 Temmuz 1956 tarihli
sayısında şöyle özetler:

“Türk filmciliğinin
kurtulmasını, Türk seyircisinin daha iyi filmler görmesini istiyorsak bu konuda
film tenkitçileri ve sinema yazarlarına ağır görevler düşmektedir. Çocukluktan
kalma mahalle arkadaşlığı, kompleksleri, gruplaşmaları, boş gururlar
bırakılmalı, Türk sinemasının hayrı için birleşilmeli, birlikte savaşılmalıdır.”
Dönem, sinema eleştirisinde belli bir hareketliliği
doğurduğu gibi, yazarlar ve yönetmenler arasında ilk tartışmaların başlamasına
da neden olur. Şakir Sırmalı’nın “Kamelyalı Kadın” adlı filmi, eleştirmenler
tarafından ‘mantık dışı yer değiştirmeler ve apayrı mekanların yan yana
getirilmesi’ gibi nedenlerle yerden yere vurulunca fırtına
kopar.

50’lerin bereketli ortamı 60’larda daha
da üst boyuta taşınır. Ancak eleştirmenler açısından durum yine de pek parlak
değildir. 1963 yılında dönemin sinema magazin dergileri ağız birliği etmişçesine
eleştirmenleri yaylım ateşine tutarlar. “Yıldız” dergisi, 9 Ocak 1963 sayısında
saldırıların bayraktarlığını yapmaktadır:
“Türkiye’de sinematografik anlamda bir eleştirme yazısı
yazılmamış, hele bir Türk filmi için değil böyle bir yazı, yabancı filmlere
gereksiz notlamaların yüzde biri bile esirgenmiştir… Bu bilgiç kişiler “vay
canına, bu filme içi boş yıldız vermiş, ne kadar da sinema biliyor, hiçbir filmi
beğenmiyor” diye sözlerle önemli sinema eleştirmecisi olmuşlardır. Fakat kısa
zamanda maskeler düşmüş, yazılanların kendi fikirleri olmadığı
anlaşılmıştır…”

Bütün bu olanlara karşın Türk
Sinematek Derneği’nin kurulması ve “Yeni Sinema”nın yayın hayatına başlaması
sinema yazınında devrim niteliğinde gelişmelerin yaşanmasını tetikler. Yeni
Sinema’nın alternatifi gibi görünen “Özgür Sinema” (sonradan Ulusal Sinema),
Halit Refiğ’in önderliğinde varlığını sürdürür.
1968 Ekim’inde yayına başlayan “Genç Sinema”; Veysel Atayman,
Mehmet Gönenç, Ahmet Soner ve Mustafa Irgat’tan oluşan kadrosuyla siyasal
eleştiriyi üst boyuta taşır, sinema eleştirisini militan bir tavırla tanıştırır.
“Sinema 65”, “SineFilm”, “AS”, 60’ların hareketli ortamına renk katarlarken,
gazetelerin 50’lerin ciddi yaklaşımını geride bıraktıkları ve ilginç biçimde
eleştiriyi sinema dergilerine terk ettikleri görülür. Durumu gündelik basın
anlamında sorgulayan Erman Şener, 60’lı ve 70’li yılların sinema ortamını şöyle
özetlemektedir:
"Sinema eleştirisi sustu artık Türkiye'de. Bir Çetin Özkırım'la, Atilla Dorsay'ın dışında film eleştirisi yapan pek yok. Oysa 1956'larda durum ne değişikti. Her gazetede, her dergide film eleştirisi sütunu vardı. Peki bu bolluktan bu yokluğa nasıl geçildi dersiniz? Bence en önemli öğeyi, halkı unuttuk eleştiride. Brighton Okulu, yeni gerçekçilik, travelling derken halkta itibarımızı bütün bütüne yitirdik. Nüfusumuzun % 60'ı okur-yazar olmayan; okur-yazar olanların içinde de örneğin alfabede bir (i) harfi olduğunu pek çabuk unutuveren bir toplum için yazdığımız yazıları fazla teknik bilgilerle doldurduk.
Üstelik bunları kolayından, basitinden değil zorundan aldık.
Sonunda da bağ koptu tabii! Bununla "Eleştirinin faydası dokunmadı?"mı demek
istiyorum. Ne münasebet. Çok faydası dokundu eleştirinin... Ama daha faydalı
olabilirdi, üstelik yöntem-koşullar düşünülerek tespit edilseydi eleştiri
bugünkü çıkmaza da girilmezdi. "Halk Sineması" ve "Ulusal Sinema" tartışmaları
bir alev gibi parladı o suskunluğun üzerine. Bir takım gerçekler çıktı ortaya.
Tezler, antitezler arasında sinema severler senteze vardılar. Peki, eleştiri bu
çıkmazdan çıkabilir mi, kurtarabilir mi kendini? Zor, çok zor..."

60’lar, Türk sinemasının sorunlarına çözüm bulmak
için bir dizi çabayı da beraberinde getirir. Türkiye Sinema İşçileri Sendikası
yöneticilerinin, senaryo yazarlarının ve eleştirmenlerin o dönemde beliren
sinemasal duraklamayı masaya yatırmaya çalıştıkları toplantılar, 1964-65
döneminde, süreci “Sinema Şurası”na taşır. Ne var ki şura çabaları,
eleştirmenlerle sinema adamları arasındaki son bağların kopmasına neden
olacaktır. Giovanni Scognamillo bu durumu Akşam Gazetesi’nin 21 Kasım 1964
tarihli sayısında şöyle özetlemektedir:
“Birinci Film Şurası engellenmek
istenildi… Nedenler meydanda, nedenler her geçen gün memleket perdelerinde
sırıtmakta, nedenler sanayi ismi, ticari ismi altında çevrilen oyunlarda,
nedenler tenkitlerden hoşlanmayan, gerçekleri kabul etmemek için demagojiye, laf
ebeliğine sığınan kişilerin davranışlarında…”

Halit Refiğ’in yanıtı gecikmeden, “Sinema 65”in 2. sayısında
gelir:
“Film üzerine yazanlar, Türk filmlerini
burjuva ölçüleri ile değerlendirmeye çalışıyorlar. Film yapanlar ise halk ile
doğrudan doğruya temastan dolayı, bu ölçülerin yanlışlığını sezdiklerinden,
kendi içgüdüleri ile yazılanları kulak arkasına atarak halka ulaşmak için
kestirme yolu bulmaya çalışıyorlar…”
Siyasal
rüzgarların ülke gündeminde belirleyiciliğini giderek arttırdığı 70’ler,
nedendir bilinmez, ama sinema eleştirisinin suskunluğa gömüldüğü yılların
başlangıcını oluşturur. Dünya, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde yapılan film
eleştirilerinin dışında gündelik gazetelerde kayda değer bir yenilik
yaşanmazken, sinema dergileri ise Engin Ayça, Burçak Evren, Atilla Dorsay, Aydın
Sayman gibi önemli isimlerin katılımıyla 1973 Mart’ında yolculuğuna başlayan
“Yedinci Sanat”la ve ilk sayısı 1 Ekim 1973’te yayınlanan “Gerçek Sinema”yla
yollarına devam ederler. Bu dönemin özetini de Nijat Özön’den
dinleyelim:
"1970'lerden sonra bu dergiler (
1960'lı yılların ikinci yarısında yayınlanan sinema dergileri) ve birkaç gazete
hariç eleştirilerde kayboldu. O sırada ülkemizde enflasyon sineması hüküm
sürüyordu. Herkes aynı sorunları tartışmaktan bıktı, eleştiri de aynen Türk
Sineması gibi bir durgunluk dönemine girdi."
Söz
70’lerden açılmışken sinema yazınında kayda değer üç çalışmadan bahsetmemek
olmaz. Bunlardan ilki 1973 yılında yayınlanan Giovanni Scognamillo'nun "Türk
Sinemasında 6 Yönetmen" adlı yapıtıdır. Scognamillo; Lütfü Ö.Akad, Atıf Yılmaz,
Metin Erksan, Halit Refiğ, Osman Seden, Memduh Ün'ün filmlerini incelemiştir.
İkincisi eleştirmen Atilla Dorsay'ın 1977 yılında eleştirilerini topladığı
"Mitos ve Kuşku" adlı yapıtıdır. 1977 yılında ise Alim Şerif Onaran'ın "Lütfü
Ömer Akad'ın Sineması" adlı yapıtı yayınlanmıştır.

1980,
Türkiye’de büyük alt üst oluşların ve çok farklı bir dönemin başlangıç noktasını
oluşturur. Yaşanan askeri darbe, etkilerini sinema alanında da kısa sürede
göstermeye başlar. Sinematek derneği, Onat Kutlar’ın da vurguladığı gibi ‘süngü
zoruyla’ kapatılmış, yayın organları ise sansürün etkisiyle alabildiğine
magazinel ve cinsel içerikli yayınlara başlamışlardır.
Bu süreçte ortaya çıkan “Film
Market” ve “Video Yıldız” gibi dergiler bu anlayışın ürünü olarak arşivlerde
yerlerini alırlar. Aydınların bunalımdan kurtulmaları 80 ortalarını bulur. Geniş
bir kadroyla yola çıkan “Video Sinema”, 1,5 yıla varan yayın süresiyle dönemin
dikkat çeken dergileri arasına girer. 1984’te yayınlanmaya başlayan bir diğer
dergi de Gelişim Sinema’dır. Editörlüğünü Burçak Evren’in üstlendiği dergi,
kaliteli içeriğine karşın ne yazık ki sadece 9 sayı
çıkabilir.



80’lerin bir başka özelliği de videonun
yaygınlaşmasıdır. Zaman zaman yalnızca bu format için filmler hazırlanmış ve
Türk sinemasının rotasını bir süreliğine de olsa video belirlemiştir. (“Video
Film”, “Film Magazin”, “Video Haber” gibi dergiler bu sürecin ürünleridir.)
Burçak Evren, 80’leri sinema dergiciliği açısından çoğunlukla istenilen sonuca
ulaşmayan cesaretli ve iyi niyetli girişimler dönemi olarak adlandırır. Günlük
gazeteler ise Milliyet, Tercüman, Cumhuriyet, Son Havadis aracılığıyla sinema
sezonları için düzenli film eleştirileri yayınlarlar.



90’lı
yıllarda basında yaşanan hareketlilik ve yayın hayatına başlayan yeni gazeteler
sinema yazılarının canlanmasına neden olur. 1993 yılından itibaren, 27 yıl
boyunca çalıştığı Cumhuriyet’i terk edip Milliyet’e geçen Atilla Dorsay,
yazılarını burada Alin Taşçıyan’la birlikte sürdürür. Cumhuriyet’te Sungu Çapan
yazmaktadır. Sabah’ta Ali Hakan, Radikal’de ise Sevin Okyay ve Kutlukhan Kutlu
gibi isimler yazmaktadır.

1991 Ekim’inde yayın hayatına atılan Antrakt,
uzun süre sinema dergiciliğinin düzenli çıkan tek örneği olarak kalır. Genel
Yayın Yönetmenliğini Turgut Yasalar’ın üstlendiği dergi, başarılı içeriğiyle
dikkat çekmektedir. Türkiye’nin tek akademik sinema dergisi olarak adlandırılan
25. Kare de 1990 yılında tarih belirtmeksizin yayına başlar. 2000’lerin başına,
31. sayıya kadar serüvenini sürdürecek derginin bir çok yazarı arasında Oğuz
Onaran, Seçil Büker, Nilgün Abisel, Gülseren Güçhan, Metin Gönen, Aslı Tunç,
Yaprak Büyükerşen İşçibaşı, Sadi Konuralp, Hakan Savaş, Ali Özer, Veysel
Atayman, Suat Kemal Angı, Gökhan Erkılıç, Rıza Kıraç, Bülent Vardar, Yıldız
Cıbıroğlu, Kaya Özkaracalar, Gülseren Sendur Atabek, Uğur Vardar, Necati Sönmez,
Fatih Özgüven, Ali Hakan, Kutlukhan Kutlu, Ali Kemali Karadeniz gibi isimler de
bulunmaktadır.

1994 yılı Ekim ayında yayınlanmaya başlayan Popüler Sinema
Dergisi (sonraki adıyla Sinema Merkez), ülkemizin en uzun soluklu sinema
dergilerinin başında gelmektedir. Yayınını halen sürdüren dergi, çizgisine uzun
süre Mehmet Açar’ın editörlüğünde devam etmiştir.

Boğaziçi Üniversitesi
Sinema Kulübü’nün yayın organı olan “görüntü”, yayın hayatına 1997 yılında
başlayan “Yeni İnsan, Yeni Sinema” ve Kaya Özkaracalar yönetiminde kült korku
filmlerini ana tema olarak seçen özgün “Geceyarısı Sineması” 90’larda dikkat
çeken yayınlardandır.



90’larla ilgili değerlendirmemizi,
özellikle dönemin 2. yarısında başlayan özel televizyonlarla noktalayalım.
2000’li yıllarda iyice yaygınlaşacak ve ulusal/yerel bağlamda pek çok sinema
programına yer verecek televizyonlar, günümüzde sinema yayıncılığının en
kitlesel unsurlarının başında yer almaktadırlar.



2000’ler,
yukarıda sözü edilen özel televizyonlar bir yana, günlük gazetelerde ve
özellikle de düzenli yayınlanan sinema dergileri anlamında belki de 70’leri de
aşan bir hareketliliğin adresi olmuştur.

2001 Ekim ayında yayınına
başlayan “Altyazı”, özenli içeriği ve sürekli kendini yenileyen yazar kadrosuyla
sinema dergiciliğinde önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Ayrıca nitelikli sinema
yayınları arasında Bülent Görücü yönetiminde yayına hazırlanan 2003 çıkışlı Yeni
Film’i de sayabiliriz. 90’larda değindiğimiz “Sinema Merkez”, ulaştığı önemli
okur kitlesiyle sinemasal yolculuğunu sürdürmeye devam ederken, 2005 yılının
Nisan ayında “Film Artı” dergisi yayınlanmaya başlamıştır. Editörlüğünü Burçin
S. Yalçın’ın sürdürdüğü derginin ömrü uzun olmamıştır. Yayını uzun ömürlü
olmayan bir diğer çalışma ise Film Dostları Derneği’nin
“Sekans”ıdır.

2000’li yıllardaki dergiciliği önceki dönemlerden ayıran en
önemli unsurlardan birinin DVD sektörü olduğu söylenebilir. 80’leri Beta ve VHS
video kasetleriyle geçiren Türk halkı, bu kez görüntü kalitesiyle kendisinden
önceki formatlardan bir çırpıda ayrılan DVD’lerle tanışmıştır. DVD’lerin
dergicilik alanında en önemli belirleyiciliği, okura derginin yanında hediye
olarak sunulmasıdır. Artık bir furyaya dönüşen bu akımın başlangıç noktasını,
editörlüğünü Burak Göral’ın yaptığı “DVD Artı” dergisi oluşturmuştur. 2005
yılında yayına başlayan dergi, yayınlanan DVD’lerin tanıtım ve değerlendirmesini
yaparken, birkaç farklı film hediyesiyle okura farklı bir alternatif sunmuştur.
“DVD Artı”nın gördüğü beklenmedik ilgiden olsa gerek, bir süre sonra yine DVD
hediyeli sinema dergileri piyasada boy göstermeye başlamıştır. Genel anlamda
‘İngiliz ekolü’nü merkez alan iki yeni dergi; “Empire” ve “Total Film”, 2006
yılında yayınlanmaya başlamışlardır. Dergilerin -seçkin yazar kadrolarını
gözardı etmeden ama hiç değilse format anlamında- birbirlerinden tek farklarının
okura hediye olarak verdikleri DVD’ler olduğunu vurgulamak sanırız yanlış
olmaz.

2006 yılında internet üzerinden yayınlanmaya başlayan, sonradan
Mesut Kara’nın editörlüğünde 2007 Aralık’ında 13. sayıya ulaşan “Cinemascope”un
bugünkü durumu, derginin yaratıcı yazar kadrosunun projeyi noktaladıklarını ilan
etmelerinin ardından belirsizliğini sürdürmektedir. Bilinen, aynı ekibin “Sinema
Büyüsü” adlı yeni bir derginin hazırlığına başlamış olduklarıdır. Aynı yılın
Ekim ayında yayın hayatına atılan bir başka dergi de Burçak Evren’in
editörlüğünde hazırlanan “Sinematürk”tür. Dergi yalnızca Türk sinemasından
seçtiği konularla diğer dergilerden ayrıksı ve net bir konumda
durmaktadır.

İçinde bulunduğumuz dönem, internetten yayılan sinema
yayıncılığının daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşması açısından ayırt
edicidir. Sinema, Beyazperde, Sadibey gibi nitelikli sitelerin dışında,
geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin internetten yayınlanan ilk sinema dergisi de
(Sinemalife) okuyucuların beğenisine sunulmuştur.

Aynı süreç, sinemaya
ilişkin kaynak kitapların, inceleme ve değerlendirmelerden oluşan çalışmaların
çoğalmasını da sağlamıştır. Sinema yazınının en üretken isimlerinden Atilla
Dorsay film eleştirilerini kitaplarda toplamayı sürdürürken; Rekin Teksoy, Agah
Özgüç, Burçak Evren gibi ustaların sinema tarihimize ilişkin çalışmaları sinema
kitaplığı adına büyük bir kazanç olmuştur.

Sinema dergileri kervanına
-şimdilik- son katılan çalışma ise Antalya merkezli ve şu an okumakta olduğunuz
“ModernZamanlar”dır. 2007 Yaz’ında yayınına başlayan dergi, tematik sayılarıyla
ülkemizin sinema kültürüne Akdeniz’den küçük bir katkı koyma çabalarını
sürdürmektedir.



Özellikle bir milat olarak alınabilecek 1980
tarihinden bugüne dek sinema eleştirimizin arayışlarını tamamlayıp, kendisine
genel bir standart belirleyip belirleyemediği sorunsalı kuşkusuz bugünün /
geleceğin tarihçileri, sinema yazarları ve eleştirmenlerinin önünde bir soru
olarak durmaktadır, duracaktır. Ancak bu satırların yazarları olarak; 60’ların
sonlarında başlayan eleştiriyi yeniden tanımlama ve uygulama çabalarının,
sonraki süreçte Türk sinemasının gelişiminden bağımsız yol alamadığına,
-yukarıdaki tarihçede vurgulama olanağı bulamadığımız- Yeşilçam serüveninin
noktalanıp Hollywood egemenliğinin taşradaki en küçük sinema salonlarına sızdığı
duraklama ve gerileme dönemlerinde sağlıklı bir rota belirleyemediğine ve farklı
anlatım yolları ve iletişim kaynaklarına sahip olunan günümüz koşullarında dahi
kendisini tüketime yönelik popüler araçların elinden kurtaramadığına olan
düşüncemizi vurgulayalım.


Sinema Eleştirileri /Geniş Arşiv/  
ATİLLÂ AYKAR & AHMET AÇAN

“YENİ SİNEMA”, TEMMUZ  1967, SAYI: 8
                                                                                                                                          Alıntıdır