Pages

15 Ocak 2013 Salı

Tüketim sineması ve izleyicinin konumu


Günümüzde hareketli ve hareketsiz görüntüler her yanımızı çevrelemiş bulunmakta. Hareketli görüntülerle hemen her yerde, o kadar sık ve sürekli olarak karşılaşıyoruz ki, onları vücudumuzun bir organı gibi kaybetmedikçe fark edemeyecek haldeyiz. Onlar bizim için artık şaşırılacak olaylar olmaktan çoktan çıktılar. Oysa ilk ortaya çıktıklarında adeta bir mucize olarak algılanmışlardı. Seyirciler ilk defa Lumière'in trenini üzerlerine gelirken gördüklerinde şaşırmış ve sarsılmışlardı. Böylelikle sadece yeni bir sanat değil, yeni bir güç de keşfedilmiş oluyordu ve bu gücün adına da sinema denecekti.

Sinema da diğer tüm organizmalar gibi kaçınılmaz yaşam evrelerine sahip; büyük bir arayışın sonucunda diğer sanatların tüm birikiminin mirasçısı olarak doğdu, ardından sanatsal ve anlamsal gelişimine göre çok hızlı bir şekilde artan şanının ve şöhretinin istikrarlı olarak büyümesiyle zirveleşti, şimdi ise dönüşü olmayan çöküş yolunda ilerlemekte...

Bizi kendisine hayran bırakacak yeni filmleri, sabırsızlıkla bekledeğimiz bir dönemde değiliz.
Ait olmadığımız yaşamların içinde gezinme, diğer insanların hayatlarında ve yüzlerinde kendimizi yitirme, film tarafından kaçırılma, bambaşka dünyalarda uyanma ve sanal da olsa eşsiz deneyimler edinme beklentilerimiz ortadan kalktı. Sinema, birbirimizle vakit geçirmeyi beceremediğimiz zaman kaçtığımız haftasonu eğlencesidir artık. Tek başımıza çıkacağımız bir serüven yerine çift terapisine dönüşmüştür. Bu doğrultuda, sinema sanatının günümüz temsilcileri de sadece eğlence amacıyla yapılan, birbirinden pek farkı olmayan, anlaşılmak için hiç bir çaba gerektirmeyen ve zaten anlatacak bir şeyi olmayan, sıradan filmler olmuştur. Yirminci yüzyılın sanatı olarak ilan edilmiş olan sinema, şimdi çöküş sürecindedir ve sanat niteliğini yitirmektedir.

Film üreticileri bir başyapıt ya da sanat eseri ortaya koyma iddiasından çoktan uzaklaştılar. Bugüne kadar izleyicinin duygusal beklentilerini doyuran sinema sektörü artık kendi ''duygusal'' beklentilerine öncelik vermekte. Bir ideolojisi, sanatsal bir kaygısı ya da söylecek iki çift lafı olan filmleri bulmak çok zorlaştı, çünkü bunlara gerek kalmadı!

Ancak sinema varoluşunu sağlayan tüm öğelerini kaybetse de, izlenmeye ve para kazandırmaya eskisinden çok daha fazla olarak devam ediyor. Peki sinema varoluş sebeplerinin tümünü teker teker kaybederken yani sanat olarak çürüme yolunda hızlı adımlar atarken, sektör olarak büyümeyi nasıl başarıyor, bu işin formülü nedir? Birincisi; tüketim isteğinin canavarca arzulara dönüşmesiyle ilkel güdüleri hortlayan insanı kolay yollardan boşaltacak yani Aristo'cu drama mantığıyla ''katarsis''e ulaştıracak öğeleri filmin omurgası yapmak -ki bu bizi izlediğimiz şeyin hala sanat olduğunu sanmamıza devam etmemizi sağlar- , ikincisi; sinemasever(cinephilia) kitleyi gözardı edip sinemayiyici kitleyi hedef almak yani sinemayı güzel ambalajlı, neye yaradığını bilmediğimiz ya da bir işimize yaramayacak ama almaktan da kendimizi alıkoyamadığımız, popüler olan fakat hemen eskiyen -böylelikle yenisinin peşinden koşturan- bir tüketim nesnesine dönüştürmek.

Bir sanat olarak doğan sinema, karanlık bir odada, bir ışık hüzmesi tarafından esir edilmiş, rüya görmekten pek de farkı olmadan ona bakan, bu sebeple de tüm zırhlarından arınan, savunmasız kalan, gözünün önünde gerçekleşen olayalara müdahale hakkından yoksun, bilince ve bilinçaltına yapılan tüm saldırılara açık olan insanı, değiştirebilecek güçteydi ve hala bu gücü saklı tutmakatdır. Fakat insanları değiştirebilmek tüketim sineması için bir şey ifade etmez. Çünkü tüketim sineması değişimi değil statükoyu sever, izleyiciyi bilinçlendirmek (mimesis) yerine boşaltmayı (katarsis) tercih eder, estetik ya da ideolojik bir amacı yoktur, maddi getiri hedefler. Bu tercih ve hedefleri belirlerken de insanların talep ve tercihlerini referans alırlar. Yüksek kar beklentisi onları satış garantisi olan filmler yapmaya yöneltir. Hedef izleyici, büyük kitleyi oluşturan sinemayiyici olduğu için satış garantisi de''heyecanlandır, ağlat, güldür'' demektir.

Günümüzde insanlar, kimi düşünürler tarafından, sanal duyguları büyük bir iştahla tüketerek kendilerini anlamlandırmaya çalışan ''gerçek yaşam fukaraları'' olarak görülmektedirler. Tüketim sinemasının ortaya koyduğu formülün işe yarayıp, çok yüksek rakamlara ulaşan izleyici sayılarına ulaşmaları acaba haklı olduklarının ispatı mıdır?

Ekrem Arslan / Sabah İnternet
kaynak: sabah.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın