2006 senesinde çektiği “Poyraz” adlı kısa filmiyle onlarca film arasından yarışma bölümüne kalan ve büyük bir beğeniyle karşılanan Belma Baş’ın ilk uzun metrajlı filmi “Zefir” üzerine film hakkında güzel bilgiler içeren bir söyleşi yaptık. Kendisine çok teşekkür ediyorum. Poyraz adlı nefis kısa filmini de aşağıda izleyebilirsiniz.
Cannes’da yarışan kısa filminiz Poyraz, görsel açıdan ve atmosfer açısından neler yapabileceğinizin bir göstergesiydi sanırım. Bu film Poyraz filminin yolundan devam mı ediyor? İki film arasındaki hem tematik hem teknik ilişki hakkında neler söylemek istersiniz?
Evet. Zefir’i tamamen Poyraz’ın üstüne inşa ettim. İçerik ve temalar açısından çok ortak yönleri var. İki film de temelde büyüme üzerine ama büyümenin farklı evrelerine odaklanıyorlar. İkisi de aile bağları, ölüm, yalnızlık, insanın doğadaki yeri temalarını işliyor.
Teknik olarak ise öncelikle aynı coğrafyada geçiyorlar: ilki anneannemin köy evinde, ikincisi yayla evinde çekildi. Poyraz’ın oyuncu kadrosunun neredeyse tamamı Zefir’de de rol aldı (yeğenim Şeyma Uzunlar, annem-babam Sevinç-Rüştü Baş ve dayım Oktay Kaptan). Ayrıca iki filmin de yapımcısı, görüntü yönetmeni, kurgucusu, ses mühendisi, kamera asistanları ve ışık şefi aynı.
Poyraz filmini çekerken, Zefir de zihninizde, “yapılacaklar listesinde” miydi?
Hayır, Poyraz’ı yaklaşık yirmi yıl önce yazdığımda tek başına bir kısa film öyküsüydü. Ama o zamanki birikimimle sonraki projelerimin temelini atmak gibiydi. Daha sonra Zefir’le üstüne kat çıktım denilebilir.
Yaptığınız sinemayı “minimalist” olarak tanımlamak doğru olur mu?
Genel anlamıyla minimalist denilebilir, yani “literalist” olmadığı kesin! Ama benim izinden gittiğim sinema minimalistten çok simgesel aslında; her ne kadar bu simgesellikten kurtulup imgesele doğru yol almak istiyorsam da… Öte yandan sinemanın olanaklarını tanımak, sınırlarını zorlamak arzusuyla onun en saf ve öz haline inmek isteyebilirsiniz ve minimalizm de bunun için iyi bir araç.
Yine de yaptığım ve yapmayı düşündüğüm filmlerin “rüya gücüyle çekilmiş hiper-gerçekçi filmler” ya da réalite forte (haşin gerçeklik) şeklinde kategorize edilmesi daha çok hoşuma giderdi.
“Zefir” adı filmde neyi temsil ediyor? Filmin adı neden “Zefir”? Bunun özel bir amacı var mı?
Zefir, Batı’dan esen hafif ve ılık rüzgâr demek ve filmin baş karakterinin adı. Mitolojide, Apollon’dan kıskandığı aşkı Hyakinthos’un ölümüne sebep olan Batı Rüzgarı Tanrısı’nın adı aynı zamanda. Dolayısıyla Kuzey Rüzgarı Tanrısı Boreas’ın (yani ilk filmime adını veren Poyraz’ın) kardeşi. “Kadın Kahramanın Rüzgârlar Aşırı Yolculuğu” başlığı altında sevdiğim rüzgâr adlarından hareketle oluşturduğum bir film serisi var aklımda. Ayrıca kelimenin sessel çağrışımlarının da (zehir, zifir, zahir vb.) filmin temalarına uygun düştüğünü düşünüyorum.
Filmde birçok amatör oyuncuyla çalıştınız? Onların filme neler kattığını, filmi nasıl etkilediklerini düşünüyorsunuz?
Filme belgeselvari bir sahicilik kattıklarını düşünüyorum. Filmdeki dede ve anneanneyi canlandıran annem ve babam yılın yaklaşık üçte birini o yayla evinde geçiriyor, o çatal-bıçakları kullanıyorlar, o ateşin başında oturuyorlar. Zefir’i canlandıran Şeyma da (Uzunlar) kışın İstanbul’da yaşasa da o yaylanın çocuğu; Memo rolündeki yeğenim Harun Uzunlar da öyle. O karakterleri yaratırken zaten kendi hal ve tavırlarından esinlendim, diyalogları mümkün olduğunca onlardan duyduğum cümlelerden oluşturdum ve çekim öncesinde doğaçlamalarla alıştırmalar yaptık. Ama tahmin edebileceğiniz gibi, bir oyunculuk tedrisatından geçmediyseniz kameranın önünde kendiniz gibi olabilmeniz dünyanın en zor şeyidir. Bunun için oyuncu koçumuz Fuat Onan’ın yardımlarıyla temel nefes ve konsantrasyon egzersizlerini de içeren yoğun ve sistematik bir çalışma gerçekleştirdik ve günden güne daha rahat çalışır duruma geldik. Vahide’nin diğer oyunculara güven ve cesaret veren varlığı da aile ortamımızın biraz daha disipline olmasını sağladı. Sonuç olarak oyuncularımızın hepsi filme kendilerinden çok şey kattılar ve tüm ekiple birlikte büyük zorluklara katlandılar.
Filmi izleyecek kişilerin nasıl bir beklentiyle filme gitmeleri gerekiyor sizce? Salonda hangi duyguları yaşayacaklar?
Önyargılarından ne kadar arınmış olarak izlerlerse filmle etkileşimleri o kadar dolaysız ve güçlü olur bence. İzleyenlerin çoğunun yorumu, filmin onları yavaş yavaş içine çektiği yönünde. İlk bakışta biçimsel olarak başka filmlere benzerliği yanıltıcı olabilir, farklı yönlerinin daha dikkate değer olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak kendi içine bakmaktan sıkılmayanların bu filmi izlerken sıkılacağını sanmıyorum.
Karadeniz’de bir film çekmek, bir yönetmenin ufkunu genişleten bir şey mi? O toprakların büyüsü Poyraz‘da olduğu kadar, Zefir‘de de hissediliyor mu sizce?
Bence nerede film çekerseniz çekin işin doğasındaki zorluklar ufkunuzu genişletecektir. Ama düz anlamıyla alırsak, o mekanlarda daha geniş bir ufka sahip olacağınız kesin. Şaka bir yana, hayal kurmayı seviyorsanız ve hayal gücünüz biraz genişse engin bir deniz ya da dümdüz uzanıp giden çayırlar bir tür kanvas işlevi görebiliyor. Karadeniz’in benim üzerimde bu kadar derin bir etkisi, bir büyüsü varsa bu en çok orada doğup büyümüş olmamdan kaynaklanıyor. Açıkçası bu etki orada yaşarken pek yoktu üzerimde. Oralardan uzak kaldıkça giderek içime bir sıla hasreti düştü ve özellikle çocukluğumu geçirdiğim köy ve yayla gözümde tütmeye başladı.
Herkese göre bir film mi çektiniz? Yoksa seyirciden de bir çaba bekleyen, içine girilmesi gereken, ciddi bir film mi Zefir?
Herkese göre film çekmek mümkün müdür, bilmiyorum. Çaba meselesi seyirciden seyirciye değişen bir durum kuşkusuz. Dünyanın farklı yerlerinde filme çok kolay girebilen ve başından sonuna büyülenmişçesine izleyen seyircilerle karşılaştığım gibi, filme önyargılarla yaklaşıp girmekte zorlanan, kendi duyularına güvenmeyip perde gördüğü her şeyi rasyonalize etme derdine düşen izleyicilerle de karşılaştım.
Filmdeki karakterlerden biraz bahsedebilir misiniz acaba? Film ağırlıklı olarak filme ismini veren Zefir karakteri üzerine mi kurulu?
Zefir, sessiz sakin ama inatçı ve başına buyruk bir kız çocuğu. Çocukluktan çıkıp ergenlik çağına girmek üzere. Babasız büyümüş olmasının da etkisiyle annesine düşkün. Annesini başkalarıyla paylaşmak istemiyor, sadece kendisi için var olmasını istiyor ve biz de hikâyeye büyük ölçüde onun bakış açısından baktığımız için annesi Ay’ın idealist tutkularını, asıl derdinin ne olduğunu tam olarak anlayamıyoruz, anlamak istemiyoruz.
Cem Yılmaz isminin bu filme ne gibi katkıları oldu? Etrafta fazlaca yazılıp çizildi; ancak birincil ağızdan duymak en doğrusu olacaktır.
CMYLMZ Fikirsanat filmin ortak yapımcılarındandır. Yapımcılarım Seyhan Kaya ve Birol Akbaba’nın daha önce pek çok projede birlikte çalıştığı Cem Yılmaz ve Can Yılmaz maddi manevi destekleriyle bu filmin gerçekleşmesini sağladılar. Ayrıca çok güzel bir jest yaparak filmin şenlik sahnesine konuk oyuncu olarak katıldılar.
30. İstanbul Film Festivali’nde aldığınız en iyi senaryo ödülü beklediğiniz bir ödül müydü?
Hayır, pek beklemiyordum ama şu anda üzerinde çalışmakta olduğum senaryo için çok cesaret verici oldu.
Türk sinemasının son dönemi hakkında özellikle bahsetmek istediğiniz bir mesele var mı? Sizce nasıl bir dönemden geçiyoruz? Özellikle takip ettiğiniz sinemacılarımız hangileri?
Süregelen onca yoksunluğa karşın oluşan bu hareketlilik çok güzel bence. Temelde sektörel çok fazla sıkıntı var ama bunların dayanışmayla çözüleceğini umut ediyorum. İlgiyle takip ettiğim çok kişi var ama şu anda yeni çalışmalarını en merakla beklediğim yönetmenler Belmin Söylemez ve Pelin Esmer.
eksisinema.com
Alıntıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın