Pages

21 Aralık 2011 Çarşamba

Evde Kurgu Yapmak

90′lı yıllar kurgu tarihinde önemli bir dönüm noktası sayılabilir. O güne kadar film kurgusu kesip yapıştırarak veya video teyp teknolojisiyle yapılıyordu. Bu tekniklerden ikisinin de çok çaba gerektiren, çok özen isteyen işler olduğunu bugünün kuşağı pek bilmiyor; çünkü “Doğrusal Kurgu” (linear editing) sözleriyle tanımlanan bu kurgu teknikleri neredeyse tamamen ortadan kalktı.

Bu değişimin öncüsü Avid adlı bir Amerikan şirketi. 1987′de kurulan şirket satışa çıkardıkları dünyanın ilk bilgisayar temelli doğrusal olmayan (non linear) kurgu sistemi Media Composer ile o yıllarda belki kendileri bile bu kadar büyük bir devrimin öncüsü olacaklarını tahmin etmiyorlardı. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Kişisel bilgisayarlar için Apple Macintosh nasıl bir öncüyse, Avid de filmciler için benzer bir ‘olaydı’.

Eski sistemlerle kurgu yapanlar bilirler, video teyp ile kurgu yapmak bir çeşit işkencedir. Temelde yaptığınız şey bir kasetten öbürüne aktarma yapmaktır. Bu yüzden devamlı kaset çıkarıp takmak, ileri geri sarmak zorunda kalırsınız. Verdiğiniz kararlar kesin olmalıdır; çünkü sonra geri dönmek isterseniz bir sürü zorluk yaşarsınız. Geçme (dissolve) yapmak istediğinizde iki tane video okuyucuya ihtiyacınız vardır ve daha niceleri…

Bu sorunları aşmak için bilgisayar kullanmak her zaman düşlenen bir şeydi. Ama teknolojinin o noktaya gelmesini beklemek gerekti. Bu yüzden ancak 90′lardan sonra bilgisayar temelli kurgu sistemleriyle tanışabildik. Bu tür sistemlerin en büyük yararı ‘random access’ yani istediğiniz görüntüye anında erişim olanağı sunmaları. İkincisi, yaptığınız kurgunun ‘non linear’ oluşu, yani istediğiniz zaman istediğiniz görüntüyü ekleyip çıkarabilmeniz.

İlk ‘non linear’ kurgu sistemi Türkiye’ye geldiğinde (1994 yılıydı ve Avid Media Composer’in karşısında duruyorduk) sinema okulunda öğrenciydim ve ilk kullandığımda yaşadığım heyecanı bugün öğrencilerimin anlaması ne yazık ki imkânsız. Bu sistemlerin etkisi ve çalışma kolaylığı o kadar büyüktü ki, o yıldan sonra bir daha asla doğrusal kurgu sistemlerine geri dönmedik. Sinema sektörü bu gelişime bir süre dirense de sonunda onlar da eski yöntemleri terk etti. En büyük hayallerimizden biri de evimize benzer bir sistem kurmaktı. Fakat o yıllarda bu ürünler 120 bin dolar civarında satılıyordu ve bu sistemi kurmak doğal olarak bizim için tatlı bir hayal olarak kaldı.

Ama geçen yıllarda bu alanda büyük gelişmeler oldu ve artık evinizde kurgu yapabileceğiniz sistemler kurmak hayal değil. Bu gelişmelerin en büyüğü PC’lerin hızlanmasıydı. Intel’in işlemcilerinin hızını arttırması, internetin gelişimi ve bunun bilgisayar sektörüne etkileri her şeyi beklenenden hızlı değiştirdi. Artık 3000 doların altında evinize çok iyi bir kurgu sistemi kurabilir, kendi filmlerinizi kurgulayabilir, ses miksajı yapabilir, DVD’ye basıp dağıtabilir veya internete koyabilirsiniz.

Bu gelişimin arkasındaki en önemli buluş geçen ay bahsettiğimiz ‘firewire’ kapısı. Bu yüksek hızlı kapı sayesinde artık DV kameraların ürettiği görüntü ve sesleri tek bir kabloyla bilgisayara aktarabiliyoruz. Sonra bu görüntüleri kurgulayıp tekrar kameraya kaydedebiliyoruz. (Tabi geçen ay belirttiğimiz gibi kameranızın ‘DV-In’ seçeneği açıksa.)

Peki ama bunları yapabilmek için nasıl bir bilgisayara ihtiyaç var? Öncelikle PC veya Macintosh konusunda karar vermek gerek. Apple son yıllarda masaüstü (desktop) video pazarına ilgi göstermeye başladı ve yeni çıkardıkları bütün bilgisayarlarda firewire kapısı standart olarak var. PC’lerde ise durum biraz farklı. Genellikle alacağınız PC’de bir ‘firewire’ kapısı olmayacağı için gidip bir ek kart almanız gerekiyor.

Bu kart bilgisayarınıza takılıp gerekli ayarlar yapıldığında sorunlarınız çözülüyor. Ama bilgisayarlardan anlamıyorsanız ve kart satın almak, takmak, sorun gidermek gibi işlerle uğraşmak istemiyorsanız Apple her zaman olduğu gibi daha basit ve tam çözümler sunuyor.

‘Firewire’ kartları ikiye ayrılıyor: ‘Hard Codec’ kartlar ve :’Soft Codec’ kartlar. Geçen ay ‘codec’in ne olduğunu açıklamıştık. Görüntüleri sıkıştırıp açan elektronik devrelere veya daha genelde sıkıştırma açma sistemlerine ‘codec’ adı veriliyordu.

Bazı kartlar (OHCI diye anılıyorlar) üzerlerinde böyle bir ‘codec’ bulundurmuyorlar. Amaçları sadece içeriye DV kameradan gelen veriyi aktarmak. Halbuki veriyi gösterme işini yapabilmek için de bir ‘codec’e ihtiyaç var; çünkü o verinin ekranda gösterilebilmesi için yeniden RGB bilgisine dönüştürülmesi gerekli. Kart bu işi ana işlemcinin üzerine yıkıyor. Bu tür kartların kullanıldığı sistemlerde çevirme işlemi de bir ‘software’ (yazılım) yoluyla yapılıyor. ‘Soft Codec’ ismi de buradan geliyor.

Bunların en önemli artısı ucuzlukları. Yüz doların altında alıp sisteminize takabilirsiniz. Eksilerine gelince; öncelikle bilgisayarınızın güçlü olması şart. Aksi takdirde içeriye DV verisini alabilirsiniz ama sistem okuma yapamaz, kare sayısında düşmeler olur kısaca kurgu yapamaz hale gelirsiniz. Bir diğer sorun da ‘soft codec’ kartların analog giriş çıkışlara izin vermemesi. Bu da şu demek oluyor; böyle bir karta analog bir ekipmandan giriş yapamazsınız ve TV ekranına çıkış veremezsiniz. Ama bu çok büyük bir sorun değil çünkü kameranızın içinde zaten bir ‘hard codec’ var. Onu kullanarak bilgisayardan kameraya, kameradan TV’ye aktarım yapabilirsiniz.

‘Hard Codec’ kartlar ise üzerlerinde aynen kameranın içindeki gibi bir ‘codec’ çipiyle geliyorlar. Bunun yararı işlemcinize yüklenmemesi, bazı efekt işlemlerini daha hızlı yapabilmesi ve en önemlisi herhangi bir TV veya monitöre çıkış verebilmesi. Ama bu tür kartları 400 dolardan aşağı bulmak zor. Canopus firmasının Dvraptor, Dvstorm gibi pek çok ürünü var. Bu kartlar son yıllarda epey yaygın.

Eğer ‘soft codec’ kartla yola çıkacaksanız en azından Pentium 3-800 MHZ bir işlemciye ve 256 MB RAM a ihtiyacınız var. Bunun dışında içeri alacağınız görüntüler için büyük ve hızlı bir sabit diske ihtiyaç var. Ultra DMA 66 özelliğine sahip en azından 40 GB’lık bir sabit (hard) disk işinizi görecektir. DV’nin saniyedeki veri transfer miktarı 3.6 MB olduğuna göre böyle bir sabit diske en azından iki saatlik malzeme sığdırabilirsiniz. Tabii daha fazla görütü alacaksanız 60 veya 80 GB’lık sabit diskleri de düşünebilirsiniz. Bir de ufak not: video görüntülerini alacağınız sabit diskin içinde sistem dosyalarınız olmasa iyi olur. Yani bilgisayarı çalıştıracak programların içinde olacağı yaklaşık 10 GB’lık ayrı bir sabit diske sahip olmakta yarar var.

Bu ana öğelerin dışında tabi ki büyükçe bir monitör, iyi bir ekran kartı (‘TV out’ vermesi tercih edilir), bir ses kartı, hoparlörler gibi ayrıntılara da ihtiyacınız var.

Bunları sağladıktan sonra sıra kullanacağınız yazılımı seçmeye geliyor. PC’lerde en yaygın yazılım Adobe’un Premier adlı ürünü. Özellikle multimedya üreticileri ve öğrenciler arasında çok yaygın olan bu program başlangıç için işinizi fazlasıyla görecek özelliklere sahip. Arayüzü çok kullanışlı olmasa da bir süre çalışanların vazgeçemediği bir yazılım Premier.

Bir diğer yazılım Avid’in XpressDV 3.0 adlı ürünü. Avid, 90′lar boyunca daha çok üst uç sistemlerle ilgiliydi ve son kullanıcı alanında pazarı Adobe Premier’e bırakmış gibiydi. Ama son iki yılda şirket bu alana da girdi ve yeni ürünü ile özellike Avid’e alışmış profesyonellerin ilgisini çekti. XpressDV 3.0′ın en önemli özelliği 60 bin dolarlık üst uç Avid sistemleriyle aynı arayüzü kullanması. Kullanımının çok kolay olması ve sesle ilgili bir çok olanak yaratması da beğenilen özellikleri. Ama bizi en çok ilgilendiren özelliği sadece 80 dolarlık bir OHCI kartla çalışması ve efektleri ‘real time’ yani gerçek zamanlı yapması. Bu da Avid’in yazılım üretmedeki başarısının bir göstergesi.

Macintosh kullananlar için Final Cut Pro çok iyi bir seçenek Apple’ın Avid’e karşı ürettiği bir çözüm olan Final Cut Pro 3.0 gerçekten başarılı bir yazılım.

Bütün bu yazılımlar üç aşağı beş yukarı aynı işleri benzer şekillerde yapıyorlar. O nedenle üzerlerinde tartışmaya gerek yok. Fiyat olarak da birbirlerine yakınlar. Genellikle 600 dolarla- 1600 dolar arasında değişen fiyatlarla satılıyorlar.

Gelelim işin püf noktasına: Evinize böyle bir sistem kurup kendinizden geçebilirsiniz. Önünüze sunulan efektlere kendini kaptırıp uçup gitmek çok kolay. Üreticiler de genellikle kullanıcıların zaaflarını iyi bildiklerinden “gerçek zamanlı efekt, 20 katman açın, üst üste 10 tane yazı yazın…” gibi sözlerle pazarlama yapmaya çalışıyorlar. Oysa temelde bir kurgu sisteminden beklenen üç şey var: Birincisi güvenilir olması, yani kurgunun en güzel yerinde çöküp gitmemesi; ikincisi basit ve pratik olması (çünkü yazılım uzmanı olmak istemiyoruz sadece kurgu yapmak istiyoruz.); üçüncüsü ise kare kaçırmaması yani saniyede 25 kareyi kesintisiz şekilde gösterebilmesi. Bunları yapan bir sistem harika filmler yapmak için yeterlidir; çünkü gerçek bir sinemacının sadece kesmeye ve yapıştırmaya ihtiyacı vardır. Ondan ötesi bence pazarlama stratejisinden başka bir şey değil.

ILKER CANIKLIGIL
benimsinemalarim.com
                                                                                                                                        Alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın