Yönetmen Yüksel Aksu ile Röportaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yönetmen Yüksel Aksu ile Röportaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Yönetmen YÜKSEL AKSU ile İlgili Hiç Duymadıklarınız


Yönetmen YÜKSEL AKSU ile İlgili Hiç Duymadıklarınız!

Yüksel Aksu'yu siz zamanında yönettiği Yasemin Yalçın'ın 'Yasemince'sinden, Berna Laçin'in başrolünü paylaştığı 'Bir Dilim Aşk' disizinden, bir diğer uzun soluklu dizilerden olan 'Yılan Hikayesi'nden,  zamanındaki bütün ödülleri toplamış 'Dondurmam Gaymak' isimli sinema filminden ve daha bilimum başarılı projelerinden zaten tanıyorsunuz.. Bense, onu yıllardır her Muğla'da akrabalarıma ziyarete gittiğimde; 'Yüksel geldi geçen hafta', 'Yüksel Yasemin Yalçın'ı getirdi Hatice Teyze'yle tanıştırmaya' veya 'Bizim Yüksel yeni bir film çekiyormuş, annesini oynatacakmış' laflarıyla tanıdım çok daha önceden... Zira, kendisi akrabam olur! =)



Ne var ki, kendisiyle yıllar yılı olsun bir kez buluşup tanışabilmeyi beceremedim.. En nihayetinde, kendisini geçtiğimiz haftalarda Ankara'da söyleşiye geldiği bir zaman yakalama fırsatı bulabildim. Diğer yapımcı kişilerle Balıkçı Köy Restoran'da buluştuğumuz bir keyif sofrası eşliğinde hem akraba zincirime bir halka daha eklemiş olmanın mutluluğunu, hem ailede başına buyruk olarak bayrak filamanın yalnızca bende olmadığının haklı gururunu, hem de bunca güzel projeye imza atmış olan birisiyle karşılıklı kadeh tokuşturabilmenin erdemini yaşamış oldum.



Bazı insanlarla konuşmaktan, aynı ortamı paylaşmaktan sıkılmaz; aksine feyz alırsınız ya hani kulağınıza çalınanlardan, işte öyle biri kendisi.. 'Daha anlatacaklarım çok, ondan dinleyeceklerim ise daha çok!' diyor, röportajıma geri dönüyorum. Başka hiçbir yerde görüp duyamayacağınız çok samimi cevaplarıyla, işte karşınızda sevilen yönetmen Yüksel Aksu!



G.G. Muğla'ya gittiğimde 'Yüksel Aksu' lafı ne zaman geçse, ortak noktası hep şu olurdu konuşmanın: "Yüksel hep 'yönetmen olmak istiyorum' derdi." Nedir bu işin aslı, çıkış noktası?
Y.A. Kuyruklu yalan… Hem de toplusal yalan… Bizim çocukluk ve gençliğimizde öyle bir meslek yoktu. Taşra açısından yani. Ama daha çocukluktan ve kendimi bildim bileli oyun, sahne, temaşa, seremoni vs ile ilgili her şeyin içinde olurdum, ilkokul-ortaokul müsamere sonrası tiyatro, resim, müzik edebiyat, siyaset hep hayatımda oldu. Akrabalarım muhtemelen herhangi bir sanat dalında iyi olabileceğimi düşündüler.. Günün sonunda hepsini yönetmenlikte toplamışlardır. Benim yönetmenlik fikrim tam olarak 22 yaşında, başka okullarda sürttükten sonra oluştu..

G.G. Yasemin Yalçın'ın uzun süre devam eden skeçlerinin toplandığı Yasemince'yi çektiniz... Karakterlerde esinlenilmiş kimseler oldu mu hiç? Sürahi Hanım'ın hep ortak akrabamız olan Hatice Teyze'den ilham alındığı söylenirdi, büyük çerçeveli kalın camlı gözlükleriyle mesela..=) Var mı bir doğruluk payı?
Y.A. Hayır, çünkü Sürahi Hanım tiplemesi geliştirilip ünlü olduktan sonra, neredeyse 10 yıl sonra, onlara yönetmen oldum. Sürahi Hanım patladığında ben henüz sinema öğrencisiydim. Ayrıca neneme huy olarak değil tip olarak benziyordu. Nenem çok iyi bir insan, aynı zamanda otacı, biraz da şaman karakterli biriydi. İnsanlara şifa ve iyilik dağıtırdı. Sen hatırlamazsın ama Ramazan Dayı'm (Kendisi babam olur) bilir; dedem de tüm havzanın ortopedisti gibi kırık çıkık işlerine bakardı. Sadece insanları değil, hayvanları da sağaltırdı. Sürahi Hanım'ın geline yaptığını nenemin gelinlere yaptığını sanmıyorum… Tabi gene de sen yaz tatiline gidince yengemlere bir sor… Ben ne desem yalan, sonuçta torun konuşuyor… Ama Yasemin ona misafir olduğunda çok mutlu olmuştu, aynı Sürahi Hanım diye çok sevmişti. Hala da onu sorar…


G.G. Şimdiye kadar 'En büyük başarım' veya 'En büyük hedefim' dediğiniz bir proje veya işbirliği oldu mu/var mı.. ?
Y.A.Çocukken dondurmacılığım iyiydi. Ustamdan daha iyi satardım. Sonra filmini yaptım o da iyi oldu. Sanırım benim hayatımdaki başarı dondurma temasının etrafında dönüyor..
En büyük hedef bir tane değil, binlerce hedefim var… Umarım 1000 yıl yaşarımmm! (Ben de en az o kadar yaşayıp görmek istiyorum!)

G.G. Özellikle son iki filminizde gördüğümüz Muğla'nın kültürü, şivesini kullanmanız, doğduğunuz, büyüdüğünüz yerlere olan şükran duygusu mu, yoksa yörenin esprili yanlarından fazla malzeme çıkması mı?
Y.A.Her ikisi de sayılır. Dünyanın en komik ve neşeli insanları benim bölgemde yaşıyor. Ya da bana öyle geliyor.. Memleketimi ve insanlarını çok seviyorum… Ayrıca o coğrafyada tarihsel olarak çok güçlü bir drama geleneği var.



G.G. TRT 1'de devam eden 'Leyla ile Mecnun' dizisini çekerkendi sanırım, bir ‘talkshow’da izlemiştim sizi. Çok keyifli ve esprili bir yanınız var, projelerinizde de hep bu yönde çalışmalar gördük.. Kamera arkasından önüne geçmeyi düşündünüz mü hiç, böyle bir teklif geldi mi?
Y.A. Çok teklif aldım ama pek ilgimi çekmedi.. Her sene TV programı veya film oyunculuğu teklifi alırım…
Oyunculuk zor ve meşekkatli bir iş… Hele hele ezber yapmak zulüm.. Ama oyunculuk geçmişim var, profesyonel olarak uzun zaman oyunculuk yaptım…. Oyunculuktan çok anlatıcılığı daha çok seviyorum..

G.G. Yeni projeler var mı bizi bekleyen?
Y.A. Var hem de çok! Tembel bir Egeli olarak nasıl yetiştireceğim hepsini bilmiyorum… (Diyor ama ben Egeli'lere pek toz kondurma taraftarı olmadığım için, 'Olur mu hiç?! yaparsın, aslansın!!' dozunda bir yorum geçiriyorum içimden!)

G.G. Gökçen Gökyer Blog için özel birkaç cümle istesem?
Y.A. Sen özel kuzenlerden birisin. Babanın hayatımda özel bir yeri vardır. Yatılı lise ve üniversitedeyken İzmir'den Aydın’a bize bazen evci gelirdi… Babamın ilk tayini Aydın'a çıkmıştı ve Ramazan Dayı'ma çok takılırdı.. Çünkü,  babam  annemi kaçırırken ilk gören ve neneme ihbar eden kişi o... Film tadında hikaye. Annemle babam her ikisi de başkalarına sözlülerken birbirlerine aşık oluyorlar. Gönüllü  kaçma durumu organize ediliyor Nasuh Dayı'm da işin içinde. Tam kaçarlarken baban yani Ramazan Dayı'm hayıtların arasında olayı görüyor…! O sırada annem ailem utanmasın diye "ah! uh!" usulden imdat falan yapıyor ama tamamen usulden. Ve  Ramazan Dayı'm -yani senin baban- bağırarak nenemlere koşmaya başlıyor! Bizimkiler topuk dağ köyüne… Ben o adrenalinler mahsülüyüm muhtemelen. Benim hayatımda ontolojik yeri var… Bence bu hikayeyi sen de ondan dinle senaryoyu ortak yazalım...(Bu bir teklifse "Evet" diyorumYüksel Abi! =) )

İşte böyle samimi ve eğlenceli bir kişilik kendisi. Ben hala kamera önüne de uğramalı görüşündeyim. Siz ne dersiniz? ;)

PS. Yüksel Aksu'ya çook çok teşekkür ediyor, çook çok da öpüyorum! Ellerine sağlık!!

kaynak: gokcengokyer.blogspot.com

18 Aralık 2011 Pazar

Yönetmen Yüksel Aksu ile Röportaj


Ege'de hoşgörülü bir yaşam var"
'Entelköy Efeköy'e Karşı' filminde entel- dantel denilen insanlarla, köylülerin kavga ve tartışmalarının manasız ve gülünç olduğunu gösteriyorum

Muğla Çiçekli Köylü Yüksel Aksu, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nin medar-ı iftiharlarından. Benimde gururlandığım bir okuldaşım. Borç harç çektiği "Dondurmam Gaymak" ile Oscar yarışına kadar gitmiş bir sinema cengaveri. Ondaki cevheri keşfeden Hollywood'u elinin tersiyle geri çeviren bir Türkiye sevdalısı. Bugünlerde "Entelköy Efeköy'e Karşı" filmi ile yine çok güldürüyor ama bir o kadar da düşündürüyor.


- Sinemacı olmak aklına nereden geldi? 
Öğrencilikte ortaokul, lisede müsamere kolunun vazgeçilemez yıldızlarındandım. Lise bitti İzmir'e üniversiteye geldiğim zaman devlet tiyatrosunda çalışmaya başladım. 1988'de bir gün İzmir sinemasında bir film izledim ve sinemacı olmaya karar verdim. O sene güzel sanatlar fakültesinin sınavlarına girdim ve kazandım. Okulu bitirdim, asistanlık yapa yapa sinemacı oldum.

- Hayatını değiştiren film hangisiydi?
"Sefiller"in bir versiyonuydu. Beni etkileyen diğer filmde "Dünyanın Bütün Sabahları"dır. Ondan önce tabi tiyatro var. Entelektüel anlamda fakülteden çıkarsın, gara kadar yürürsün, köfteci Şeref'ten çeyrek ekmek yersin, yeşil evin arasından girersin, doğru dürüst bir konferans bir şey yoksa oradan çıkarsın, üç bira parası varsa denizatında sinema tartışır, liman kahvesine gidip orada da siyaset ve roman tartışırsın... Bu alan bizim dönemimizin silikon vadisiydi. İzmir'in akademik hayatının dışında bir de gayri akademik sokak hayatı, entelektüel habitatı vardır. Fransız Kültür, Amerikan Kültür, liman, İzmir Devlet Tiyatrosu'na kadar uzanan arada bir de İleri Kitapevi'nde soluklanırsın.

O YILLARI ÖZLÜYORUM
- O yılları özlüyor musun?
Açıkçası çok özlüyorum. Çünkü bir sanatçıyı besleyecek en önemli şey akademik hayatı dışındaki kendi kamusal hayatıdır. O zamanlar böyle coğrafyalar, kümeler ve küçük kümecikler var. Koltuğunun altında Oğuz Atay olan mı, Dostoyevski'nin romanı olan mı ya da o zamanki İzmir'in yerel dergileri Temmuz, Dost, Edebiyat ve Eleştiri gibi... Herkes her dergiyi alamadığı için değiş tokuş eder ve açlıkla okurduk. Saatler süren çay sohbetleri, vapuru kaçırmalar, kaçırdık şimdi ne yapacağız deyip ortak taksi tutmalar ve o sofistike hazları, evreni birbiriyle ilginin tedavül olduğu ağızdan ağza, dilden dile akıldan akıla dolaştığı dönemi çok özlüyorum. Son yıllarda bu tip habitatlar yok, bilginin tedavülü kalmadı. Para da bilgi de abonman da paylaşılmıyor. Halbuki en iyi okuma, o bilgi dolaşımıdır. Senin görmediğin izlemediğin bir filmi tavsiye ederek hep büyürsün ve çoğalırsın.

- İzmir'den sonra İstanbul serüveni nasıl başladı. Neler yaptın "Dondurmam Gaymak" filmine kadar?
Daha öğrenciyken Yusuf Kurçenli'ye asistanlık yapmaya başlamıştım. Okul bitti hemen piyasada reji asistanlığı yapmaya başladım. 1995 yılında sana iş başvurusunda bulundum. Sağ olasın, iyi ki almamışsın yoksa reklamcı olup gidecektim. Sonraki dönemlerde Mustafa Altıoklar, Serdar Akar, Taylan Biraderler, İsmail Güneş gibi yönetmenlere ve en son da Zeki Ökten'e reji asistanlığı yaptım. Zeki Ökten'in Güle Güle filmi ile bitirdim bu dönemi ve "Yasemince" ile yönetmenliğe başladım.

- Dondurmam Gaymak'ı borç harç bitirebildin. Nasıl bir süreçti bu? 
İlk film, ilk çocuk. Kuzguna yavrusu şahin görünür hesabı bana hala çok güzel gelen proje. İlk İstanbul Film Festivali'nde görücüye çıktı. Ödül aldı. Arkasından Adana Film Festivali üç ödül, arkasından birkaç ödül daha...

- Ve filmin o yıl Oscar aday adayı seçildi. 
Aynen öyle oldu. Türkiye'deki sinema kurumları olarak gittik, Amerika'da da festivallere başvurmaya başladık. Queens'te en iyi yönetmen, en iyi komedi aldı. Sonra HBO'da en iyi yabancı komedi filmi ödülünü aldı. Derken Oscar'a yaklaştık, bir havalara girdik. Bir baktım kendimi Clint Eastwood, Brad Pitt ile yarışmanın içinde buldum. Tam İngiliz atıyla boz eşek gibi. İyi bir deneyimdi. Mesele Oscar almak değildi. Mesele Türkiye'nin taşrasından oyuncu, sponsor, yönetmen bir grup insanın bir araya gelmesi ve filmin Amerika'larda değer görmesi.

TEKLİF GELDİ
- Bir de Hollywood'dan transfer teklifi aldın galiba.
O dönem Elif'e Hollywood'dan bir menajer "Bu çocuk madem bu olanaklarla böyle bir film çekebildi, biz buna olanak verirsek kimbilir neler yapabilir" demişler. "Fakat birkaç yıl burada olması, bizim onu dizayn etmemiz lazım" diye de eklemişler. Önce hoşuma gitti kalkıp gittim. Los Angeles'ta baktım ocakbaşı yok, esnaf lokantası yok, rakı yok, muhabbet yok. Dayanamam ben Egeli'yim. Bu nedenle vazgeçtim Hollywood sevdasından.

- Şimdi " Entelköy Efeköy'e Karşı" var. Entelektüel senin için kimdir? 
Bölge zaten Ege. Hem entelektüel hem efedir. İkisinden de vazgeçemezler. Entel, biliyorsun 80'lerin çıkardığı bir olgu. Amaben en sade hali bence birazcık fikir evreni de yarım, üretim evreni de yarım, hayatla ilişkisi biraz yarım yamalak ve toplumdan kopuk insan diye tanımlayabilirim sanırım.

- Dünyanın ilk ekolojik filmi. Ekolojinin bu kadar filmin içinde olduğu başka bir film var mı?
Dünyanın ilki midir bilemiyorum ama ekoloji derdi olan bir film benim filmim. Ve bu ekolojik derdini yukarıdan bir bakış açısı ile değil de daha çok Anadolu'nun kendi kadimlerine referans çakan, selam veren bir film. Dedelerin ninelerin ne yapıyorsa bak. Yaş ağaç kesilmez diyorsan, kuş yuvası bozanın yuvası da bozulur diyen bir gelenekten geliyorsan sende bu doğa sevgisi vardır.

- Peki şimdi niye yok?
Çünkü sen kadim geleneğini kaybettin, modernizme entegre olamadın. Problem, Türkiye'de köylülüğün gitmiş olması. Dayanışma, imece muhafaza edilmiyor. Bunun yerine paracılık, çıkarcılık kalmaya çalışıyor.

Egeliler, gırgır şamataya devam etsin
- Yönetmenliğinde okullu olduğunu hemen gösteriyorsun. 
Filmimi bir 9 Eylüllü olarak yaptım. Özdemir Nutku'nun I. ve II. cilt Dünya Tiyatro Tarihi, Metin And'ın Geleneksel Türk Tiyatrosu ve birazcık da yörük çocuğu olarak çocukken asker eğlentilerinde nişanlarda orada burada seyrettiğim köy seyirlik oyunlarında esinlenilmiş şeyler var. Filmde benim de aralarında bulunduğum orkestra bir düğün alayı. Hatırlarsan Ege'de gelin almaya giderken bir portakalı kazığa geçirirler en önde bir bayraktar vardır kıçında bir tane ufak sulandırılmış rakı, klarnetle gelin almaya giderler. Buna komos alayı denir. Diyonisos tiyatronun ve sanatın tanrısı biliyorsun. Manisalı senin hemşerin, bu düğün alayı orta oyuna ve ona bir atıftı. "Brecht"in geleneksel Anadolu tiyatrosu ile ilişkisini de referanslayan bir şey benim filmdeki giriş çıkışlarım. Biliyorsun ciddi bir "Brecht" eğitimi verilir bizim okulda.

- İzmir'e, Ege'ye söyleyeceğin son bir söz...
Egeliler dışarıdan hala sıcak ve sempatik görünüyorlar, öyle tanınıyorlar. Bütün arzum bu. Ege'de kadınıyla erkeğiyle, dinlisiyle dinsiziyle, berduşuyla beş vakit namaz kılanı ile birlikte yaşamaya ve birlikte gırgır şamata yapmaya devam etsinler isterim.

ÖZKAN BİNOL
yeniasir.com.tr
                                                                                                                                       Alıntıdır...