Pages

2 Aralık 2011 Cuma

Yönetmen Hasan Karcı ile Söyleşi


İstanbul Film Festivali, Cannes Film Festivali, Altın Koza Film Festivali,…derken; film festivalleriyle dolu bir dönemi geride bıraktık. Böyle olunca bu sayıda biz de yedinci sanat diye söz edilen sinema üzerine söyleşelim dedik. Konuğumuz; kırk yıla yaklaşan sanat yaşamında başta yönetmenlik olmak üzere, pek çok filmde senaryo yazarlığı, yapımcılık ve oyunculuk yapan, yönetmen Hasan Karcı.


Bize kendinizden söz eder misiniz?

1952 Ankara doğumluyum. 1976 yılında dergi ve sinema yazarlığı yapmaya başladım. 1979 yılında “Ankara Peşimizde” isimli ilk filmimi yönettim. O günden bugüne sinema benden ben sinemadan hiç kopmadık. Yüze yakın film yönettim. Pek çok filmimin senaryolarını yazdım. Yapımcılığını üstlendiğim filmler oldu. Ve de görüntü yönetmenliğini. Film yönetmenleri derneği üyesiyim.

Zeliha Demirel: Sizin bağımsız sinemadan yana olduğunuzu biliyoruz. Bağımsız sinema aynı zamanda işleyişe isyanı, karşı duruşu da barındırır ki bunun en uç örneğini bildiğim kadarıyla dünyada İranlı sinemacı Bohman Ghobadi “Kaplumbağalar da Uçar” filmini, Irak Savaşı sırasında Kuzey Irak’ta çekip, ciddi anlamda savaşa ve silaha karşı bir duruş sergileyerek vermiştir. Bağımsız sinema dünyanın her yerinde kimlik bulma şansına sahip midir? Ya da sinema her zaman bağımsız mı olmalıdır yoksa insanoğlunun hem bağımsız sinemaya hem de ticari sinemaya ihtiyacı var mıdır?

Hasan Karcı: Sinemanın diğer sanat dallarına göre en büyük eksi tarafı çokça paraya ihtiyacı olmasıdır. Belki oturduğunuz yerden dünyayı sarsacak bir müzik eseri besteleyebilir, bir akım açacak resim yapabilir, ya da Nobel alacak kitap yazabilirsiniz ama sinema yapamazsınız. Sinema bir çok unsurun bir araya geldiği ve yönetmen tarafından harmanlandığı bir alandır ve bunun için para gereklidir. Ayrıca paranızın olması ve filmi çekmeniz de filmin gösterileceği anlamını taşımaz. Ayrıca filmin pozitife aktarılması, dublajı, altyazı eklenmesi, çoğaltılması, dağıtımı, reklamı derken maliyet hızla artar. Bağımsız sinemayı salt para açısından görmek yanlış tabi ki, aynı zamanda siyasi ve toplumsal açıdan da bağımsız olmak gerekir. Bağımsız sinema genel duruşuyla Hollywood’ a karşı olan sinema olarak gözükse de her ülkede değişik formlardadır. Bağımsız sinemacı önce kendi ülkesinin sorunlarından daha sonra da Hollywood sinemasından arınmak zorundadır. Bunu yapamıyorsa bağımsız sinema da yapamaz. İnsanoğlunun hem ticari sinemaya ihtiyacı vardır hem de bağımsız sinemaya. Ticari sinema olmasa 1 milyon dolar bütçeli “Yüzüklerin Efendisi” filmini izleyememiş olurduk. Bağımsız sinema olmasa da Zeki Demirkubuz’un gerçek insansı öykülerini öğrenemezdik.

Zeliha Demirel: Son filminiz “2 Koca Adam” Cannes Film Festivali’nde gösterildi. Dünya Çapında adı olan bir festivale seçilmiş olmak nasıldı? Duygularınızı Paylaşır mısınız? Ben filmi izleme şansına sahip oldum, 'sokağa doğmak' ikonografisinde işlenen filmde müzikler de gece mavisi derinliğinde çalıyor adeta. Şiirci “Orhan Veli”ye inat şiir satıp yıldız alıyor. Saksafoncu geceden som maviyi çalıyor. Volan etekli kadın gecenin derinliğe akan danslar ediyor.Tabii tüm bunların hepsi sokakta doğup, sokakta büyüyenlere, yaşayanlara koruma ve kollama yaparak aynı zamanda filmin arka fonunu oluşturuyor. Filmin vurucu yanı bu. Sanatta vurucu üretileri, sokağa doğanlar yaratırlar...kim bilir hepimizin içinde bir parça sokağa doğmuşluk vardır.Hepsi hepsi de ama özellikle bu film için çok teşekkürler.

Hasan Karcı: Tabi ki güzel bir duygu. 200 filmin arasında benim filmimin de gösterilmesi beni de çok mutlu etti. Ayrıca Türk sineması olarak da farklı ülkelerden insanların izlemesi...2008 yılında Cannes Türk filmlerinin gösterim yılı oldu diyebilirim. O kadar filmin arasından “Üç Maymun”un seçilmesi de önemli idi. Önümüzdeki yıl için yine katılma daveti aldık, eğer film yapabilirsek yine katılırız.



Zeliha Demirel: Sanatın işlevselliği (burada konumuz sinema tabiki) konusunda bu güne kadar pek çok şey söylendi. Sanatın dünyayı değiştirmek gibi bir yükümlülüğü olduğunu savunanlar da oldu, hiçbir işlevi olmadığını ve olmayacağını öne sürenler de. Bir işlevi varsa günümüzde işlevindeki göçme nedir?

Hasan Karcı: Sinemanın oldum bittim işlevi hayatla diyalog işidir. Genel anlamda sanattan söz ediyorsak o zaman cevabım farklı olurdu. Belki estetik haz vermek derdim. Sinema işlevinden bu gün de vazgeçmiş değildir. Fakat günümüzde teknik gelişmeler sinemayı çok ileri noktalara taşımış olmasına rağmen insanı insandan uzaklaştırmıştır. İşlevindeki göçme budur. Eski filmlerde her birimiz kendi yaşantımıza dair bir şeyler mutlaka bulurken, şimdi yapılan işler bizi bize yabancılaştıran, yalnızlaştıran, uzaklaştıran,… yana kaymıştır.

Zeliha Demirel: Son dönemde sanatsal film ve popüler film gibi bir ayrım konuşuluyor. Hülya Avşar, “Bir daha sanat filminde oynamam.” dedi. Popüler filmler kapalı gişe oynarken sanat filmi diye tanımlananlara seyirci gitmiyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Hasan Karcı: Evet, böyle bir ayrım oluştu. Sanat filmi yaptım diyenler, kendi yaptıklarını yaşamın kendisinden daha fazla ciddiye alıyor. Belki sorun tam da burada. Ciddiyeti sanatın önüne koyuyorlar. Ciddiyet yaşamın kendisinden daha önemli değildir. Seyirci de Yaşamı seviyor ve film izlerken mutlu olmak istiyor. Seyirciye yaşamak dururken ölümü satamayız. Suratı asık, beş kuruş etmez, sıkılacağım net olan bir filme beş dolar yatırıp gitmem. Sen seyirciye sıkıntı ve problem satarsan, öbürü de biraz hoşça vakit geçirtecek ürünler ortaya koyarsa tercih tabii ki ikinciden yana oluyor. Kendini çok ciddiye almış, asık suratlı, Yaşamın karşısında ölümü savunan, filme mi gidersin yoksa Hababam’daki eğlenceye mi? Hülya Avşar haklı; insanlar yaşamı tercih ediyor. Hababam Sınıfı’ndaki (buradaki kastım tamamen yeni çekilen Hababam’a yönelik, eski Hababam’dan söz etmiyorum) eğlence kaliteli mi kalitesiz mi o ayrı bir tartışma konusu...

Zeliha Demirel: Sanat filmi olarak ortaya çıkan yapımlar olmamalı mı?


Hasan Karcı: Yönetmen kendini sanat filmi yapmak yerine iyi film yapmaya adamalı. İyi film ve kötü film vardır, bana göre. Tabii ki kendilerine böyle bir elbise giydiriyorlar. İyi film yapamayınca bari adı sanat filmi olsun diyorlar, başarısızlıklarına böyle bir kılıf geçiriyorlar. İyi film yapamayınca sanat filmi yaptım diye bir bahçede dolaşmak mümkün oluyor. Oliver Stone, Steven Spielberg, Ridley Scott gibi yönetmenler dünyada en çok gişe yapan filmlere imza atıyor. Bunlar sanat filmi değil mi? Bunların filmi sanat filmi değil de bizimkiler mi sanat yapıyor? Seyirci her zaman iyi filme gidiyor. Soruyu kendimize sormamız lazım, bizim film gişe yapmayınca adı sanat filmi mi oluyor?

Zeliha Demirel: Son dönem yerel figürler taşıyan filmlerde bir yoğunlaşma var ve Türkiye’deki yapımlarda da filmlerin büyük kısmı Ege kültürünü yansıtıyor (“Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak”, “Dondurmam Gaymak”,“Eğreti gelin”, Nuri Bilge’nin filmleri, “Babam ve Oğlum”, “5 Vakit”…) . Açıkçası unutulmuş Ege taşrası yeniden hatırlanıyor, sizce bu neden kaynaklanıyor?

Hasan Karcı: Bence dünyada da böyle bir arayış var Türkiye’de de bunun izdüşümleri var. Türkiye’de gerçekçiliğe, samimiyete ve inandırıcılığa yönelik bir arayış var. Ege ağırlıklı filmler yapılmasının diğer bir nedeni; 1960 lar dan itibaren her alanda Türküye taşrasının Güneydoğu olarak işlenmesi. Çünkü ızdırap ve problem en çok oradaydı. Ve ızdırap da sinemanın alanlarından birisi, Yılmaz Güney’in de tabi bunda etkisi var. Toplumcu gerçekçilik ve genel olarak köy gerçekçiliğinin köy romancılığının etkisi var. Unutulmuş Ege’yi tekrardan hatırlama gibi bir şey oldu. Bunu bölgecilik anlamında söylemiyorum ama bence bugün Ege, Türkiye’ye bir önermedir. Ege’nin bugün genel olarak içkinleştirmiş olduğu laik demokratik ilerici yapısından dolayı. Bütün bu kavramları tırnak içinde kullanıyorum tabi. Ama Ege’de meyhaneyle cami yan yanadır. Ege’de bir sosyalist bangır bangır konuşabilir, bir genç kız göbeği açık dolaşabilir, bir eşcinsel kendine yaşamsal bir alan açabilir. Ama Erzurum’da, İç Anadolu’da biraz zor. Karadeniz’de de zorlaştı. Türkiye’nin diğer bölgelerinde bir sertleşme var. Üzüntü verici bir şiddet var. Dünyanın en keyifli fıkralarını anlatan Karadeniz’de papaz öldürülüyor, bir sürü vaka yaşanıyor. Ege bu dönem hakikaten çok pozitif önermeleri olan bir bölge. Avrupa’yla Doğu arasındaki kırılmanın düzgün inşa edildiği bir yer.

Zeliha Demirel: Ülkede bir içeriksiz diziler furyası var sizce de “Halk bunu mu istiyor”?

Hasan Karcı: Burada talebi belirleyen şey reyting, ama burada bir arz talep dengesizliği olduğunu düşünüyorum. Talebi belirleyen şey de önemli ölçüde arz. Yani sen üst üste nitelikli belgeselleri gösterdin de izlemediler mi? Çok iyi filmler gösterildi de izlenmedi mi? Ondan emin değilim. Yani Türkiye’de egemenler klasik yurttaşlık bilincine haiz bir toplumu yönetmek istemezler. Çünkü klasik burjuva aydınlanmasını yaşamamış bir sınıf var karşımızda. Bu anlamda zaten kompleksleri olan bir egemen sınıf.

Zeliha Demirel: Türk sineması nereye koşuyor? (Avandgard mı? Underground mı?)

Hasan Karcı: Türk sineması çok iyi yerlere doğru koşuyor, undergroundıyla, avandgardıyla başarılı filmler çıkarılıyor. Bu başarı Cannes Film Festivali’nin bile dikkatini çekmiş. Bu yılki film seçimlerinde Türkiye’ye gelen Cannes heyetine sorduk. Şimdiye kadar 1 filmin zor alındığı bir festivale 2008 yılında neden birçok film seçmek için geldiniz dediğimizde Türk sinemasının son 5 yıl içersinde büyük bir aşama kaydettiğini teknik olarak da ilerlediklerini ve yönetmenlerin iyi film yaptıklarını söylediler. Tahminim bu, yeni başarılı yönetmenlerin de çıkmasıyla daha da iyi yapımlar çıkacaktır. Türk sineması yönetmeniyle,kameramanıyla tekniğiyle, bilinçli çalışanlarıyla,… bir kabuk değiştirmiştir.



Zeliha Demirel: Kültür Bakanlığı sinemayı yeterince destekliyor mu?

Hasan Karcı: Kültür Bakanlığı sinemayı yeterince desteklemiyor aksine sinemayı bir kenara atıp kösteklemek istiyor. Bu söylediğim iktidarın bu günkü yönetimi için. Türk sinemasının rusum (sinema bileti) lardan, bandrollerden toplanan hatırı sayılır bir parası var 40 trilyon gibi, devlet kasasında. Yönetmenler derneği bu konunun üzerine gidiyor. Bu yönetim başarılı olur gibime geliyor. Bu paranın çok azı sinemaya veriliyormuş gibi gösterilip birkaç hükümet yanlısı ve bakanlık müdürlerinin tanıdığı yönetmen ve yapımcılara veriliyor. Türk sinemasında derneğe kayıtlı 120 yönetmen bulunmakta. O para bu kişilere adil şekilde dağıtılsa çok işler yapılır ama bakanlık sekreterlik yapan insanlara 20 000 YTL çıkarıp belgesel çektiriyor. 3 sayfalık sinopsisi belki de okumadan sinemasal değerde bulunmadı diye reddediyor. Bakanlıktan yana yönetmen ve yapımcılar pek iyi düşüncelere sahip değiller. Gerçek sinemacılar film çekemiyorlar. Bu konulardan başbakanın ve bakanın belki de haberleri yoktur bile. Olsa acaba böyle mi olurdu onu da bilemeyiz.

Zeliha Demirel
Antoloji.com
                                                                                                                                           Alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın