Pages

18 Nisan 2012 Çarşamba

Filmlerini korkarak çeken yönetmen


'Bir kameramanın neden gerekli olduğunu anlayamıyordum', 'Film çekerken korkuyorum', 'İyi bir hikaye gördüğümde 'Bunu çekmeliyim' demem', 'Filmlerimin akla hitap ettiğini düşünmüyorum...' Yönetmen Nuri Bilge Ceylan, İstanbul Film Festivali için düzenlenen söyleşide oldukça samimiydi.

Nuri Bilge Ceylan, sinemamızın en fazla ilgi gören, merak uyandıran yönetmenlerinden... 2002'de 'Uzak' filmiyle Cannes'da Büyük Jüri Ödülü'ne değer görülmesinden bu yana çektiği her filmle önemli bir etki yaratıyor. Ortalıkta görünmeyi, söyleşilere katılmayı, röportajlar vermeyi sevmeyenlerden. Yoksa sitemle karışık şöyle mi desek; dış basında hiç de seyrek olmayan aralarla röportajlarına rastladığımız, bizim medyaya söyleşi vermekte cimri davrananlardan...

Durum böyleyken verdiği nadir söyleşiler büyük ilgi görüyor. Hafta içinde İstanbul Film Festivali'nde konuk olduğu söyleşi gibi... Biz toplantı mekanı İKSV Salon'un kapısına ulaştığımızda içerisi çoktan dolmuştu ve bir o kadar kişi dışarıda bekliyordu. Ancak bir kenara sıkışıp söyleşiyi izleyebildik. Usulen Ceylan'dan bir açılış konuşması yapması, ardından sorulara geçilmesi bekleniyordu. Fakat toplantı boyunca sürdürdüğü samimiyetiyle, 'Soru- cevapla ilerlersek daha iyi olur. Sinema hakkında anlatacak bir şeyim gerçekten yok. Benim için de hala bir muamma' sözleriyle girizgah yapınca hemen eller havaya kalktı. Dikkat çekmek için atkılarını sallayanların bulunduğu bu kalabalıkta, yukarıdaki sitemimizi bildirmek için kaldırdığımız elin görünmesi elbette zordu. Söz alamadık ama keyfimiz de kaçmadı; toplantı boyunca samimi ve espriliydi, yüzünden gülümsemesi eksik kalmadı...

'GÜZEL HİKåYE' ÇEKMEM 
'Güzel bir hikaye gördüğümde 'Bunu çekeyim' demem. Hayatın belirsiz, karanlık yanları ilgimi çekiyor. Anlaşılmaz yanı bulunmayan, 'net' bir konuyu çekmek için motivasyon bulamıyorum.'


KORKUYLA FİLM ÇEKİYORUM
'Filmlerimi korkuyla çekiyorum. Özellikle 'Uzak' için bu geçerliydi. Yakınımdakilere filmden ilk bahsettiğimde 'İyi de bundan nasıl film olacak?' demişlerdi. Benim için de böyle. Anlatılması çok zor; film yapılmaya değer buluyordum ama nasıl yapılacağını bilmiyordum. Kurguyu bitirdiğimde bile filme benzeyip benzemediği hakkında kuşkularım vardı. Lokantada yemek yerken eşime 'Bir baksana filme benzemiş mi?' dedim. İzleyip beğendiğini söyledi. Ancak öyle rahatladım.


SEYİRCİ YA BEĞENMEZSE?
'Bir yönetmen bütün seyircilere hitap eden bir film yapmaz. Kendisinin izlemek istediği filmi çeker. Sezgilerimle hareket ediyorum. Çok akla hitap eden filmler çektiğimi ben de düşünmüyorum. Ama belirsiz nokta bırakmayan filmler izlemeye alıştırılmışız. Böyle olmak zorunda olmadığını da görmeliyiz. Sinemanın da edebiyat gibi belli bir muğlaklığı kullanarak gerçeği anlatabileceğini düşünüyorum. Gerçek hayat da muğlaktır zaten; en yakınınızdakinin bile fikrini tam bilemezsiniz örneğin.'


OYUNCUYU YÖNETME SIRRI
'Oyuncu yönetimi meselesi benim için de büyük bir sır. Çektiğim sahneye monitörde bakıyorum, eksik olanın ne olduğunu tam anlamıyorum ama bir şeyler eksik. Oyuncuya karşı atmadığım takla kalmıyor. Sette en çok enerjimi alan şey bu... Bugüne kadar anladığım; sette her bir oyuncuyla iletişim kurmak için ayrı bir yöntem lazım. Keşke tek bir yöntem olsa... Bazen yönetmenlerle toplandığımızda ön çekimin işe yarayıp yaramadığını soruyorum. Yaradığını söylüyorlar. 'Ben de yapacağım' diyorum. Ama o ön çalışmada rolünü çalışan oyuncuyu görünce filme soğuyup karamsarlığa kapılıyorum, 'Bu iş olmayacak' diyorum. Yapmacık geliyor. Film çekerken hallederiz diyorum. Bazen karakteri yazarken benim de eksikliklerim oluyor, onu da ancak çekimlerde gideriyoruz. Artık daha detaylı yazmaya başladım senaryoları.'


YAZ, YÖNET, OYNA, KURGULA
'Obsesif bir yanım, takıntılarım vardı. 'İklimler'i çekerken mesela; bir kameranın neden ve nasıl başkasına teslim edildiğini anlayamıyordum. Görüntü Yönetmeni Gökhan Tiryaki'ydi ve ben kendisine hiç güvenmiyordum. Bir gün bir sahneyle ilgili bir fotoğraf çekip gösterdi, 'Evet ya, ben bunu nasıl düşünemedim' dedim ve biraz ısındım kendisine.'
SET BİR İKTİDAR ALANIDIR
'Yönetmenin her teknik konuda fikri olması gerekir. Set bir iktidar alanıdır. Teknisyen terörü denilen bir şey var. Teknik elemana bir soru sorduğunuzda anlayamayacağınız cevaplar verir. Kendisine bulaşmamam için... Akşam o söylediği şeyi araştırırım internetten. İstediğim şey mümkünse ve o yapmamışsa ertesi gün başına kakarım bunu.'


SAHNELERİNDEKİ DOĞALLIK
'İlk filmlerimde oynayan babamın bazı sahnelerini onun haberi yokken çekmiştim. Bir sahnede taksiciye 'Tapu kadastrocuları gördün mü?' diye soracaktı. Taksicinin çekim yapıldığını bilmesini istemedik. Senaryoda adamın görmemiş olacağını öngörüyoruz. Yoldan geçen birinin tapu kadastrocu olduğunu nasıl bilebilirsin ki zaten? Ama adam 'Bilmiyorum ya da görmedim' demeyip kafasından uyduruyor; 'Şuradan geçip fırına girdiler.' Şaşırdık ama uygun bulup o çekimi kullandık.


TANER BİRSEL'E HAYRANIM
'Hayat enteresan; bazen bir şeyleri gizlemek için vereceğiniz tepkinin tam tersi yönde tepki veriyorsunuz. Ben de bir oyuncudan, senaryoda kızgın göründüğü sahneyi bir de sırıtarak oynamasını istiyorum mesela. Kurguda bakıyorum sırıtmak daha iyi duruyor, onu kullanıyorum. Kararsızlık diyebilirsiniz. Bu karasızlığıma en iyi uyum sağlayan profesyoneller. Amatör oyuncularla çalışmak çok zor... 'Bir Zamanlar Anadolu'da' filmini çekerken Taner Birsel'e hayran kaldım mesela.'


30 KEZ ÇEKİLEN ELMA 
'Oyuncuların dizi çekimleri olduğu için bazı günler boş zamanımız çok oluyordu. Onlardan birinde dolaşmaya çıktığımda ağaçtan düşüp suda sürüklenen elmayı gördüm. Bütün filmin, hatta hayatın bir metaforu gibiydi. Senaryoda yoktu ama kullandım. Engebeli bir yerdi. 30 kere çektik o sahneyi. Kameramanımızın gerçekten işini iyi yaptığına o an daha çok inandım.' ('Bir Zamanlar Anadolu'da' filmindeki ünlü 'elma' sahnesi; elma ağaçtan düşer, uzun süre suda yuvarlanır, izleyici için kritik bir andır, bir sonuç beklenir fakat beklentiler boşa çıkar.)
SET KALABALIK OLUNCA 
'Her yeni filmde set kadrosu artıyor. Endişeleniyorum. Hep 'Bir dahakine daha dar kadroyla çekeceğim' diyorum ama olmuyor. Kadro ne kadar genişlerse özgürlük alanım o kadar kısıtlanıyormuş gibi hissediyorum. 'Bir Zamanlar Anadolu'da' filmini 70 kişilik bir kadroyla çektik. TIR'lara bakıp 'Bu benim setim mi?' diyordum. Aslında basit bir film gibi görünüyor ama maliyeti benim için çok yüksekti. 70 kişiye iki buçuk ay her gün yemek ısmarladığınızı düşünün.'


Eyüp Tatlıpınar
eyup.tatlipinar@aksam.com.tr

kaynak: aksam.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın