Pages

25 Şubat 2012 Cumartesi

Tarihi filmlerdeki hassas nokta


Geçmişte yaşayan yüce kametleri merak etmeyenimiz yoktur. Fiziki görünüşleri başta olmak üzere, bir çok yönlerini hep merak etmişizdir, tarihe ismini yazdıran sıra dışı şahsiyetlerin.

Allah Resulü (s.a.v) ve dört halife başta olmak üzere, bir çok insanlık aleminin sultanını tanımada, tarih ilmi yardımcı olur bizlere. Onların hayatlarını okuyarak, kendimize göre yorumlar ve belli bir tanışıklık sağlarız mazimizle.

Tabii sadece tarih ilmiyle sınırlı kalmaz geçmişe olan yolculuğumuz. Özellikle son asırda hızla gelişen sinema dünyası, çok daha kestirme yoldan ulaştırır bizleri, tarihe ve tarihin aktörlerine.

Doğruluğu tartışmalı olmakla birlikte, birçoğumuzun aklında Hz. Hamza denince; Antony Guin’in çağrı filmindeki at üzerinde o muhteşem geliş sahnesi canlanırken; Ömer Muhtar denince de aynı şahsın gerçeğini aratmayacak derecede usta oyunculuğu gelir. Nitekim, yakın zamanda oynayan “Allah’ın Sadık Kulu” adlı sinema filmi de, zihinlerimizde silinmemek üzere derin izler bırakmıştır. Neyse ki, mezkur sinema filmi, gerçek fotoğraf karelerinden yola çıkarak canlandırıldığı için, Üstad hakkında yanlış anlamalara sebebiyet vermemiştir.

Sinemaya aktarılan her tarihi film ve bu filmin baş ve ana karakterleri hakkında, Allah’ın Sadık Kulu’ndaki gibi gerçek fotoğraf kareleri yoksa, film çevrilmemeli midir? Neslimize tarih anlatılırken sinemanın gücünden istifade edilmemeli midir?

Sinema’nın kitleler üzerindeki büyük, yadsınamaz müessiriyetini nazara alırsak bu sorunun cevabı şüphesiz hayırdır. Tabii ki, sinemanın görsel gücünden istifade ile, tarihi şahsiyetler neslimize tanıtılmalıdır. Ancak bu noktada kesinlikle ihmale tahammülü olmayan hassas bir nokta vardır.

Tarihi olay ve şahsiyetlerin anlatıldığı filmlerdeki baş ve ana aktörler, rollerini o kadar mükemmel oynamalıdırlar ki; izleyiciler “olsa olsa bu kadar olurdu” diyebilsin. Bunun için de, oyuncunun canlandırdığı role çok uygun seçilmesi gerekir. Bu, yapımcı ve yönetmene düşen. Bundan sonraki kısımda da seçilen oyuncu, canlandırdığı şahsiyetle o kadar bütünleşebilmelidir ki, izleyenler ‘gerçek mi fil mi’ ayırt edemesin. Böylece izleyici bir taraftan çok güzel vakit geçirirken, aynı zamanda kültürel anlamda da bir şeyler kazanabilsin. Özellikle sinemanın ekseriyetini teşkil edip, kendine bir idol arayan genç nesil, aradığını bularak sinemadan ayrılabilsin.

Eğer bu seviye yakalanamaz ise, izleyicide tarihi şahsiyetler hakkında çok yanlış tasavvurlar meydana gelir ki; böyle bir durum sinemayı basit bir eğlence vesilesi olmadan öteye götüremez. Aynı zamanda hakkını veremeyen sıradan-tarihi filmler, yapımcılarına, telafisi mümkün olmayan manevi sorumluluk yükler.

Türk sinemasının, özellikle son on yılda, kendini aştığı yadsınamaz bir vakıa. Ancak, tarihi olayların canlandırıldığı filmlerde aynı oranda başarılı olduğu söylenemez. Bu da çok doğal. Çünkü, tarihi bir olayı canlandırmanın zorluğu ve sorumluluğu sair filmlere göre daha fazla.

Bu noktada da, sinema yapımcıları Kültür Bakanlığı; bakanlık da alanında otorite tarihciler ile daha fazla işbirliği yapar, yapımcılar da, özellikle bu tarz filmlerde, baş roller konusunda daha hassas davranırlarsa çok daha faydalı ve kalıcı eserler ortaya koyabilirler kanaatindeyim.

Taha ÜNAL
Din Sosyolojisi Uzmanı
tahaunal80@gmail.com

kaynak: samanyoluhaber.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın