Su an Çin’e bağlı olan Uygur Otonom Bölgesi ya da tarihi olarak Türkistan’ın doğusu (batısı bildiğiniz üzere Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan olarak Sovyet Rusya’nın Orta Asya siyaseti sonucu bölümlenmişti), son çok üzücü olaylarla dünya gündemine girdi. Bu sıcak gündemin içinde kültürün, sinemanın ne işi var diye düşünülebilir ama kültürel bağlar güçlü olsa acaba kriz noktaları ne kadar çözümsüz kalabilirdi diye de düşünmekte fayda var. 2006 eylülünde, Kazakistan, Almatı’da düzenlenen Uluslararası Şaken Yıldızları Film Festivali’nde jüri üyesi olarak bulunuyordum. Festival bittikten sonra, Almatı’ye bir buçuk saatlik uçuş mesafesindeki Urumçi’ye geçtim.
Yukarıda saydığım ülkelerin sinemalarından, Prof. Tevfik İsmailov’un yazdığı üç ciltlik abidevi Türk Dünyası Sineması Tarihi eseri vasıtasıyla ve bilfiil Tevfik Beyin kendisiyle, Istanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi’nin faaliyetleri çerçevesinde üç kez düzenlediğimiz ‘Türk Dünyası Sinema Günleri’ kapsamında haberdar ve bilgi sahibi olmuştuk. Ancak emindim ki, ayrıca bir Uygur sineması da mevcuttu. Ama elde bir literatür bulunmadığından bundan habersizdik. Yıllar sonra elime böyle bir fırsat geçtiğinde, oraya gidip bu sinemanın izini sürmeye karar vermiştim. Urumçi’nin orta yerinde yükselen gökdelenler doğrusu beni oldukça şaşırtmıştı. Etraftaki tabelalar Çince ve Uygurca da kullanılan Arap alfabesi ile kaleme alınmıştı. Bir-iki gün içinde şehrin idari ve iktisadi merkezinde Çinlilerin bulunduğunu gördüm. Müslüman Uygur halkı bu merkez-çevre ilişkisine göre adeta periferide ve daha yoksul sosyal katmanlardaydı. Uygurlar,yediklerinden kıyafetlerine, oturup-kalkmalarına adeta elmanın diğer yarısı kadar bize benziyordu ve Uygur Türkçesinde birçok ortak kelime vardı.
Benim birincil amacım Uygur sinemasının peşine düşmekti ve Sovyet olsun, Çinli olsun her sosyalist eyaletin bir ‘Kino Stüdyosu’ yani ‘Film Stüdyosu ve Arşivi’ olduğunu biliyordum. Uygur Film’in yerini sonunda öğrendim ve orada aynen Kazak Film’de olduğu gibi çok geniş bir arazi ve oraya yayılmış binalarla karşılaştım. Uygur sinemasının tarihi, çoğu Orta Asya ülkesi gibi 1950’lere uzanıp 1959’da başlıyor.
Televizyon kanallarının çoğalıp bugün 12’ye ulaştığı bu bölgede 2000’e kadar yüz civarında film çekiliyordu. Önce siyah-beyaz filmlerin hakim olduğu dramlar ve kimi zaman sınıf ilişkilerinin işlendiği filmler çekiliyor. Zamanla sinemaskop formatında görsel yanı gelişmiş, tarihi dramalara da yer veriliyor. Veya renkli olarak yine geniş perde Uygurların ünlü destanlarından Garip ile Senem filme alınıyor. Filmler bazen Uygurca, bazen Çince kaydediliyor ve Uygurların ünlü 12 mugamından tınılar taşıyor. 2000’lerden itibaren üretim televizyon yapımlarına kayıyor ve bağımsızlığına kavuşan diğer Orta Asya ülkelerinin sinemalarında olduğu gibi bir durgunluk devresine giriliyor. Umarız burada barış ve hürriyet tesis edilir ve Firdevs Azizi, Şirzad Yakup gibi önemli yönetmenlerle ortak-yapımlara gidilir.
mobil.stargazete.com
Alıntıdır....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın