Sinemanın doğuşunda ışığa duyarlı kullanılabilecek ilk yöntem ışığın etkisiyle gümüş tuzlarının opak gümüşe dönüşmesidir. Böylelikle siyah-beyaz görüntüler elde edilir.
Kısa bir zaman içinde filmleri renklendirme düşüncesi doğdu. Bu iş için önce, elde, görüntü boyama, sonra renklendirilecek kopyayla temas halindeki görüntüsüz boş filmde makineyle "renk alanları" oluşturma yöntemleri uygulandı.
Birinci Dünya savaşı'na, hatta sonrasına dek oldukça geniş ölçüde uygulanan bu son yöntem, işin can alıcı noktasına yönelmekten uzak kaldı. Temel sorun, o dönemdeki deyimiyle filme alınmış nesnelerin "doğal renkleri"ni kaydetmek ve yeniden üretmekti. ("Doğal renklerde" ifadesi, İkinci Dünya savaşı'ndan sonra, renkli filmlere ait reklamlarda iri harflerle görünmeye başlayacaktı.)
- Katmalı yöntemler: Bu yöntemlerin üstünlüğü daha yukarıda anlatılan siyah-beyaz yönteminden renk elde edilmesini sağlamasındadır.
İngiliz Kinemacolor tekniği, özellikle 1911'de, kral George V'in, Hindistan imparatoru olarak taç giymesini konu edinen haber filmiyle büyük başarı sağladı. Kamera, art arda bir yeşil ve bir kırmızı renk filtresi arkasından olmak üzere, saniyede 32 görüntü kaydetti. Gösterim, aynı koşullarla yapıldı ve renklerin karışımı, ağtabakanın görüntüyü bir süre koruma özelliği sayesinde gözde gerçekleşti. Yöntemin en büyük yetersizliği kuşkusuz iki renge dayalı oluşuydu. Oysa olası tüm renklerin izlenimleri elde edilmek isteniyorsa, en azından üç renk kullanmak gerekliydi. Yeşil ve kırmızı, aşağı yukarı doyurucu bir "pembemsi beyaz" izlenimi veriyordu, ama mavi tonlar saf dışı kalıyordu.
1912'de Léon Gaumont "Kronokrom" ya da Gaumontcolor denilen tekniği ortaya attı. Bu teknik de 1920'lere doğru büyük başarı kazandı. Burada her görüntü birbiriyle bağlantısız üç görüntüden oluşuyor, bunlar da yeşil, kırmızı ve mavi filtrelerle donanmış üç ayrı merceğin arkasından saptanıyorlardı. Gösterim benzer biçimde ve görüntülerin perdede çakışmalarını sağlayacak üç merceğin arkasından gerçekleşiyordu. Bu kez de üç renklilik söz konusuydu; ama görüntülerin perdede tam olarak üst üste geçmeleri çok hoş bir sonuç veriyordu. Ayrıca değişik merceklerin verdikleri görüntüler, perdede kolayca renk taşmalarına yol açıyordu. Öbür katmalı renklendirme yöntemleri daha sonraları ortaya çıktı, iki dünya savaşı arasında özellikle Keller-Dorian ve Dufaycolor teknikleri dikkati çekti. Bunlardan ilkinde görüntü resimli bir tabanın arkasından, ikincisinde ise tabana basılmış üç renkli bir mozaiğin arkasından kaydediliyordu. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Rouxcolor tekniği ( Pagnol'ün la Belle Meuniére filminde kullanıldı) normal bir siyah-beyaz filmden yararlandı. Burada kamera merceğiyle elde edilen görüntü, objektifle film arasına yerleştirilmiş ve üzerlerinde renkli filtreler bulunan ara merceklerle yan yana küçük görüntülere bölündü. İlk iki yöntem, film kopyalarının basımında, üçüncü yöntemse salon gösteriminde sorunlar çıkardı (perdede görüntülerin üst üste binmelerindeki güçlük). Technicolor yarışımı karşısında, bu sorunlar birer engel oluşturdu.
- Çıkarmalı yöntemler (Technicolor): Tarih bakımından ilk çıkarmalı yöntem olan Technicolor (1928'de ikirenkli olarak doğdu; 1934-35'te üçrenkli biçimini aldı) sonunda renk öğesini sinemaya gerçekten soktu. Çünkü gösterimde hiçbir sorun çıkarmıyordu. Artık film, siyah-beyaz olmak yerine çok basit biçimde renkliydi.
Bu yöntemde özel bir kamera merceğinin arkasına yerleştirilen bir optik bölücü, doğrudan kırmızı, yeşil ve mavi renklere karşı düşen üç ayrı siyah-beyaz negatif elde etmeyi sağlar. Bunlardan üç pozitif çıkarılır. Bu pozitifler özel bir işlemle ve görüntü yoğunluğuyla orantılı biçimde renklendirilir. Tek renkli bu ara pozitiflerin içerdiği renklendirilmiş görüntüler sonunda basım yoluyla boş bir filme aktarılır.
Kameranın karmaşıklığı ve büyük yer tutması yöntemin duyarlığının çok zayıf oluşu (çekimde görünür duyarlık yalnızca 8 ASA'dır.), kopya basım işlemlerinin karmaşıklığı (ve özellikle değişik görüntüleri yetkin biçimde basmanın güçlüğü) Technicolor'ı ancak çok sayıda kopya çıkarılması gereken, büyük bütçeli filmlere uygun bir teknik durumuna soktu.
Bunun tersine Technicolor renklendirme tekniğinin, kopya basım tekniklerine benzemesinden doğan büyük esnekliği, rengi kolayca işlemesini sağladı. Çok kısa sürede yüksek nitelikli görüntüler elde edildi. Bu nedenle Technicolor, ekonomik yarışıma daha uygun negatif-pozitif yönteminin ortaya çıkışıyla bir yana bırakıldıysa da, uzun süre kopya basımlarında, laboratuarda özgün negatiften ' 'seçmeler' elde etmede sık sık kullanıldı.
- Monopak yöntemleri: 1935'te Kodachrome bugün de (pek çok değişim geçirmiş biçimiyle) yaygın kullanımı olan, evirtilir Kodakrom filmi piyasaya çıkardı. Bu, aynı zamanda Technicolor ve onun üç ayrı negatifi karşısında, monopak yöntemlerinin sahneye çıkışıydı. Tek kuşaktan amaç, üç duyarkatın bir tek boş filmde üst üste geçirilerek birleştirilmesiydi.
Kodachrome, gelişimi boyunca büyük bir yenilik olarak üst üste binmiş üç ayrı renkli görüntü olanağını sağladı. 1936'da alman Agfa firması tarafından çıkarılan evirtilir Agfacolor da büyük bir ayrım dışında aynı özelliği taşıyordu. Kodachrome'da üç görüntünün renkleri banyo işlemleriyle elde edilmişti. Agfacolor'da ise bu renkler, tersine banyo boyunca, duyarkatları içinde başlangıçtan beri var olan maddeler "çiftleyiciler" aracılığıyla üretiliyordu. Bu noktada da büyük yenilik söz konusuydu; daha sonraki yıllarda evirtilir ya da negatif-pozitif tüm monopak yöntemlerinde, Kodachrome dışında kalan markalar çiftleyicilerden yararlanacaklardı.
Renkli film çekimi için artık özel kameraya gerek yoktu. Örneğin filmler önce Kodachrome ile çekiliyor, yıkama işleminden sonra laboratuarda Technicolor kopya basımı için gerekli üç "seçme" ortaya konuyordu. Özellikle Walt Disney'in hayvanları konu edinen çizgi filmleri bu yöntemle gerçekleştirilecekti (Yaşayan Çöl [The Living Desert; 1954], vb.)
Yine de evirtilir bir özgün kopyadan yola çıkma, güç bir işlem olarak kaldı. Bu konuda son adım, renkli filmi geleneksel siyah-beyaz film sürecine benzer bir süreç içinde gerçekleştirmeyi sağlayan ilk monopak yöntemi olan, negatif-pozitif Agfacolor ile atıldı. (Bu yöntemin doğuşu, genellikle 1942'de La Ville Dorée adlı filmin piyasaya çıkarılışına bağlanır. Gerçekte negatif-pozitif Agfacolor 1939'da satışa çıkarılmıştır.)
Savaştan sonra Gevacolor (1948), Anscocolor, Ferraniacolor ve Kodak'ın Eastmancolor (1951) teknikleri doğdu. Bunlardan sonuncusu monopak yöntemini kesin biçimde kabul ettirdi. Uzun süre, bu biçimde elde edilen negatifler, duruma göre, ya pozitif monopak ya da Technicolor yöntemiyle görüntüleneceklerdi. İkinci yöntem bugün kullanım dışı kaldı.
Bugün, tüm dünyada, üç çeşit 35 ve 16 mm renkli negatif kullanılmaktadır. Eastmancolor, Fujicolor, Gevacolor. Duyarlıklarıyla (yapay ışıkta 100 ASA, gün ışığında dönüştürme filtresiyle 64 ASA) ve genel olarak verdikleri sonuçlarla benzer nitelikler taşıyan bu filmler, monopak yönteminin ilk yıllarından beri ortaya çıkan tüm gelişmelerden yararlandılar. Bunların başında da renklerin aslına uygunluğu ve görüntünün bütün ayrıntıları vermesi geldi. 1980'de Eastmancolor ve Gevacolor altıncı kuşaklarına ulaştılar. Kopya basım filmlerinde bu üç markaya 3M eklendi. Tüm bu teknikler, Kodak'ın kendi ürünleri için öngördüğü laboratuar işlemlerine bağlı kaldı. "Batı" filmi satın alan eski doğu ülkeleri, ayrıca doğu alman kökenli Orwocolor tekniğini kullandı. Bu teknik Rusya'da Sovcolor adıyla tanındı ve Agfacolor'ın ilk biçimine yakınlığıyla dikkati çekti. Batı'da "De Luxe renkli", "Metrocolor renkli", eski yıllarda "Warnercolor renkli" ya da günümüzde "Technicolor renkli" gibi nitelemeler, en azından ara negatifin elde edilmesine dek geçen sürede, yukarda adı geçen markalardan birinin monoplak filmi üzerinde, "De Luxe", "Technicolor" vb. gibi bir laboratuarda gerçekleştirilen çalışmaları belirledi.
KAYNAK: BÜYÜK LAROUSSE (1993)
sinematurk.com
Alıntıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın