Pages

1 Şubat 2012 Çarşamba

Sinemadan çıkmış grup


Arcade Fire'ın son albümü 'Suburbs', yönetmen Spike Jonze'un elinde filme dönüştü. 'Scenes from the Suburbs' adlı film, rock müziğiyle sinema sanatı arasındaki işlek trafikte önemli bir merhale

10 yıla yaklaşan ömründe birbirinden güzel üç albüm yayımlayan Kanadalı Arcade Fire’ı tarif etmek için, bir başka grubun ismini sıfat olarak ödünç almak en iyisi: Cinematic Orchestra! Arcade Fire’ın şarkı sözleri bir senaryoyu andırıyor, her ses sanki bir büyülü fenerden perdeye yansıyor. Bir Arcade Fire albümünü baştan sona dinlediğinizde, adeta Yusuf Atılgan’ın ‘Aylak Adam’ındaki gibi, ‘Sinemadan çıkmış insan’a dönüşüyorsunuz.

Pink Floyd’lardan, The Who’lardan miras kalan ve tarihin çöplüğünü çoktan boyladığı sanılan ‘konsept albüm’ geleneğine 2000’lerde yeni bir soluk üfleyen grup, 2004’teki ‘Funeral’de ebeveyn ölümlerinin ardından aile içi çözülme, parçalanma ve birbirine tutunma sürecini, 2007’deki ‘Neon Bible’da bir kıyamet atmosferinde maneviyat arayışının beyhudeliğini, 2010’daki ‘Suburbs’de ise ergenlikten yetişkinliğe geçişin yarattığı tedirginliği işlemişti.

Bu yıl beklenen oldu, Arcade Fire’ın son albümü filme çekildi. 64 dakikalık ‘Suburbs’, Spike Jonze’un yönetmenliğinde, kısacık, 29 dakikalık ‘Scenes from the Suburbs’ü doğurdu. Çıkan sonuç, bir Kemal Sunal repliğini hatırlatıyor: “Tencere yuvarlanmış, seninki benden kara!”

Amerikan orta sınıf banliyölerindeki gençleri sarıp sarmalayan çıkışsız, umutsuz, tehditkâr hava, albümden filme misliyle yansıyor. Yedi-sekiz Arcade Fire şarkısının çalındığı filmin kahramanları yaz tatilinde bütün gün bisikletle, kaykayla gezinen, havalı tüfekleri oyuncak niyetine kurcalayan, iki fırt ot içip geyik yapan, sevimli liseli çocuklar, günahsız yavrular. Ama yaşadıkları yörede, sebepsiz bir iç savaş hüküm sürüyor. Her sabah, tabiri caizse, tank sesiyle uyanıyorlar, sokaklarda maskeli, silahlı milisler cirit atıyor. Sonunda bu devlet terörünün hayaleti, arkadaşlık ilişkilerini de yokuş aşağı sürüklüyor.

Ceza ve vicdan azabı 
Gus Van Sant, ‘Elephant’ ve ‘Paranoid Park’ta benzer toplumsal koşullarda büyüyen çocukların hikâyelerini suç, ceza ve vicdan azabı ekseninde anlatırken, Spike Jonze ‘Scenes from the Suburbs’te, daha naif bir noktaya, çalınan masumiyete, belki de suç arifesine eğiliyor. Okul ve mahalle arkadaşlığı filmlerinin unutulmaz yönetmeni Richard Linklater’ın 90’lı yıllarda çektiği ‘Dazed And Confused’ ve ‘Suburbia’ ile ‘Scenes from the Suburbs’ü birbirinden ayıran en temel fark ise Amerika’nın söküp atamadığı 11 Eylül travması gibi gözüküyor. Filmdeki ağabey, muhtemelen savaştan (Afganistan ya da Irak’tan) ruhu sakatlanarak dönmüş, insanlığa inancı kalmamış, yitik bir karakter. Şiddetin TV ekranından evin salonuna, oradan da sokaklara taşması an meselesi.

Bizim bildiğimiz Spike Jonze aslında mizahı, hınzırlığı elden bırakmayan bir sinemacıdır: ‘Being John Malkovich’, ‘Where the Wild Things Are’ gibi fantezileri veya Beastie Boys’un ‘Sabotage’, Fatboy Slim’in ‘Weapon Of Choice’ kliplerini çeken o değil miydi? Gelgelelim ‘Scenes from the Suburbs’te, Arcade Fire’ın eğilip bükülmez ciddiyeti Jonze’un elini kolunu bağlamış. Filmde, askerlerin saldığı korku ve dehşet, ister istemez Terry Gilliam’ın totaliter devlet parodisi ‘Brazil’i de akla getiriyor. Ancak oyuncular -ki aralarında Arcade Fire elemanları da var- askerliklerini ‘Brazil’ gibi uçuk bir bilimkurguda değil, pekala gerçekçi bir film olan ‘Scenes from the Suburbs’te yaptıklarının bilincindeler!

‘Brazil’in yeri ayrı 
‘Scenes from the Suburbs’ün hikayesini Spike Jonze’la birlikte kaleme alan Arcade Fire elemanlarının ‘Brazil’ filmine düşkünlükleri biliniyor. Zaten ilk albümlerinden bir single’ın B yüzünde, filme ismini veren şarkıyı da yorumlamışlardı. Sonic Youth’tan Kim Gordon ve Thurston Moore’un ayrılığından sonra, bir grup çatısı altında evlilik müessesesini yaşatan yegane ünlü çift olarak kalan Win Butler ve Régine Chassagne’ın birlikte seyrettikleri ilk film meğer ‘Brazil’miş. Bir Arcade Fire hayranı olan Terry Gilliam, bunu öğrenince işi dalgaya vurmuş: “İlişkinizin geleceği açısından çok uygun bir film seçmişsiniz. Biriniz sevip öbürünüz nefret etseydi, evliliğiniz imkânı yok yürümezdi. Bu film yüzünden boşanan çok çift gördüm”.

Arcade Fire, 2010’da Terry Gilliam’la da çalıştı, bir konserleri Gilliam’ın kamerasından internette naklen yayımlandı. Spike Jonze ise önce ‘The Suburbs’ şarkısına klip çekti, sonra ‘Scenes from the Suburbs’e sıra geldi. ‘Scenes from the Suburbs’, rock müziğiyle sinema sanatı arasındaki işlek trafikte önemli bir merhale. DVD’si yaz aylarından bu yana ‘The Suburbs’ün yeni edisyonunda, albümün tamamlayıcı unsuru olarak satılıyor. 2011’in en ilginç işlerinden biri. Özgünlüğü ve öncülüğü tartışılmaz.

Müzikte Bruce Springsteen ve The Cure genlerini tek vücutta birleştirerek müthiş albümlere imza atan Arcade Fire’ın sinema tutkusu, acaba daha nelere gebe?

FİLM GİBİ ALBÜMLER
Rock tarihinde ‘film gibi’ albümlerin sayısı hayli fazla, ama bunların pek azı gerçekten sinemaya aktarıldı. Bu alanda en unutulmaz örnekleri The Who verdi. Grubun iki rock operası, ‘Tommy’ (1969) ve ‘Quadrophenia’ (1973), yayımlanışlarından altışar yıl sonra, sırasıyla Ken Russel ve Franc Roddam tarafından filme alındı. Pink Floyd’un ‘The Wall’ (1979) albümünün filmini 1982’de Alan Parker yönetti. Serge Gainsbourg’un ‘Histoire de Melody Nelson’ (1971) albümüne, aynı yıl Jean-Christophe Averty tarafından sinema tadında uzun bir klip çekildi. Beatles’ın ‘Yellow Submarine’ (1968) başlıklı çizgi filmi benzersiz bir örnek olmakla beraber, diğerlerinden farklıydı. Albüm bir film doğurmamış, tam tersine film ertesi yıl bir albüme evrilmişti. Arctic Monkeys şarkısı ‘When the Sun Goes Down’dan yola çıkarak Paul Frazer’in yönettiği 15 dakikalık ‘Scummy Man’ filmi, yakın dönemdeki ender örnekler arasında sayılabilir.

DERYA BENGİ
radikal.com.tr
                                                                                                                                           Alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın