Pages

6 Aralık 2011 Salı

TÜRKİYE SİNEMA REFORMU TEBLİĞİ 2009



1. SİNEMA YAŞAMSAL BİR SANAT, STRATEJİK BİR ENDÜSTRİDİR

·          İnsan, var olduğu günden beri kendisini merak etti. Kimim, bu dünyadaki varlığımın anlamı nedir, sorularına yanıt aradı durdu. Önce sezgileriyle sonra bilgileriyle anladı ki “her birimiz ötekilerden yapıldık” Bu nedenle insan, var olduğu günden beri “öteki”nin hikayesini merak etti. Ötekini anlamak, bilmek, kendimizi anlamanın bilmenin, kendimizle ve ötekiyle barışmanın en temel aracına dönüştü. Mağaradan kafamızı çıkarttığımız günden beri yaşamın en temel işlevlerinden biri olan hikaye anlatıcılığı, milyonlarca yıl içinde etkisini kaybetmek bir yana, çok daha yaygın ve vazgeçilmez oldu.
·        
 Hikâyeler, insanlığın kalbi, bize bırakılmış çok çeşitli ve zengin kültürel mirasın mücevher sandıklarıdır. Bu hazine, insanlığın ortak malı ve temel zenginliğidir. Çünkü, bütün toplumlar kimliğini bu kaynaklarla kurar, biçimlendirir ve yeniden biçimlendirir. Hikâyeciler de yeni nesiller için bu hikâyeleri yeniden ve yeniden yorumlar.
·      
  Hikaye anlatmak, ama daha önemlisi hikaye dinlemek, insan için ekmek, su,  veya hava gibi temel bir ihtiyaçtır. Ve bu yaşamsal ihtiyaç, eski toplumsal yaşam biçimlerinin yıkıldığı, bütün yer kürenin megapolleştiği, insan tekinin kimsenin birbirini tanımadığı apartmanlarda, çekirdek aile ile üretim alanı içine sıkıştığı bir çağda, çok daha önemli bir içerik kazanmıştır.
·      
  Çağımızda  en yaygın hikaye anlatma formu ise sinematografik anlatımdır. Eğer hayata yalnızca dünün ölçüleri içinde yani muhafazakar bir açıdan bakmaz, insanlığın var olan gerçekliğini de yarının kurucu bir unsuru kabul edersek; günümüzde milyonlarca insana “bu ay kaç kitap okudun” yerine “kaç film izledin” sorusunun ne kadar ayırt edici olduğunu görürüz. Ayrıca unutmayalım ki, fotoğrafın bulunması natürmortu öldürdüyse de resim sanatının kendisini yenilemesinin, zenginleştirmesinin temel nedenlerinden biri oldu.
·        
Farklı kültürlerin birbirini tanımasının, anlamasının  ve etkilemesinin temel araçlarından biri sinemadır. Milyarlarca insan bir tıkla filmlere ulaşabiliyor. Farklı toplumları tanımanın, anlamanın ve sevmenin imkanını elde ediyor. Önce ABD ve Avrupa, sonra İran, Kore ve Çin dünyaya filmleriyle kendilerini sevdirdi. Son yıllarda kendi imkanlarıyla yoktan var eden bir avuç öncü sinemacımızın başta AB ve ABD olmak üzere Türkiye’nin profilini nasıl yükselttiklerine hep beraber tanık olduk.
·        
 Toplumun kendisini ve geleceğini yeniden kurmasında en temel araçlardan biri sinemadır. Sinema, toplumların kendilerine bir ayna tutmasının, tarihlerini öğrenmenin, andaki hallerini tartışmanın, aynı coğrafyada birbirinden kopuk kültürlerle kaynaşmalarının en temel aracı olmuş durumda.
·      
  Tesadüf değil, tüm bu özelliklerinden ötürü dijital devrimin sağladığı kolaylıklarla, sinematografik  eserler, müzikten sonra en çok, en yaygın ve en kolay tüketilen sanat türüne dönüştü. Küresel ölçekte yalnızca sinema salonları mecrasında tüketilen filmlerin toplam cirosu yıllık yaklaşık 400 milyar doları geçiyor. Buna DVD, TV vb mecralarda tüketilen sinematografik eserleri de eklediğimizde nasıl bir endüstriyel alan olduğunu da görebiliriz.
·        
 ABD ve Avrupa bütün sinema salonlarını birkaç yıl içinde dijitalize etme hazırlığında. Bu, sinema endüstrisinde çok önemli bir mecranın korunması ile ilgili bir zorunluluk.
·        
 Öte yandan IP TV, online steaming, 4G teknolojileri sonuçlarını hayal etmenin çok zor olduğu yeni mecralar açıyor. Yeni mecraların açılması tüketimi ve üretimi teşvik eder nitelikte.
·        
 Avrupa Senaryo Yazarları Federasyonu’nun geçtiğimiz Mart ayında Brüksel’de yapılan kongresinde, ülkemizin sinemasının kuşbakışı resmi bile delegeleri çok şaşırttı. Ve anladık ki, 24 üye ülkenin dörtte üçünden çok daha büyük ve etkili bir sektöre sahibiz. Ayrıca yılda 200-250 film çeken Almanya vb büyük ülkelerin box Office lerinde ilk ona kendi filmleri çok zor giriyor. Ve hepsinin Türkiye Sinemasına çok büyük bir ilgisi ve merakı var.
·        
Tüm bunlardan dolayıdır ki, Kültür Bakanlığı ve Hükümet Türkiye Sinema Endüstrisini stratejik  bir endüstri olarak tanımlamalı, eylem planı içine almalı, 2004 de başlayan reform sürecini bütün mantıksal sonuçlarına ulaştırmalıdır. 

2. 2004 REFORM PLANI VE HEDEFLENENLER


 
2.1. Ekim 2003  IV. Türkiye Sinema Kurultayı
Bu gün yapılması gerekenleri konuşabilmek ve anlamlandırabilmek için, 2004’de olup bitenin kısaca da olsa hatırlanmasının şart olduğunu düşünüyorum. Çünkü fikri takip reform kavramına, ahde vefa da insanlık kavramına içkindir…
2003 yılında Türkiye Film Endüstrisi, çok önemli bir aşamadan geçti…
Kültür Bakanlığı’nı Erkan Mumcu’nun üstlenmesi ve sektörün on yıllardır dile getirdiği değişim taleplerine umut veren bir yaklaşım sergilemesi, TSP’yi de hareket geçirdi. Aynı yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali bünyesinde düzenlediğimiz 4. Türkiye Sinema Kurultayı bu süreci çok daha ileri nitelikli bir noktaya taşıdı. Sorunlar güncellendi, tanımlandı ve tasnif edildi. Ve bir kitap haline getirildi.
Kısa süre sonra da Kültür Bakanlığının öncülük ettiği, moderatörlüğünü bizzat Erkan Mumcu’nun yaptığı  arama konferansları sürecini tasarladık ve uyguladık. Üç arama konferansından sonra yapılan karar konferansında ise, Türkiye Sineması Reform Planı” adını verdiğimiz metin ilk kez bütün kesimlerin mutabakatını alan bir yol haritasına dönüştü.


2.2. Reform Planı
Bu planın hedeflerini özetlemek gerekirse
1.     Basın yasası benzeri sektörü düzenleyici ve tanımlayıcı bir sinema yasasının hazırlanması
2.     Telif eserler ve Sinema Genel Müdürlüğü’nün ikiye ayrılıp, yerine Özerk Türkiye Sinema Kurumu’nun  ve Telif Hakları Enstitüsü’nün kurulması .
3.     Sinema Bankasının kurulması veya mevcut bankalardan birinin bu alanda uzman bir birim oluşturmasının sağlanması.
4.     Festivallerin kimliklendirilmesi  ve ilk olarak Antalya Altın Portakal’ın uluslar arası bir festival ve markete dönüştürülmesi .
5.     Sansür sisteminin bitmesi, uluslar arası sınıflandırma sistemine geçilmesi.
6.     Sektörel bir destek ve teşvik yasasının hazırlanması.
·          İlk olarak, 1970 lerde Hollywood’u iflastan kurtaran cinsten bir sponsorluk yasasının hazırlanması.
·          Vergi ve gümrük yasalarında sinemaya belirli istisnaların getirilmesi.
·          Sinema salonlarının teşvik ve destek kapsamına alınması
7.     Fikri Mülkiyet Hakları Yasasının eksiklerinin giderilmesi  ve uygulama için gerekli yaptırım yasalarıyla desteklenmesi.
·          Daha açık bir ifadeyle,  esas olarak fikri mülkiyete yönelik ihlal ve suçların, korsanlığın, kamu suçu kapsamına alınması…
·          Meslek örgütlerinin güçlendirilmesi, hak izleme örgütlerinin lisanslama yetkisiyle donatılması

3. GERÇEKLEŞTİRİLENLER

3.1. Alternatif kamusal yönetim modeli : 5224
5224 sayılı Sinema Eserlerini Değerlendirme, Sınıflandırma ve Destekleme yasası Türkiye sineması için bir dönüm noktasıdır.
·          Birincisi, bu yasayla ülkemizde sansür zihniyeti değil ama, sansür dönemi yasal olarak kapanmış, uluslar arası değerlendirme ve sınıflandırma sistemine geçilmiştir. İkincisi, söz konusu yasa, reform planının Özerk Sinema Kurumu hedefine geçiş sürecinde onun bir prototipi olarak tasarlanmış, alternatif ve özerk kamusal bir fon yönetim modelidir.
·          Alternatiftir çünkü, destek sisteminin kaynağı olan para, çok uzun yıllardır sinema biletlerinden kesilen rüsumlardan(eğlence vergisi) oluşmaktadır. Yani sektör, kendi kaynağını kullanır.
·          Bu kaynak sinema meslek birliklerinin seçtiği temsilcilerin oluşturduğu bir kurulca projelere dağıtılmaktadır. Bu kurulun verdiği kararlarda Bakan veto yetkisini bir ay içinde ve yazılı gerekçe ile kullanabilir. Kurulda boşalan üyelikler, üyeyi gönderen kurumun yapacağı seçimle doldurulur. Görüleceği gibi bizzat sektör tarafından yönetilen ve denetlenebilen, Bakanlıkça yürütülen bir model söz konusudur.
·          Bu kötü yönetmeliğe rağmen 5224, hani ölüsü para cinsinden, dört yılda yıllık film üretim sayısının 10dan 50’nin üzerine çıkmasına neden oldu. Bir sürü ilk yönetmen film çekti, uluslar arası alanda sayısız başarıya imza attık.

3.2. Teşvik ve sponsorluk yasalarının akıbeti;
·          5225 ise, sinemayı tarihimizde ilk kez “kültür yatırım ve girişimi” olarak tanımlayan yasa oldu. 5228 sayılı sponsorluk yasası ile birlikte, kültürel alana ve sinemaya destek olacak sponsorların, yatırımlarını vergiden düşmelerini sağlayacak, ciddi bir kaynağın kültürel ve sanatsal yatırımlara akmasını sağlayacaktı. En önemlisi de sinema salonlarının yaygınlaşmasını sağlaması umuluyordu.
·        
2004 yılı sinema (ve kültür) sektörü açısından neredeyse devrim niteliğinde bu üç kombine yasayla kapansa da Erkan Mumcu’nun Kültür Bakanlığı’ndan ve AKP den istifa etmesiyle her şey bıçakla kesilmiş gibi durdu. O, Bakanlık gitti; sanki yerine başka bir bakanlık geldi. Bu durum, Türkiye’deki bütün sektörler gibi, gelişim çizgisini devlete bakarak biçimlendirmeye alışmış sinema sektöründe de benzer bir etki yarattı.
·        
 Daha kötüsü de oldu. Zaten 5224’ün yönetmeliği hızla çıkarılsın diye sektörün uyarı ve eleştirileri yeterince dikkate alınmamış, yasanın ruhuyla büyük ölçüde çelişen bir yönetmelik hazırlanmıştı. Ancak diğer iki yasanın yönetmelikleri en az bir yıl çıkmadığı gibi Bakanlık, bu yasalara da “yok muamelesi” yaptı.

3.3. FSEK, genel olarak çok başarılı bir AB uyum yasası.
·          Ancak sinema alanında yasa çıkarken belli ki bazı güçlü ve kendi dar çıkarlarının peşindeki güçler  yasaya son dakika müdahalelerinde bulunmuş.
·          Dünya’da emsali olmayan biçimde sinema eserlerinin mülkiyet hakkını yapımcıya veren yasal çerçeve değiştirilmiş, ve mülkiyet hakları eser sahiplerine iade edilmiş.
·          Ancak o meşum son dakika ek maddesi ile mülkiyetin devrini 1995 yılından geriye doğru engellediği gibi 1995’ten sonra da sahiplerine teslim etmemiş. Böylece açık bir anayasal bir suç işlenmiş.  (Bülent Oran,  Erdoğan Tünaş, Atıf Yılmaz gibi ustalarımız “1 lira bile” telif almadan göçüp giderken, Safa Önal gibi asırlık ustalarımız da mahkeme kapılarında yasal sürenin dolacağı ve Avrupa hukukuna başvuracakları günü bekliyorlar.)

3.4. Meslek Örgütleri ve Hak izleme örgütleri
·          Avrupa modelinde sinema sektöründe iki tür örgüt mevcut. Meslek Birlikleri(Loncalar) ve Hak izleme ve lisanslama örgütleri (collecting societies)
·          Bunlardan birincisi, örneğin Avrupa Senaryo Yazarları Federasyonu veya Film Yönetmenleri Federasyonu, oyuncular federasyonu bildiğimiz meslek birlikleri. Meslek erbabının her türden mesleki siyaseti burada geliştiriliyor ve mücadelesi veriliyor.
·          Diğeri, Collecting Societies ise, meslek sahipliğini değil, eser sahipliğini esas alıyor. Lisanslama yapıyor, adıyla müsemma toplayıcılık yapıyor.
·          Biz ne yapmışız? Avrupa’da eser sahiplerinin haklarını izleyen, teliflerini toplayan örgütlere bakılmış (collecting societies) ve aynıyla kopyalanmış. Ama devlet geleneği burada da galebe çalmış. Bu örgütler yarı kamusal statüde kurulmuş, adlarına da hak izleme örgütü yerine meslek birliği denilivermiş. Ayrıca bu örgütlere gerçek gücünü verecek olan temel yetki olan “eser lisanslama” yetkisi de verilmemiş. (Geçtiğimiz hafta bu sorunun çözüldüğü duyuruldu.)
·          Bununla da kalınmamış. Adı meslek birliği olan örgütler nasılsa var diye, meslek örgütü işlevlerini dernek statüsünde olmanın bütün imkansızlıklarıyla yürütmeye çalışan Senaryo Yazarları, Film Yönetmenleri, Oyuncular gibi örgütleri de önemsizleştirmek için
·          Daha da kötüsü, müzik, edebiyat vb. tüm diğer sektörlerde eser sahipleri haklarını bu örgütler olmadan arayamazken, aynı meşum son dakika eklentisi ile sinema alanında bireysel hak arama istisnası getirilmiş.
 
4. GERÇEKLEŞTİRİLMEYİ BEKLEYENLER VE YENİ HEDEFLER

4.1. Telif Eserler ve Sinema Genel Müdürlüğü’nün ikiye ayrılması, Telif Eserler Enstitüsü ve Sinema Kurumuna dönüştürülmesi.
·          Herkesçe malumdur ki, Fikri Mülkiyet Hakları, ilgili yasa ve buna bağlı uygulamaların uluslar arası uyumu, koordinasyonu, denetimi ve geliştirilmesi başlı başına uzman, bu konuya odaklanmış bir kurumlaşmayı zorunlu kılmaktadır.
·          Aynı şey Sinema Sektörüne dönük çalışmalar için de geçerlidir. Sinema Kurumu Yasası için Türkiye Sinema Platformu’nun yaptığı bir çalışma Bakanlığın gündemindedir. Ve bu çalışmanın süratle yasa tekniğine uygun bir biçimde ele alınıp, TBMM ye sunulması gerekmektedir. (Bu arada bırakalım sinema kurumunu, genel müdürlüğün bile İstanbul’da olması çok temel bir ihtiyaçtır.)
·          Bu vesileyle beş yıldır bekleyen kurumsal iyileştirme de gerçekleşebilir.

4.2. 5224, 5225 ve kültürel sponsorlukla ilgili yasalardaki tüm sorunlarının giderilmesi ve sağlıklı bir işleyişe kavuşturulmaları.
Sinema kurumu ve benzeri yapısal, kurumsal düzenlemelerin alacağı zaman gözetilerek, ayrıca kurumsal düzenlemeler gerçekleştiğinde var olan yasalar korunacağı için, kurumsal düzenleme beklenilmeden bu yasalarla ilgili iyileştirilmeler gerçekleştirilmelidir.

4.3. 5224 ‘ün sorunları 5 ana başlıkta toparlanabilir.

4.3.1. Destekleme Sisteminin Kaynakları
Biriken rüsumların sinema sektörüne kesintisiz kullandırılması ve bu güne kadar kullandırılmamış olan miktarın Maliye Bakanlığından tahsili. Ek kaynakların yaratılması.


4.3.2. Destekleme Kurulunun Bileşimi ve Çalışma esasları.
Destekleme Kurulu bileşiminin 5 yıllık deneyimden çıkan sonuçlarla yeniden düzenlenmesi.
Kurul katılımcı sayısının artırılması.
Senaryo Yazarlarının temsilinin sağlanması.
Proje ve Senaryo Geliştirme (AR-GE); Belgesel; Amatör ve Kısa Film; Yapım ve Yapım Sonrası destek komisyonlarının oluşturulması.


4.3.3. AR-GE (Senaryo ve Proje Geliştirme) Desteğindeki sorunların giderilmesi
Türkiye Sinemasının zayıf karnı AR-GE  yani senaryo ve proje geliştirmedir. Türkiye Sineması, başta yapımcılar olmak üzere Dünyalı olacak ve uluslar arası entegrasyon sağlayacaksa bunun en önemli ayağı, para arama parası da dahil olmak üzere senaryo ve proje geliştirme kaynağının önemini anlamalarıdır.
Tam da bu bakıştan hareketle 5224 sayılı yasada çok önemli bir istisna bulunmaktadır. Bu istisna yasada “bütün projelerin bütçelerinin ancak %50 si verilebilirken, senaryo geliştirme bütçelerinin tamamı verilebilir” şeklinde yazılmıştır.

Bu istisnanın uygulanması, destekleme kurulunun birinci toplantısında ne yazık ki yapımcı meslek birliği temsilcisi tarafından “senaryoculara rakı parası mı vereceğiz” gibi en hafif deyimle kabul edilemez noktadan başlatılan bir tartışmayla kırılmıştır. Ve o günden sonra ne yazık ki bu kalem destek amacından sapıp “rakı parası”na dönüştürülmüştür.
Burada asıl trajik olan senaryoculara yapımcılar birliği temsilcisinin bakışı değildir. Trajik olan, Türkiye’nin en önemli TV yapımcılarından birinin kendi mesleğinin ve meslektaşlarının geleceğine koyduğu engeldir.
Çünkü bu istisnanın asıl nedeni, Ülkemizdeki yapımcıların AR-GE gücü olmadığını varsayan, bu sorunun destek sistemi içinde aşılmasını hedefleyen yaklaşımdır. Bu vesileyle yasadaki bu istisna daha güçlendirilmeli, AR-GE destekleri için destekleme kurulu içinde uzmanlaşmış bir komisyon oluşturulmalıdır.


4.3.4. Denetim


4.3.5. Yönetmelik 

Önceki yazıda özetlediğim 5224 sayılı sinema destek yasası meclisten geçmiş ama yönetmeliği hala yasayı hazırlayan bizlerin amaçları ve  ruhu ile çelişik.
Sinema desteği alan sanatçıya devletten inşaat ihalesi alan mütahit kontratı imzalatılıyor. Bu mantığın sonucu olarak Handan İpekçi gibi bir yönetmen mahkemelerde süründürülüyor.
Hala sektörel düzenleyici olarak bir sinema yasası yok, bir sinema kurumu yok, sinema bankası hala kurulmamış. Vergi ve gümrük düzenlemeleri yapılmamış.
Düzenleyici bir sektörel sinema yasası olmadığı için Doktor gibi avukat gibi mesleğimiz yasalarla tanımlanmıyor.  Tersine işkolları yasasının 17. nolu torba işkolunda, büro ve orman işçileriyle birlikte güzel sanatlar olarak anılıyoruz...  Bu nedenle gerçek meslek örgütleri kuramıyor, bonservis veremiyoruz. Meslek örgütü ihtiyacını derneklerle gidermeye çalışıyoruz.
Ve biz hala “dünden kalanların” peşinde gezinirken hayat, çılgın hızıyla değişmeye “dünün gündemlerini” altüst etmeye devam ediyor.


Dijital Çağ ve sinema
Dijital teknolojilerdeki köklü değişim ve internetin küresel yaygınlaşması, sinema sanatında da köklü değişimlere neden oluyor.
Artık klasik sanayi döneminin, peliküle dayalı film üretimi ile sinema salonlarına dayalı dağıtım sistemi bitiyor. Geçmiş dönemin dev dağıtım şirketleri, sinemaların dijital dönüşümünü fonluyorlar. Her yıl yüz binlerce film bobinini dünyanın dört bir yanına ulaştırmak için harcadıkları lojistik parası artık rasyonel olmaktan çıkmış.
Birkaç yıl içinde Amerika’nın bütün salonları, Avrupa’da bir çok salon dijital sistem ve perdelerde gösterim yapacak. Türkiye’de bile şimdiden, salonlarını dijitale sisteme dönüştürmeye başlayan sinema grupları oluştu.
Bu gelişmenin bir başka sonucu da geleneksel ulusal TV yayıncılığının bitiyor oluşu. Paralı TVlar, dijital platformlar sayesinde artık sevdiğimiz programların yayın saatini beklemekten kurtulmaya başladık.
3G teknolojisi bütün dünyada yepyeni içerik ve formatlara neden oluyor. Örneğin ülkemizde bile şimdiden 3(üç) dakikalık dizi filmler üretilmeye başlandı.

İnternet, IP TV ve İçerik Sağlayıcılar
Bütün bu gelişmelere son noktayı da IP TV olarak adlandırılan internet bazlı TV yayıncılığı ile “online streaming” teknolojisi koyuyor. Bu teknoloji her türden dijital film ve program içeriğinin depolanabilmesini ve çok ucuza satın alınıp indirme işlemine gerek kalmaksızın, anında, yüksek çözünürlükte izlenebilmesini sağlıyor.

Bu teknolojinin en önemli yanı da dünya’da nerede olursanız olun, 1-2 dolara her filmi anında izleyebilmek. Bu, korsana karşı da en ciddi korumalardan biri. Dağıtım, pazarlama, ambalaj, çoğaltma vb. maliyetler kalkınca korsanın rekabet edemeyeceği kadar ucuza kaliteli film izlemek mümkün oluyor.
Bu teknoloji çok adil ve telif haklarını koruyan bir iş modeli üzerinde yükselebiliyor. Diyelim bir filmi 2 Liraya tıklayıp izlediniz. Bunun 1 lirası anında eser sahiplerinin hak izleme örgütüne, 1 lirası da yatırımcı ve ortaklara pay edilebiliyor.

Küresel Dijital Sinematek kuruluyor…
Birkaç yıl içinde dünyada google benzeri film ve program aramak için üretilmiş arama motorları herkesçe kullanılmaya başlayacak. Ve biz hangi film ya da program, hangi içerik sağlayıcıda, kolayca bulacak, indirmekle zaman yitirmeden izleyebileceğiz.
Küresel çapta TV ve bilgisayar üreticileri birleşip, IP TV teknolojisine uygun ekranlar üretmeye başladı bile…

Ve bu gelişmenin en güzel yanlarından biri artık her eve küçük bir home sinema kurmak mümkün olduğu gibi, her evi küçük bir dijital üretim stüdyosuna çevirmek de çok ucuz ve mümkün hale geldi.
Bir diğer güzel yanı da, bu gelişmeler profesyonel içerik üretimini, siparişleri azaltmıyor, tersine çoğaltıyor.
Sonuç olarak artık, sinema televizyon ayrımı kalkıp, her şey içerik(content üretimi) haline gelip; bütün içerik,  içerik sağlayıcılara ( content provider) yüklenmeye başladığından beri;  audiovisual, küresel ekonominin lokomotif sektörlerinden birine iyice dönüşmüş durumda…

Reformun yeni hedefleri
Bana göre en temel ve önemli fark, geleneksel sanayi toplumunun sinema TV ayrımının bittiğini anlamak. Bu alandaki sermayenin, insan kaynaklarının, teknolojinin, dağıtım ve pazarlamanın nasıl bir tekleşme ve tekelleşme içinde olduğunu görmek.
Sinema da sanat yapanların da, ticaret yapanların da amaçlarına ulaşmayı sürdürmesinin şartı, koşulları doğru analiz etmek, ortak çıkarları hızla tanımlamak ve kendisini bu sürece uyarlayabilmek ve ortak çıkarlarımızı somut hedef ve projelere dönüştürmek.

Türkiye Dijital Sinema Platformu
Bunlardan birincisi ve bence en önemli olanı birikmiş rüsumlarımızdan belirli bir pay ayırıp, öncelikle ülkemizde şu ana kadar çekilmiş yaklaşık 7 bin filmi, bir içerik sağlayıcıya yüklemek. Şimdilik en az üç dilde alt yazı yaptırmak. Ve Türkiye’nin temsil edildiği bütün Dünya turizm ve ticaret fuarlarında açılacak stantlarda yerli filmlerimizi, milyonlarca  Dünyalı için bir  web adresi, ve “tık mesafesi”ne ulaştırmak.

Yeni koşullarda da ithalatçı ile ihracatçılarımız olacağı çok açık.
İyi görmek gerekir ki, hem bu alanda ihracat ve ithalatın anlamı değişiyor hem de kültürel üretim alanı diğer endüstrilerden çok farklı.
Bir ülkenin film ihracatı ağırlıkla, diğer ülkedeki birinin o filmi “tık”layıp, izlemesine dönüşecek gibi görünüyor.
Öte yandan yerel üretimin de fasonu olmuyor…
Böyle bir alanda ithalat, yerli tüketim ihtiyacının yerini de hiç bir biçimde alamıyor. Anadolu’nun hikayelerini de bizden başkası üretemiyor. Son yılların box ofice ve rating lerine göz atmak bile bu gerçeği görmemize yeter.
Tüm bu nedenlerle  hükümetçe film (drama ve belgesel) üretiminin stratejik bir sektör olarak benimsenmesi ve eylem/teşvik planı içine alınması gerekiyor.

2.6. “Anadol marka araba” üretme dönemi bitmeli

Türkiye Sineması için endüstri midir; sektör olabildi mi;  tartışması çok yapılır.
Eğer Anadol Marka araba üreterek yola çıkan otomotive endüstri dediysek, bu da endüstridir. Toplu gecekonduculuğumuza inşaat sektörü diyebiliyorsak, bu da bir sektördür.
Yılda 50’nin üzerinde film, 150 dizi ve 38 milyon bilet, TV ve Sinema filmlerinin toplamı olarak yaklaşık 1.5 milyar TL lik bir büyüklükle Avrupa Birliği üyesi ülkeler içinde en az yarısından daha iyi durumdayız.
Dahası, son yıllarda karşılaştığımız bütün Avrupalı meslektaşlarımız, Hollywood filmleri karşısında bu  iç pazar egemenliğini, uluslar arası alandaki yükselen başarı grafiğimizi nasıl sağladığımızı soruyor. Bu soruya bizim de ortak bir yanıt vermemiz gerekiyor.



SENARYO YAZARLARI DERNEĞİ
A. HALUK ÜNAL

senaryo.org.tr
                                                                                                                                         Alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın