İlk yıllarında sinemada, kuşkusuz ses öğesi eksikti. Pek çok araştırmacı bu eksikliği gidermek için hemen çalışmalara başladı. Halka açık gösterilerde, filmlerin bir pikap yardımıyla müzik eşliğine kavuşması, 1912'den başlayarak Gaumont-Palace'ta gerçekleşti. Bu uygulamada, pnömatik amplifikatörler kullanıldı.
Bu gösteriler yine de başlangıçta sınırlı kaldı. Ama 1920'lerde ise lambalı amplifikatörlerin bulunmasıyla yaygınlaşmaya başladı. Sessiz film özellikle büyük bir evrensel üstünlüğe sahipti. Önemsiz bir kusuru sadece ara yazılarının anadile çevrilme zorunluluğuydu. Bunun çözülmesiyle bir film tüm dünyaya satılabiliyordu. İşte bu üstünlük nedeniyle film yapımcıları sesli filme geçilmesine istekli değillerdi.
1926'da küçük amerikan yapımevi Warner kardeşlerin kısa sesli filmlerden oluşan programı, yapımcıların tersine seyircinin sesli filme ilgi gösterdiğini ortaya koydu. Böylece 1927'de ilk "konuşmalı" uzun filmler piyasaya çıktı. Ocak ayında Warner'ların The Jazz Singer (göstericiyle eşlemeli plaklarla) ile Mayıs’ta Fox'un Seventh Heaven'ı (optik kuşak üzerindeki seslerle). Elde edilen başarı sesli sinemaya geçişi zorunlu bir duruma getirdi. The Jazz Singer 1929'da Paris'te gösterime çıktı. 1930'dan başlayarak bir sinema salonu için konuşmalı filmler göstermemek kabul edilemez oldu.
Bu gelişme sinema sanayisini altüst etti. Ses öğesi, filmlerin üretim bedelini önemli ölçüde artırıyor, üstelik filmlerin dağıtımını kullanılan dilin yaygınlık alanıyla sınırlıyordu. İlk yıllarda bu sorun, bir filmden birçok dilde kopya çıkarılarak çözülmeye çalışıldı. Çok pahalı olan bu uygulama, anadilde dublaj ve altyazı yöntemleriyle ortadan kalktı.
- Optik Ses: Çok daha akılcı olan bu uygulama, kısa sürede, göstericiyle eşlenmiş plaklar yöntemi karşısında ağır bastı. Söz konusu ses titreşimleri, genişliği 2,5 mm olan ve görüntüyle film delikleri arasına yerleştirilen değişik ölçülerde ışık geçirmez bir ses yoluna kaydedilir. Gösterimde ses yolu, son derece ince bir yarıktan ışıklandırılır. Filmin öbür yanında, bir ışıl elektrik fotosel ses yoluna düşen ışık değişimlerini elektrik akımı değişimleri haline çevirir; daha sonra ise amplifikatör ve hoparlör yer alır.
Optik ses, başlangıcından beri sürekli yenilenmeler geçirdi. Özellikle elektronik okuma hücrelerinde önemli değişimler oldu. Ama temel yapısı değişmedi. Bu durum yakın geçmişte Dolby'nin ortaya çıkışına dek sürdü. Bu süreç içindeki başlıca değişiklik, renkli film yaygınlaşırken değişken yoğunluğun yerini değişken uzanımın almasıydı. (Technicolor tekniği dışında, değişken yoğunluklu ses yolu taşıyan renkli kopyaların basımı, gerçekten de büyük sorunlar doğuruyordu.) Başlangıçta basit uzanım biçiminde denenen değişken uzanım, giderek ikili uzanım biçiminde uygulandı. Burada siyah fon üzerinde beyaz simetrik bir ses izi elde edildi; bu izin genişliği, kaydedilecek ses titreşimlerinin göstergesi oldu. Bu iz daha sonra aşağı yukarı düzenli bir biçimde iki koşut ve simetrik ize bölündü; böylece elektronik okumada ışın sapması tehlikesi azaltıldı.
Optik sesin bütün bu evrimi boyunca, dönüştürülebilirliğini koruması dikkati çekti. Çağdaş bir gösterici, 1930 yıllarından bir kopyanın sesini kolayca okuyabildiği gibi 1930'ların hâlâ çalışır bir göstericisi de çağdaş bir kopyayı güçlük çekmeden sesli olarak yansıtabilir.
Geleneksel nitelikli iyi bir optik ses, dip işaret/gürültü oranı yönünden mikroiz plakla karşılaştırabilir düzeydedir; buna karşılık ses bozulmaları ve geçirme bandı (8 000 hertz'le sınırlıdır) yönünden daha zayıftır. Bu durum, öte yandan optik sesin özellikle geçirme bandında elde ettiği başarıyı ortaya koyar. Sessiz filmlerin saniyede 16 görüntü geçme özelliğine karşılık, sesli filmler bu geçirme bandı sayesinde saniyede 24 görüntü geçebilirler. Bundan dolayıdır ki, sesli bir göstericide oynatılan bir sessiz film "hızlı" oynuyor görünür. Eğer bu kopyadan görüntüleri yarım kat artırılmış özel bir kopya çıkarılırsa, bu hızlılık izlenimi ortadan kaybolur. Böylece 16 özgün görüntü, 24 görüntü vermiş olur. Eğer bu kopya saniyede 24 görüntü olarak oynatılırsa, göz söz konusu aldatmacayı ayırt edemez ve saniyede 16 görüntü sunulan özgün kopyayı izlediğini sanır.
- Manyetik Ses: Sesin, manyetik okuma kafaları önünden geçen manyetik ses yolları üzerine kaydı (çalışma ilkesi teyplerdekinin aynısıdır) 1953'te Sinemaskop ile doğdu. Optik sesten çok daha nitelikli olan manyetik ses, üstelik daha dar bir ses yoluna kaydedilir. Bu durum kopya üzerine birçok ses yolunun yerleştirilmesini sağlar. Bundan da stereofonik sesler elde edilir. Sinemaskop tekniği de dört ses yolu içermektedir. Üçü ekran "yolları" (sol, orta, sağ), biri salona verilecek "fon sesi" içindir.
Manyetik ses, göstericilerde değişiklik ve sürekli bakım gerektirmesi dışında (ayrıca üç ek müzik setinin [amplifikatör + hoparlör] satın alınması ve yerleştirilmesi gerekir) pahalı bir uygulamadır. Kopyayı yıkadıktan sonra üzerinde manyetik ses yolları oluşturmak, daha sonra da bunlara ses kaydı yapmak gerekir. Öte yandan ses yolları, kaza sonucu silinebilir duyarlıktadır.
Bütün bu nedenlerle manyetik ses, optik sesin yerini almayı başaramamıştır. Bugün ancak bazı durumlarda kullanılmaktadır. Yine de 70 mm'lik filmler, yalnızca manyetik sesten ve altı ses yolundan yararlandılar. Bunların beşi ekran yolları, biri de salon fon sesi içindir.
- Dolby ve Stereo Dolby: Dip gürültüsünü azaltma yöntemlerinin en tanınmışlarından biri, hatta en tanınmışı olan ve son zamanlarda geliştirilen Dolby, optik sinema sesine 1975'ten önce uyarlandı. Ayrıca dip gürültüsünün azaltılması, kuşkusuz, geçirme bandının aşağı yukarı 12 000 hertz düzeyine yükselmesini sağladı. Daha önce 8 000-12 000 hertz dilimi kullanılmıyordu. Bunun nedeni ise çok kolay bir biçimde dip gürültüsüne düşülebilmesiydi.
İkinci evrede, Dolby laboratuarları, amerikan RCA firmasıyla işbirliği içinde Stereo Dolby'yi geliştirdiler. Bu kez optik ses yolu üzerine özdeş olmayan, değişik iki iz kaydediliyor, ayrıca bir kodlama sistemi oluşturuluyor, böylece üçü ekran yollarına, biri salon fon sesine yönelik dört sesin kaydına ulaşılıyordu. Sonuç olarak manyetik sesin sakıncalarıyla karşılaşmadan Sinemaskop'un olanakları yeniden elde edildi. Stereo Dolby'nin ek üstünlükleri de şunlardı: Dolby'nin tek boyutlu ya da üçboyutlu optik ses yolları, kopya basımında, alışılagelmiş bir optik ses yolundan daha pahalıya çıkmıyordu. Ayrıca gerçekten önemli bir biçim bozulması olmadan, donanımı Dolby yöntemi için yapılmamış bir gösterici aracılığıyla okunabiliyorlardı.
1980'de on binlerce salon (esas olarak ABD'de) Stereo Dolby'ye uygun biçimde donatıldı. Yüz kadar film de bu yönteme göre çekildi.
70 mm'lik Dolby kopyalarında, kuşkusuz, yalnızca dip gürültüsü azaltma yöntemi kullanıldı. Çünkü bu kopyalar zaten 6 Stereofonik manyetik ses yolu içeriyorlardı.
KAYNAK: BÜYÜK LAROUSSE (1993)
sinematurk.com
Alıntıdır....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın