Ömer Lütfi Akad etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ömer Lütfi Akad etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Kasım 2011 Cumartesi

Ömer Lütfi Akad vefat etti


Ünlü yönetmen Ömer Lütfi Akad hayatını kaybetti. Türk sinemasına yeni bir boyut kazandıran ve unutulmaz eserler bırakan ünlü yönetmenin ölümü Yeşilçam'ı yasa boğdu. Yılmaz Güney'den Türkan Şoray'a, Hülya Koçyiğit'ten Ayhan Işık'a kadar birçok yıldızın usta olarak değerlendirdiği Akad 95 yaşında aramızdan ayrıldı. Belgeseller çeken ve senaryo yazarlığı yapan Akad'ın, 100'ü aşkın filmi bulunuyor.

Alınan bilgiye göre, yaşlılığa bağlı olarak evinde vefat eden Akad için ilk olarak, 20 yılı aşkın süre öğretim üyeliği yaptığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Sinema Televizyon Bölümünde 21 Kasım Pazartesi günü saat 13.00'te tören düzenlenecek.

Aynı gün ikindi vakti Levent Camisi'nde gerçekleştirilecek cenaze töreninin ardından Akad'ın naaşı, Ulus Mezarlığı'na defnedilecek.

2 Eylül 1916 yılında İstanbul'da doğan Ömer Lütfü Akad 1938 yılında Galatasaray Lisesi’ni, 1942 yılında İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu’nun maliye bölümünü bitirdi.

Askerlik dönüşü, bir süre Osmanlı Bankası muhasebe bölümünde çalıştıktan sonra Lale Film şirketinin muhasebe işleriyle ilgilendi. Halkevleri’nin çeşitli tiyatro oyunlarına dekor yaptı, amatör oyuncu olarak sahneye çıktı ve sahneye oyunlar koydu. Beş Sanat adlı bir edebiyat dergisi çıkardı.

Sinemaya, Şakir Sırmalı’nın yönettiği Domaniç Yolcusu (1946) adlı filmde yapım yönetmenliği yaparak ilk adımını attı. Yönetmenliğini Seyfi Haveri’nin yaptığı, Damga filminin yarım kalan sahnelerini çekerek yönetmenliğe başlamış oldu.


1948 yılında ilk filmi, Vurun Kahpeye’yi yönetti. Bu film dönemin hasılat rekorlarını kırdı. 1952 yılında gerçek bir olaydan esinlenerek yapılan ve Ayhan Işık’ı üne kavuşturan film, Kanun Namına Akad’ın baş yapıtlarından biri oldu. Bu filmle birlikte "polisiye türdeki kent filmleri" furyasını başlattı. 1955 yılında Yaşar Kemal’in senaryosunu yazdığı, Beyaz Mendil’le ikinci büyük çıkışını yaptı. Attila İlhan’ın senaryosunu yazdığı, Yalnızlar Rıhtımı (1959) o dönem büyük tartışmalara yol açtı. Yılmaz Güney’le 1967 yılında birlikte yaptığı, Hudutların Kanunu Akad sinemasının dönüm noktasıdır. Bu filmden sonra Türk sinema tarihinin en önemli üçlemesi olan, Gelin, Düğün ve Diyet ile; Türkiye’de iç göç sorununu ele alan filmler yaptı. 1964 ve 1974 yılları arasında 10’a yakın belgesel ve TV filmleri çekti.

ATİLLA DORSAY: "USTALIĞI TARTIŞMA ÖTESİDİR"

Ömer Lütfü Akad’ın Türk sinemasındaki önemli bir ustalığı ve öğretmenliği tartışma ötesidir.

Erman Filmde muhasebecilikten gelip adeta tesadüfen girdiği sinemada adım adım yol almış ve her filminden bir şeyler öğrenmiş ve zaman içinde ticari filmlerle gerçekten özgün bir yaratış olan sinema eserlerini son derece dengeli biçimde kitleye vermeyi başarmıştır.

Onun edebi uyarlamalardan gerçekçi sinema örneklerine, tür sineması örneklerinden, fantastik arayışlara çok farklı yapılarda birçok filme sinemamızda yeni yollar açmıştır.

Aynı zamanda Sezer Sezin’den Ayhan Işık’a, klasik dönem oyuncuları gibi daha sonrasının Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray gibi starlarına da yeni ufuklar açmış, ayrıca Yılmaz Güney’in de hem oyuncu, hem de sinemacı olarak son derece yararlandığı bir usta olmuştur.

En azından Vurun Kahpe’ye, Kanun Namına, Beyaz Mendil, Vesikalı Yarim, Gelin-Düğün-Diyet üçlemesi, ve ayrıca Yılmaz Güney’e ilk önemli rollerini veren Hudutların Kanunu ve Kızılırmak Karakoyun gibi filmlerin, yarınlara da kalacağı kesindir.

BAŞBAKAN ERDOĞAN: TOPLUMA IŞIK TUTAN BİR SANATÇIYDI

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ünlü sinema yönetmeni Ömer Lütfi Akad'ın vefatı nedeniyle bir mesaj yayımladı.

Başbakan Erdoğan'ın mesajı şöyle: “Türk sinemasının usta yönetmeni, sanat dünyamızın dev çınarlarından biri olan Ömer Lütfi Akad'ın vefatını derin bir teessürle öğrendim. Ömrünü sinemaya vakfeden Akad, yönetmenliğini üstlendiği filmlerle, toplumumuzun önemli meselelerini ele alan, topluma ışık tutan bir sanatçıydı. Merhum Ömer Lütfi Akad'a Allah'tan rahmet; ailesine, yakınlarına, sevenlerine ve tüm sanat dünyamıza başsağlığı diliyorum.”

ÖMÜR GEDİK: "ÇOK BÜYÜK BİR KAYIP"

Sinema yazarı Ömür Gedik, hurriyet.com.tr'ye Akad'ın vefatından sonra şunları söyledi;
"Türk sinemasının en büyük ustalarından bir tanesini kaybettik. Çok büyük bir kayıp. Pek çok genç yönetmenlerimizin, gerek ödüller alan gerekse de izleyecinin takdiriyle ödül alan yönetmenlerimizin onun filmleri ile büyüdüğünü biliyorum. Ve kendisinin izleri hala devam ediyor."

ÖMER LÜTFİ AKAD'I BÖYLE ANLATMIŞLARDI

Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Yavuz Turgul ve Çağan Irmak, 'Film Arası Sinema' Dergisinde Türk Sineması’nın ulu çınarı Ömer Lütfi Akad'ı anlatmışlardı. İşte usta yönetmen için yapılan yorumlar;

TÜRKAN ŞORAY: ONUNLA ÇALIŞMAM OYUNCULUĞUMUN DÖNÜM NOKTASI OLDU

Benim sinema yaşamımda onunla çalışmak dönüm noktası oldu. Kalıplaşmış melodram oyunculuğundan geçiş dönemim oldu. Ana ve Vesikalı Yârim… Sade, yalın oyunculuğu bu filmlerle başardım. Lütfi Akad sevecen, sezgileri güçlü, kendinden emin ve çok nazik bir insan.

HÜLYA KOÇYİĞİT: LÜTF İ AKAD BENİM İÇİN BİR YOL GÖSTERİCİYDİ

Birlikte çalıştığımız ilk filmde, Lütfi Akad benim için sadece bir yönetmen değil, aynı zamanda bir eğitmen, bir yol gösterici oldu. Onu tanıyıp çalışmaktan sonra, yaptığımız işle ilgili yeni düşüncelerimiz oluştu. Yeteneğimi geliştirmek, yeni, gerçek bir yol çizmek için kendime sorular sormaya başlamıştım. Mesleğime tutkuyla bağlı olduğumu, nasıl ciddiye aldığımı, farklı karakterleri talep ettiğimi gören Lütfi Bey, benimle çok önem verdiği o üçlemesini gerçekleştirdi.

YAVUZ TURGUL: AKAD, ‘USTALARIN USTASI’ SIFATINI HAK ETMİŞ BİR PİRDİR

Akad kişiliğiyle, ciddiyetiyle, işine duyduğu saygıyla, sinemaya verdiği önemle ustaların ustası sıfatını sonuna kadar hak etmiş bir pirdir. Genç sinemacıların ustanın filmlerini tekrar tekrar izlemelerini öneririm.

ÇAĞAN IRMAK: LÜTFİ AKAD BENİM İLHAM KAYNAĞIM

O benim ilham kaynağımdır. Lütfi Akad’ın bütün filmleri, hayatımda karşılığını, değerini buldu. Hepsi çok güzel birer anı oldular benim için. Türk sineması deyince aklıma hemen onun gelivermesi, bundan belki de.


FİLMOGRAFİSİ

Vurun Kahpeye 1949
Lüküs Hayat 1950
Tahir ile Zühre 1951
Arzu ile Kamber 1951
Kanun Namına 1952
İngiliz Kemal 1952
Altı Ölü Var 1953
Katil 1953
Çalsın Sazlar Oynasın Kızlar 1953
Bulgar Sadık 1954
Vahşi Bir Kız Sevdim 1954
Kardeş Kurşunu 1954
Görünmeyen Adam İstanbul'da 1954
Meçhul Kadın 1955
Kalbimin Şarkısı 1955
Ak altın 1956
Kara Talih 1957
Meyhanecinin Kızı 1957
Zümrüt 1958
Ana Kucağı 1958
Yalnızlar Rıhtımı 1959
Cilalı ibo'nun Çilesi 1959
 Yangın Var 1959
Dişi Kurt 1960
Sessiz Harp 1961
Üç Tekerlekli Bisiklet 1962
Tanrı'nın Bağışı Orman 1964
Sırat Köprüsü 1966
Hudutların Kanunu 1966
Kızılırmak Karakoyun 1967
Ana 1967
Kurbanlık Katil 1967
Vesikalı Yarim 1968
Kader Böyle İstedi 1968
Seninle Ölmek İstiyorum 1969 [renkli]
Bir Teselli Ver 1971
Mahşere Kadar 1971
Vahşi Çiçek 1971
Yaralı Kurt 1972
Gökçe Çiçek 1973
Gelin 1973
Düğün 1974
Diyet 1975
Esir Hayat 1974

Hürriyet.com
                                                                                                                                           Alıntıdır.....

17 Kasım 2011 Perşembe

Türkiye’de Sinema Dergiciliğinin Tarihi


Burçak Evren
Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi bünyesinde faaliyet gösteren Türk Sineması Araştırmaları ekibinin “Türkiye’de Sinema Dergiciliği” başlığıyla hazırladığı ve alanında yetkin konukların çağrılacağı dizinin ilk konuğu sinema eleştirmeni ve tarihçisi Burçak Evren’di.

Programın başlarında sinemaya başlama serüvenini, sinemaya bakışının zaman içinde nasıl değiştiğini anlatan Burçak Evren, çıkardığı sinema dergilerinin Türkiye’de sine-
manın gelişimine yaptığı katkılardan da bahsetti. 1969 yılında gazeteciliğe başlayan Evren’in kişisel hayat hikâyesi ile Türkiye’nin dönüşüm süreci paralellik gösterdiği için program çerçevesinde yazarın anlattıkları üzerinden Türkiye’deki tarihsel gelişimi takip etmek de mümkündü. Yönünü Batı’ya doğrultan Türkiye’nin modernleşme sürecinde yaşadığı sıkıntılar, toplumsal hayattaki kutuplaşma, sınıf farklılıklarının keskinleşmesi, iktidara gelen partilerin politikalarının sokağa yansımaları gibi sosyolojik bir araştırmanın konusu olabilecek pek çok başlık da Evren’in anlattıkları üzerinden okunabilir. Bu açıdan bakıldığında, Amerikan filmlerinin piyasaya egemen olduğu, sinemanın sadece bir eğlence aracı olarak görüldüğü, filmlerdeki sosyolojik alt-metinlerin görmezden gelindiği bir dönemde sinemayla tanışan birinin daha sonra Fransızların ünlü sinema dergisi Cahiers du Cinémadoğrultusunda bir dergi çıkarmaya çalışması anlam buluyor.

Neredeyse kırk yıldır bu mesleğin içinde yer alan Evren’in gözlemleri ve deneyimleri sinemanın bir eğlence aracından politik bir ifade aracına dönüşmesinin izdüşümlerini de bizlere sunuyor. Ömer Lütfi Akad, Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Halit Refiğ gibi yönetmenlerin Türk sinemasının dilini bulma sürecinde oynadıkları öncü rol, Ulusal Sinema kavramı, Sinematek’in kuruluş serüveni, Yeni Sinemadergisinin çıkışı, sinema yazarları ve yönetmenler arasındaki fikir ayrıklıkları, Yılmaz Güney’in olay yaratan filmleri gibi döneme damgasını vurmuş bir dizi olayın sinemanın gelişmesindeki etkisini de Evren’in anlattıklarından gözlemleyebiliyoruz. Çeşitli kaynaklardan parça parça okuduğumuz bütün bu gelişmeler, Evren’in sosyal gelişmeleri de es geçmeden anlattığı kişisel yolculuğuyla birlikte bütünlük kazanıyor.

Bununla birlikte, Sinematek Der-
neği’nin işleyişindeki ve Yeni Sinemadergisinin felsefesindeki, ulusalı reddedip “Batıya yönelen” ve aslında Türkiye’nin modernleşme sürecinde taşların bir türlü yerli yerine oturmamasından kaynaklanan yerelden beslenmeyip evrensele ulaşmayı hedefleyen ve dönemin entelektüelleri arasında yaygınlık kazanan bir görüşün çıkmazları da Evren’in programda anlattıklarıyla daha da görünür kılınıyor. Türkiye’nin yaşadığı tezatlar, Evren’in çıkardığı dergilerde ve yazdığı gazetelerde de aynen devam ediyor. 1980’lerdeki Gelişim Sinemadergisi Cahiers du Cinema’nın felsefesine sadık kalarak, sinema dergiciliğinde Fransız ekolünü Türkiye’ye uyarlamaya çalışıyor; ama bir devamlılık sağlanamıyor ve dergi bir seneyi doldurmadan yayından kalkıyor. Yeşilçam’ın çöküşünü hazırlayan süreç sinema dergiciliği alanında da çöküşün habercisi oluyor. Ülkede sinema salonları kapanıp film üretimi düşerken, Fransız ekolüne bağlı bir derginin de ömrü kısa oluyor. Ötelenen ve aşağılanan ülke sinemasının aslında sinemanın her alanında belirleyici bir rol oynadığının da bir anlamda göstergesi olan bu gelişme, kuşkusuz içeriyi görmezden gelip dışarıyla yetinmeye çalışmanın da acı bir faturasına dönüşüyor.

Programda Osmanlı dönemindeki sinema dergiciliğinden günümüzdeki sinema dergilerine değin uzun bir tarihsel aralığı kendi gözlemleriyle bizlere aktaran Burçak Evren, bir yandan da Türkiye’de eğitim alanında yaşanan eksikliklerin sinema alanına yansımalarına da vurgu yaptı. Sadece pratik anlamda teknik eleman eksikliğinin değil, kuram ve teori anlamında da ciddi şeyler üretecek, araştıracak ve yazacak insanların yokluğunun da sinemamızda büyük bir sorun yarattığına dikkat çekti. Günümüzdeki sinema dergilerinin magazine ağırlık verdiğini, bültenlere dayalı tanıtım yazıları yayınladıklarını ve eleştirinin işlevinin kalmadığını da sözlerine ekledi. Son olarak, “Herşeye rağmen, bugün imkânım olsa yine de bir sinema dergisi çıkarırdım” diyen Evren, sinema konusundaki varolan karamsar tabloya karşın ileriye yönelik umutlarını da aktardı.

bisav.org.tr
                                                                                                                                               Alıntıdır....