Pages

6 Aralık 2011 Salı

Dünyadaki en zor sinema 'auteur' sinemasıdır


Vedat Türkali çok iyi romancı ama sinemacı olamadı. Tarık Dursun K. dünya çapında bir hikayeci. Auteur olamadı. Yılmaz Güney auteurdü. Kalemi, buluşları çağını Türk sinemasını yorumluyordu.

Latife Tekin, Aslı Erdoğan’a kadar çok iyiler var. Ama kadın yazarlar da vefasız ve kötü. Bugün Nezihe Meriç’i kim anıyor.

Yakın zamanda Türk Sineması Tarihi isimli kitabı yayınlanan usta oyuncu Fikret Hakan'la sinemamızı ve kitabını konuştuk...

Açıkçası genel yönetmenimiz Deniz Yavuz Fikret Hakan ile söyleşiye gideceksin dediğinde önce biraz çekindim. Karşımda Türk sinemasının en önemli oyuncularından biri olacaktı, üstelik Türk sinema tarihi üzerine bir kitap yazmıştı. Söyleşiye başladığımda ister istemez heyecanlıydım. Fikret Hakan anlattıkça rahatladım, ben rahatlayıp sordukça o anlattı. Sonuçta ortaya bugünün Türk sinemasına bakışından, Hollywood’a gitme şansının elinden nasıl kaçtığına kadar pek çok şeyi konuştuğumuz aşağıdaki söyleşi çıktı. Keyifli okumalar…

Ben kitabınızı inceledim. Tamamını henüz okuyamadım ama ilgimi çeken şu oldu, kendisini merak ettiren bir eser. Genellikle sinema tarihi hakkında yazılan kitaplar okunmaktan çok kaynak kitap olarak araştırmalarda kullanılıyor. Oysa yazdığınız ‘Türk Sinema Tarihi’ kendisini okutuyor, sıkılmıyorsunuz.

Bence 21. yüzyılda yazılmış, 20. yy’da ülkenin 50 yılıyla ilgili bir nehir roman. Bir açıdan da geçen yüzyılla ilgili belgesel roman diyebiliriz.

Aynı fikirdeyim. 

Dünyadaki toplumsal olaylarla sinema iç içe geçmiş vaziyette. Sinemayı soyut olarak ele alamayız. O zaman başka bir şey olur. Sinemayı sinema gibi anlatmak gerekir.

Kitabın hazırlanışı ve bugünkü haline ulaşması nasıl bir zaman aldı, kimlerden destek gördünüz, karar aşamasında 'yapmasam mı acaba dediğiniz şeyler oldu mu'?

Çok oldu. Editörüm müdahale etti. Daha katı tanımlamalar koymuştum. Kitap belgesel niteliğini kaybeder diye koydurtmadı. Belki de haklıydı. Ben tabii zor yolu seçmek zorunda kaldım. 1953’ten beri belge toplamış, klase etmiştim. Eksiklerimi tamamladım. Kitabın yoğun yazımı 3 yıl, düzeltileri 1,5 yıl sürdü. Nigar Pösteki’nin çok yardımı oldu. Umutluyum ki az yanlışla çıktı. Yine de var. 2. baskı daha yanlışsız olacak.

Nereleri çıkardınız? 

Yeni sinemacılarla ulusalcılar arasındaki savaşta aklın yolu birdir diyerek söyleyeceğim şeyleri çıkarmak zorunda kaldım. Yalnızca karşılıklı yazışmaları koydum. Beş altı polemik bölümünde de aynı şeyi yaptım. ‘Kamelyalı Kadın’ı eleştirenlerle Şakir Sırmalı’nın sözlerini karşı karşıya koydum. Biz Çolpan İlhan’la beraber ‘Kamelyalı Kadın’ı yapmıştık. Sonra kitapta hesaplaştılar tarihi olarak.

Kitabın içinde keşke yazmasaydım dediğiniz bir bölüm var mı? Keşke şu da olmasaydı, ya da bugün yazsaydım şunu kesin koyardım dediğiniz bir şey var mı?

1950’ye kadar filmlerin kimlikleri koymuştum. 1950’den sonra sayı çok arttığı ve çirkin filmler olduğu için seçmeye başladım. Editörüm yer kazanmak için 1914’den 42’lere kadar kimlikleri koymuş, o tarihten sonra seçmelere gitmiş. 1943-1955 arasında kısaltmalara gitmiş kimliklerde. Onu da Agah’ın (Agah Özgüç) Türk Filmleri Sözlüğü’nden bulabilir arayan. Çok güzel kitap. İkimizden başka kimse bu konularla ilgilenmiyor. O doküman, ben arşivi tezler antitezlerle bir araya getirerek, dünya olaylarıyla ilintileri de mümkün olduğunca kısa öz koyarak bir yol seçtim kendime.

Kimlikleri koymak isterdiniz sanırım. 

E tabii… Dikkat ettiyseniz fotoğraflar küçük tutuldu. Kitap magazinden çok akademik olsun diye. Buna rağmen elimizde bir cilttik doküman kaldı. Eğer kitap ilgi görürse gelecek sene ikinci cildini de yayınlayabilirim. Bu kitaba girmeyenleri inceleyip yeniden çalışmam gerek tabii. İkisini de alanlar inceleyip farklı şeyler öğrenebilmeliler.

Kitabınızla ilgili sinema piyasasından ve basından gördüğünüz ilgi nasıl, tepkiler var mı?

İlk yazı magazinsel olarak güzel fotoğraflarla bir büyük gazetenin hafta sonu ekinde çıktı. Çetin Altan süper yazı yazdı. Sonra da Selim İleri süper yazı yazdı. Dün de bir dergiden geldiler. Bu ayki Milliyet Sanatta yayınlanacak.

Türk sineması tarihi adıyla ve bu alanda neden bir kitap yazma gereği duydunuz, bunu bir ihtiyaç olarak mı gördünüz, bir eksiklik miydi bu sinemamızda yoksa sizin de söyleyeceğiniz şeyler mi vardı? Bu alanda çalışmalar yapan Rekin Teksoy, Agah Özgüç, Nijat Özön, Burçak Evren, Giovanni Scognamillo gibi isimleri takip ettiniz mi?

Daha önce yayımlanan kitaplar daha magazineldi, yıllara bölünerek yapılmış bir akademik inceleme yok dikkat ederseniz, Giovanni’ninki (Giovanni Scognamillo)de yazarın kendi görüşü açısından önemli bulduğu kısımları kapsıyor. Rekin Teksoy’un da bir çalışması var. Ben daha nesnel bir kitap yapmaya, akademik bir çalışma yapmaya çalıştım. Diğerleri daha öznel görüşler. Böyle bir kitap eksiklikti. Bu kitap taşınması zor olduğu için, vasfını bozmadan daha ucuz ve kolay taşınabilir olanını kitap fuarına yetiştireceğiz. İsteyen koleksiyoner olarak alsın, isteyen küçük boyunu alsın, ki öğrenciler de alabilsinler. Kitabı yazmamın amacı bilgileri derli toplu sunmak, değerli bulduğum eleştirmen, öğretim görevlilerinden kısa ve öz pasajlar kullandım. Elimden geldiğince gözden kaçırmadım. Tabii her kitabın eksikleri vardır. Eleştiriye de açığım, noksanlar söylenirse düzeltmeler yapılabilir. Bir de tabii işin içinde olmama rağmen elli yıllık meslektaşlarıma karşı mesafeli durmaya, batılıların dediği gibi “cool man” olmaya çalıştım. Ne kadar başarabildim Nigar? (Burada dönüp salonda bizimle birlikte olan, kitapta çok emeği olan öğretim üyesi Doç.Dr. Nigar Pösteki’ye dönüyor.)


Nigar Pösteki : Başardın.

Eleştirileri de göz ardı etmedim. İnsan şablonları paylaşmadan mükemmeli yakalayamıyor. Bu tip kitaplar tek kişi tarafından ama eleştirilerin olduğu bir denetimle yazmalı. Kızmadan. Kızsak da düşünerek. Biz Ortadoğu insanları böyleyiz. Birden parlarız.

Kitabınızda 1955’e kadar olan Türk sinemasını bilinçsiz çağ olarak niteliyorsunuz. Nedenlerini açıklayabilir misiniz? Bugün Türk sinemasının bu açından nerede olduğunu düşünüyorsunuz? Günümüz sinemasından hangi yönetmen ve filmleri beğeniyorsunuz?

1914-18 arasında Malul Gaziler Cemiyeti, askerin sinemayı kurduğu dönem. 1922-23 ilk özel bir film şirketinin sinemaya girdiği dönem; Kemal Film dönemi. 1928’de falan İpek Film’in dönemi başlıyor: Muhsin Ertuğrul. Muhsin Ertuğrul’dan sonra ilk kez Faruk Genç çıkıp da özel şirketle film yapıyor. Filmi sesli çekemiyor hatta, sonradan üzerine dublaj yapıyorlar. Sinemacılar, Şadan ağabeyle başlayan yedi sekiz kahraman bunlar. Daha Türk sinema dili yok. Ben onlara askeriyeden esinlenerek öncü öncüsü diyorum. Askeriyede ilk savaşa giren birliklerdir öncü öncüleri. Arazinin coğrafyasını okurlar. Burada düşman var, tepelik var filan diye. O ağabeylerimiz de öncü öncüsüydüler. Ta ki Lütfü Akad , Halit Refiğ, Atıf Yılmaz, Osman Seden, Metin Erksan gelip Türk sinemasının öz dilini oluşturma dönemini başlatana kadar. İlk Lütfü Akad’ın ‘Kanun Namına’ filmiyle başladı bu süreç. Film yabancı bir eserden uyarlamaydı gerçi ama Türk sinema öz dilini bulmaya başladı. ‘Kanun Namına’dan sonra Yaşar Kemal ile ‘Made in Turkey’ olan ‘Beyaz Mendil’ gelir. Türk sinemasının öz dilini bulması adına ikinci filmdir, bence bilinçlenmenin de miladıdır. Kendi köyüne, aşkına, o formasyonda olmasına rağmen batılılar gibi değil de, daha Anadolulu bakma dönemi gelir. Bunlara daha sonradan Yılmaz Güney sineması ekleniyor. Beyaz Mendil formasyonuna en büyük kötülüğü dokunan da sansür oldu. Ta ki 1996’da Yeşilçam yıkılana kadar. Belli bir tarihten sonra yapılan sosyal realist filmler sansür tarafından kullanılmaz hale geldiği için yapımcılar melodramlar ve kaba komedilere yöneldi. Filmlerini her şeye rağmen yapılabilenler prodüktörler de, üzülerek söylüyorum ki filmleri iki üç yıl sansürle boğuşup Danıştay’dan anca çıktığı için şirketlerini kaybettiler. İflas ettiler. Filmler sansürden çıkmayı başardığında sinema salonu sahipleri göstermedi. Acıklı durumlar. Böylece Türk sinemasını kurabilecek sayılı yönetmenler de melodrama yöneldiler. Arada tek tük de olsa bu ustalar sosyolojik olarak iyi işler yaptılar ama ne boyutta, o da incelenebilir. 1996 yılında Yeşilçam battı. Sonra sansürü kaldırdılar. Batıda neyse, Türkiye’de de öyle oldu. Ülkeyi yıkmak için yapılacaklar dışında her şey serbest ama gençler apolitize olmuşlar ve bireysel sinemaya yönelmişler. Seksen öncesi ruh ve öyle bir yetişme olmadığı için bireysel sinema yapıyorlar, ne kadar yürür bilemiyorum. Zaman gösterecek. Neticede onların kendi yolu. Dört beş yıldan beri kitapla uğraştığım için itiraf edeyim ki 2000 yılı sonrası sinema üzerine çok az yapıt gördüm. Yargıda bulunamam. Ne söylersem yalan olur. Sponsorları var, teknik alanda yeterlilikleri var. Düzgün oyuncular var ama gençlerin edebiyatı olmadığı için sağlıklı bir sinema yapılması mümkün değil. Önceden kırsal köysel bir edebiyat vardı, bugün varoşlar üzerine romanlar yok. Öyle olunca filmciler kendi dehalarına sığınıyorlar. Auteur sistemi. Aklı başında olanlar, akademideki öğretim üyeleri, eleştirmenler karar versinler ortaya ne çıkıyor. Dünyadaki en zor sinema auteur sinemasıdır. Yani o olabilmek için sosyolog, psikolog olmak gerek, edebiyatçı olmak gerek. Ve çağını yorumlamak için bir felsefen olması gerek. Dört başı mamur sinemacı ve romancı olman gerek. Vedat Türkali çok iyi romancı ama sinemacı olamadı. Tarık Dursun K. dünya çapında bir hikayeci. Auteur olamadı. Yılmaz Güney auteurdü. Kalemi, buluşları çağını Türk sinemasını yorumluyordu. Kültürel yönden belirli eksikleri vardı. Ama elinden geleni yaptı. Auteur deyince Lütfü Akad, Halit Refiğ, Metin Erksan, bunlar auteur. Yıllar önce Ağır Roman’la doktor iyi bir film yaptı. Sonrası da 'veleddalin amin'. Tam Türk sinemasının ihtiyacını yaptı ama bilinçli yapmamış. O film çok iyiydi, oyuncularla, her şeyiyle. Varoşların dili, edebiyatı yok, anlatılmıyor. Varoşların yazımı yok, Türk sinemasına yansımıyor. Yirmi beş, otuz milyon insan yaşıyor oralarda, üniversite düzeyinde çocuklar yaşıyor, ne altlarında ne üstlerinde var. Eğitim desen sömürü düzeni. Üniversiteye parası olan gidiyor. Hala oradan yazar çıkamaması beni sinirlendiriyor yani. Sancılar varsa yazılmıyorsa eksik bir yerdesin demektir yani… Biz geldik, gidiyoruz, yapabileceğimizi yaptık. Sonra ne olcak?

Hakkınızda şöyle bir şehir efsanesi vardır: the french connection'daki "popeye doyle" karakteri için siz düşünülürsünüz. Filmin yapımcısı, yönetmeni (William Friedkin) ya da bir başkası rolü size teklif etmek için Türkiye'ye gelir. Sizi bulamaz ve geri döner. Çünkü Kıbrıs'ta tatildesinizdir. Rol Gene Hackman'a verilir. Gene Hackman"popeye doyle" rolüyle 1971'de OSCAR kazanır. Doğru mu bu? 

Doğru evet, benim ajansım, Türkiye’ye döndüğümü gizlemek için Kıbrıs’a tatile gitti demiş. Adamlar aramışlar, ulaşamamışlar. Doğru. Talihsizlik. Yazgı meselesi. Şikâyetçi değilim. Kendi ülkesinin sinema savaşını vermek Amerikalı meşhur bir aktör olmaktan aşağı değil.

Türk sinemasında çok uzun yıllardan beri kadın oyuncu sıkıntısı yaşanıyor. Sinemamızda jön sorunu da var ama aktörlerin sayısı aktrislere oranla çok fazla, nedir bunun sebebi sizce... Kadın hikayeleri mi yazılmıyor ülkemizde, yoksa yetenekli kadın mı yok?

Feministler kızacaklar ama acı bir gerçek. Dünya yazımında da böyle sanırım ama en iyi kadın romanlarını yazanlar da erkekler. En iyi kadın hikâyeleri anlatanlar erkekler. Başta Yavuz Özkan. Varoşlarla falan ilgilenmiyorlar. Ben hocalık yaparken öğrencilerime şunu öğretmeye çalıştım. İnsana inin dedim, feminizim ayaklarından vazgeçin. Ben insanım, insan haklarımı istiyorum bu kadar.

Beğendiğiniz yazar yok mu;

Latife Tekin, Aslı Erdoğan’a kadar çok iyiler var. Ama kadın yazarlar da vefasız ve kötü. Bugün Nezihe Meriç’i kim anıyor. Bir tanesi yıllık armağan veriyor mu ne ayıptır, kadın öykücünün atası. Ey kadın dernekleri utanın birazcık. Nasıl Sait Faik atasıysa, nasıl Ömer Seyfettin atasıysa kadın da 1953 ‘Bozbulanık’. Buyrun. Sonra da utanmadan beyanatlar verirler. Önce kendi yazarlarınıza saygı gösterin.

Son dönemde dizilerde deneyimli tiyatro ve sinema oyuncuları sıkça görülüyor, bir çoğu para için geçinmek için bunu yaptığını açıkça beyan ediyor. Sinema, tiyatro, oyunculuk gibi kavramlar zenginlik, refah ya da rahatlık kavramlarıyla bir değerlendirilebilir mi yoksa oyuncu her zaman halkı için acı mı çekmelidir?

Hepimiz öyle yapıyoruz. Dünyanın her yerinde sinemadan değil diziden para kazanılıyor. Amerika’daki oyuncular da Hollywood’da palazlanıyor. Biz sıkıntısını çektik. Benzin paramız olmayan günler oldu. Sağ olsun televizyondan gecikse de üç beş gün, geliyor. Hesabımıza yatıyorlar. Allah razı olsun. İyi ki televizyon var.

Bugün bir film çekecek olsaydınız, nasıl bir hikâye anlatmak isterdiniz? Hayata geçirmek istediğiniz bir sinema projeniz var mı?

Şimdi sonbahara kitap fuarına yetişecek bir romanım var, Gece Limanı. Seneye film olarak çekmek istiyorum. Yönetmenlik yapacağım sadece. Oynamayacağım. Zeynel Kaptan diye bir karakterim var, yıllar önce kendim için düşünmüştüm. Ama artık kart olduğum için genç ağabeylere kaldı.

Oyuncu olarak düşündüğünüz isimler var mı?

Nejat İşler’le Beren Saat’i düşünüyorum. Beğenirlerse, isterlerse onlarla çalışmaktan onur duyarım.

Sinemada son dönemden beğendiğiniz isimler var mı?

Oyuncu olarak isim vermeyeyim ayıp olur, birini atlasam. Büyük oyuncu yok, iyi yönetmenler varolduğu için iyi oyuncular var. Büyük yönetmen olmadan büyük oyuncu olunmaz. Günün birinde bunlardan biri ya da birkaç tanesi riskli psiko- sosyal konulara yönelebilir. Ne yapar eder oyuncuları bulur. Çünkü gençlerin içinde başta Nuri Bilge Ceylan olmak üzere yetenekliler var. Sinematografik montaj, hızlı düşünsünler. Çok değerliler var. Türk sinemasında yakın gelecekte iyi şeyler olacak. Zaman zaman çok iyi şeyler yapıyorlar. En büyük yanlışları yazıma aldıklarını paylaşmayı bilmiyorlar. Tek başıma yaparım diyor. Değil. Tartış güvendiğin insanlara aç, gırtlak gırtlağa tartış etki tepki olsun. Dünya bunun üzerine. Herhalde olgunlaştıklarında olacak.

Sinemamız henüz bir sektör olamadı, bunun sizce sebepleri neler, halen film üretim sayımız bir standarta sahip degil, üretmek zor, izletmek zor, bir öneriniz var mı...

Düşündüğümü söylemek istemiyorum.. Çünkü içimi soğuyor, beynimi donduruyor. Dünyanın içinde girdiği kaotik durumlardan dolayı sinema alelade bir gösteriye dönüyor, sanattan düşüyor. Tartışmaya açık. Bütün düşünürler tartışmalılar. Sinema ölüyor mu? İşlevini yitirdi mi? Nereye gidiyor? Filozoflar, sosyologlar, romancılar bunun cevabını verecek.

Sinema yazarları ve eleştirmenler hakkında ne düşünüyorsunuz, faydalı mı, doğru yapılıyor mu, yazarlar bir dernek kurdular SİYAD ve oldukça aktifler, ödüller veriyorlar, sanırım siz de bir onur ödülü aldınız sinema yazarlarından, bu büyük eserle siz de bir sinema yazarısınız, bu kurumun daha da güçlü bir kurum olması için nedir önerileriniz? Takip ettiğiniz sinema yazarı isimlerini alabilir miyiz?

Beni eleştirmen düşmanı sanıyorlar, onlar kendi kendine düşman. 3+1 diyorum ben. 1. eleştirmen (gerçek inceliyici) 2. tenkitçi 3. münekkit + tenkidi kompradorya kalemini yabancı sinemalar emrine vermiş, kendi sinemasına giydiren, hiçbir şeyi beğenmeyen kendileriyle de barışık olmayan insanlar. Her eleştirmen aynada kendiyle hesaplaşsın. Ben ne diye düşman olayım. Hayır asla. Ben soldan, sağdan, yeni sinemacıların içinde de, bazıları rahmetli oldu bomba gibi eleştiren, yapan ama öldüğünde övülen eleştirmenler de gördüm. Kalem satılık olunca af yok. İsim yok. Kimseyi özellikle takip etmiyorum. Uğur Vardan filan düzgünce işler yapanlar var. Ben beş altı yıldır piyasadan koptum. Derinlemesine bakmadım. Yeni eleştirmen ekipler için nedir durum bilmiyorum. Herkes kendine bakıp sorgulasın bu kadar basit. Ben kimse için ahkâm kesemem.

Türk sinemasında, ilk sırada yer alan unutamadıgınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız...

Valla ne bileyim. O kadar çok anılar var ki. İnanın şu anda aklıma bir şey gelmiyor. Genelde sorulduğunda bir şey gelmez.

Fikret Hakan'ın önümüzdeki dönemle ilgili projeleri nelerdir, yeni bir kitap çalışması var mı, dizi sinema filmi...

Şimdi, Gece Limanı sonbahara çıkıyor. Başlayıp yarım bıraktığım sinema anıları kitabım var, öznel bir kitap, anılar, nefretler sempati, adı üzerinde “ Biz Sizin Filmlerinizle Büyüdük”. Seyirci kendi koydu ismini. Bu yaz kaba yazımı ve kalan dokümanlarla Türk Sinema Tarihi’nin 2. cildini hazır hale getireceğim. Gece Limanı’nın senaryosu da hazır.
Unutulmaz için (Fikret Hakan’ın oynadığı dizi) patron, gelecek seneye kadar demişti. Yılbaşına kadar mı kış ortasına kadar mı bilmiyoruz. Herhalde bu haftadan gelecek reytinglere göre belirlenecek.

Antrakt ve sinema gazetesi hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz, 1989’dan beri Türk sinemasına ve sinema yaşamına hizmet vermekteyiz...

Valla yenileri görmedim ama eskilerden çok faydalandım. Ciddi dökümanlar. En uzun çıkan dergi de Antrakt. Sinema dergileri arasında 7. sanat var, Türkiye günlüğü var. Vakti zamanında .. İşte çıkıyor. Batıyor.

Emek sinemasının son durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

mek hakkında konuşmak istemiyorum, moralim bozuluyor.

Mahkeme kararı ile yıkım durduruldu. 

Valla ben belediyenin hiçbir lafına inanmıyorum.


Teşekkür ederiz...



Söyleşi: Eda Günay
Fotoğraflar: Dilek Yaman

antraktsinema.com
                                                                                                                                         Alıntıdır....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın