Sinema; bazıları için hayatla ilişki kurma biçimi, bazıları içinse hayatın ta kendisi. Beyaz perdenin içindeki yaşamın kabul görülmüşlüğü de insana ait izafi bir hakikattir diyen Ünal Sondemir ile kısa filmi, sektörün ülkemizdeki durumunu ve atölye çalışmalarını konuştuk.
Yönetmen Ünal Sondemir
Sinemayla ilgilenmeye nasıl başladınız?
1997 yılında medya dünyasına ilk adımımı muhabirlikle atmıştım. Ancak kamerayla tanıştığım andan itibaren tercihimi bu yönde kullandım. Bu tercihimde sevgili üstadım, hocam görüntü yönetmeni Nazım Edeer’in büyük payı vardı. Kendisi şu anda Kanada’da yaşıyor ve Hollywood yapımı projelerde mesleğini devam ettiriyor. Türkiye’deki son yıllarında onun çalıştığı dizi setlerine gidip görüntü ve ışık bilgimi ilerletiyordum. Gündüz televizyonda haber kameramanlığı akşamları da dizi setlerinde kimi zaman izleyici bazen de asistanlık yapıyordum. Setin havasını kokladıktan sonra sinema filmlerini daha farklı izlemeye başladım. Önce izleyici gibi film izlesem de reflekslerim arka plandaki detayları düşünmek üzere hareket ediyordu. Haber kameramanlığı yaparken özellikle toplumsal olayların en gönüllü kaydedicisi olduğumu söylemek pek de abartılı sayılmaz. Çünkü o kaotik olayları sinema çekercesine kaydetmeye çalışıyordum. Yanlış hatırlamıyorsam 1998 1 Mayısı´nda Okmeydanı’ndaki çatışmaların yaşandığı meşhur Piyale Paşa Bulvarında çektiğim görüntüler Reuters Haber Ajansı tarafından tüm dünyaya servis edilmişti. Henüz 20 yaşındaydım ve buna benzer onlarca örnek yaşanmışlığın tecrübesiyle sinema filmi tadında bir yaşamın içinde kendimi buldum. Her ne kadar yediğim dayaklar da cabası olsa bile haber kameramanlığını 17 Ağustos depreminden sonra bıraktım. Çünkü bazen gerçekler çok acı verici olabiliyor. Haberciliği bırakınca sinema filmlerinin içinde bir kahraman değil de artık izleyici olmaktan yana tavır sergiledim. Aradan geçen on dört yıl sonrasında yirmiye yakın televizyon programında yönetmenlik ve birçok projede yöneticilik yaptım. İşimi hep severek yaptığımı düşünürdüm, ama sinema arzusu her seferinde karşıma çıkınca bir yerden başlamak gerektiğine karar verdim. Son yıllarda yöneticilik yaptığım bir yapım şirketinin birkaç sinema projesinin yapım öncesi aşamasında çalıştım. Diğer taraftan son bir yıldır çeşitli kurum ve kuruluşlarda kısa film, TV program yapımcılığı gibi eğitici dersler veriyorum. Bu süreç tamamen kendiliğinden gelişti. Ben de bu fırsatı ilk uzun metraj filmimin senaryosunu yazarak değerlendiriyorum.
Sinemanın sizdeki anlamı nedir?
Sinema benim için çok ayrı bir anlam taşıyor. Tıpkı beden ve ruh gibi Görünen ve görünmeyen varlığınız. Görünmeyen tarafımda içsel olarak bir şeyler beni sinemaya yönlendiriyor veya çekiyorsa bunun cüzi irademle olmadığı kanaatindeyim. Sinema her şeyden önce bildiğimiz bütün sanat disiplinlerini içinde barındırabilen tek sanat dalı. Keza müzik ve edebiyat gibi yoğun ilgi gören sanat dallarının bunda payı küçümsenemez. En çok ulaşılabilirliği olan sanat dalının müzik olduğu kanaatindeyim. Ancak sinema işitsel ve görsel yönü, bilgi ve düşünceden beslenebilmesi nedeniyle daha güçlü bir etkiye sahiptir. Beyaz perdenin içindeki yaşamın kabul görülmüşlüğü de insana ait izafi bir hakikattir. Anlamlandırılan yaşamda sinema, günlük hayatın önemli bir parçasıdır.
Kısa filmden söz edecek olursak, uzun metrajlı filmin alt yapısını oluşturan unsurlar kısa filmde de olmazsa olmaz öğeler midir yoksa kısa filmi apayrı bir alan olarak mı düşünmeliyiz?
Sinemanın yıllarca süren akademik tartışmalarının arasında yer alan konulardan biriydi bu. Çünkü bu soruyu dünyanın en tecrübeli yönetmenlerine de sorsanız çok farklı cevaplar alabilirsiniz. Ancak temelinde ortak görüş nedir derseniz; uzun metraj ile kısa metraj sonuçta sinemanın temel prensiplerini referans almaktadır. Bu yüzden fiilen bir fark yoktur. Ancak işlenişi ve sunuşu konusunda farklılık gerektirir. Kısa filmin uzun metraja göre daha pratik zeka gerektiren, hikayenin veya temanın işlenişinde en güçlü detayların kullanılması gerektiren bir alandır. En etkili diyalog, en can alıcı sahne, en ifade gücü yüksek kamera açıları kısa filmin gereksinimleri arasındadır. Kısa filmi sinemanın içinde farklı bir branş olarak nitelendirebiliriz. Ben kısa filmi kısaca şöyle tanımlıyorum. İlk adım, deneyim, performans. Aralarından biri için de tercih edilebilir hepsi için de. Sonuçta sanatın doğasında kesin ve kati kurallar yoktur.
Son dönemlerde ülkemizde kısa filme gösterilen ilgiyi nasıl yorumluyorsunuz?
Son dönemlerde teknolojinin ilerleyişi kısa filme büyük katkılar sunmaya başladı. Ama uygulama kısmında ne yazık ki, eğitim standartlarının düşük olması ve kültürel yetersizliğin çıkan işlerde kendini gösteriyor olmasıyla henüz iyi bir yerde olmadığımızı anlıyoruz. Bu konuda ümitsiz değilim ancak biraz zamana ihtiyacımız var. Tabi son zamanlarda artan kısa film festivalleri olsa da söz konusu kriterler için jüri üyesi seçimleri konusunda ne yazık ki duygusal seçimler yapıldığı kanaatindeyim. Yakın dönemde bir yarışma programı yapıldı. Çıkış amacı kesinlikle saygı değer ama işlenişi ve jürisiyle tam bir hüsrandı diyebilirim. Daha fazla kısa film yapılıyor olması olumlu bir gelişme, sadece standartlarımızı yükseltmek için biraz bilgiyle beslenme alışkanlığımıza özen göstermeliyiz. Ülkenin en büyük film festivali organizasyonunda kısa film kategorisi son birkaç yıldır yeniden var. Ama yine de yetersiz. Örneğin ödül törenlerinde mutlaka en iyi kısa film ödülünün de canlı yayın bölümüne alınması gerekiyor. Ayrıca diğer organizasyonların da aynı hassasiyeti göstermesi gerekiyor.
Ülkemizde kısa filme amatör sinema olarak bakılıyor, ama profesyonel yönetmenlerin de kısa film çalışmaları var değil mi?
Az örnek olsa da var. Kısa film zaman ve ekonomi gerektiren yönü nedeniyle birçok yönetmenin aklına mahallenin yaramaz çocuğu gibi gelmiştir. Kısa filme ülkemizde amatör olarak bakılmasının nedeni henüz bu kültürün gelişmemiş ve yerleşmemiş olmasından kaynaklanıyor. Ortalama beş yıl sonra bunun oturmaya başlamış olduğunu göreceğimize inanıyorum. Ülkemizi uluslararası platformda temsil eden Nuri Bilge Ceylan’ın ilk yaptığı film kısa filmdir. Koza, aslında kendisinin bir şeyleri denediğini gösteren ve arayışta olan bir yönetmen filmidir. Genel olarak baktığımızda Türkiye Sineması’nın senelerce kültürüyle çelişkili karmaşık bir ülke profili çizmesinin nedenlerinden biride bu olsa gerek. İdealist düşünceden çok, para odaklı yaklaşım sergilenmesidir.
Kısa film çalışmaları yapanlara ne gibi destekler veriliyor, ülke olarak bizde bu konu ne kadar önemseniyor?
Bu konuda özellikle Avrupa’da çok sayıda devlet kurumunda destek verildiğini görebilirsiniz. Ancak bizde bu ne yazık ki, bir kurumda var. Yedi sekiz sene öncesine kadar ne yazık ki bu da yoktu. Kısa Film yapımı için Kültür Bakanlığı’na bağlı Sinema ve Telif Hakları Genel Müdürlüğü’ne başvuran ve uygun görülen projelere geri ödemesiz destek veriliyor. Ancak sayı olarak çok az proje finanse edilebiliyor.
Bu sektörün geliştirilmesi için neler yapılmalı?
Kısa Filmin gelişmesi ve endüstri haline gelmesi sinema endüstrisinin gelişmesiyle paralel bir önem taşıyor. Her yıl kısa film alanında yüzlerce proje desteklense gelecekte büyük bir sinema endüstrisini şimdiden kurmuş olursunuz. İş dünyasının büyük markaları da her yıl pazarlama bütçelerinin içine sanata destek kapsamında kısa film organizasyonlarına pay ayırıyor. Bu her geçen yıl biraz daha artıyor. İnsanoğlu doyumsuz olsa gerek, çünkü yeterli mi derseniz elbette yetersiz. Her bakanlığın kendi alanında bir kısa film festivaline destek vermesi, her şehir belediyesinin bunu düzenli olarak yapması gerektiği kanaatindeyim. Üniversitelerin ve sivil toplum kuruluşlarının bu konuda hassasiyetle çalışması gerekmektedir. Kısa film bilincinin oluşması için kısa film üzerine atölye çalışmalarının arttırılması gerekiyor. Çünkü kısa film atölye çalışmaları aynı zamanda yeni başlayanlar için bir laboratuar özelliği taşımaktadır. Amatör de olsa bir kameranız varsa hiç durmayın hemen bir şeyler çekmeye odaklanın. Deneyim için başlamak gerekiyor. Siz Tarih Kültür Araştırmaları Derneği´nde atölye eğitimleri de veriyorsunuz.
Bu gibi kısa film atölyeleri bireylere neler katıyor?
Atölye gruplarımda üniversitelerin sinemayla ilgili bölümlerinde okuyan veya eğitimini tamamlamış arkadaşlarda yer alıyor, yazılım mühendisi, endüstriyel tasarımcı, mimar, öğretmen, bilgisayar mühendisi gibi çok farklı meslekî özellikleri olan kişiler katılıyor. Atölye eğitiminde ilk defa çok şey öğrendiklerini söylüyorlar. Her şeyden önce üniversitelerde teorik bilgi temeli esastır. O da eğitim müfredatlarının kriterlerine göre hazırlanır ve sunulur. Kısa Film Atölyesi daha özgür ve özetlenmiş bilgi akışının sağlandığı imkanları sunuyor. Tabi üniversitelerde akademisyenlerin belkide hiç deneyimlemeden verdiği teorik bilgilerin dışında pratik uygulama imkanının sunuluyor olması da ayrı bir önem taşıyor. Katılımcıların bir filmin ilk aşamasından en son aşamasına kadar bütün etaplarının içinde olması büyük avantaj sağlıyor. Hiç unutmam dizi sektöründe çalışan bir öğrencim şunu söylemişti; “Hocam sinema televizyondan mezun oldum. Dizi setinde çalışıyorum ama burada öğrendiğim bilgiler çok özel. Bundan dolayı katıldığım için mutluyum. Bu cümleleri duymak beni de heyecanlandırıyor ve daha çok araştırma yapmaya itiyor.” Bilgiyi paylaşmayı seviyorum. Ders gruplarımda yeni arkadaşlıklar sayesinde daha sonra kısa film projelerinde birlikte çalışan arkadaşlar da oluyor. Bu da atölye eğitimine ayrı bir anlam kazandırıyor.
Ders içerikleri nelerdir?
Bilinen filmlerin bizzat yazılmış senaryo örneklerini görme ve inceleme imkanı sağlıyoruz, Sinemanın tarihsel gelişmesinin film yapımına etkilerinden, seçkin kısa filmlerin izlenerek incelenmesine kadar interaktif eğitim olanağı tanıyoruz. Film analizlerinin dışında bir filmin yapım aşamasındaki ekipte yer alan kişilerden, ekipmanlar ve özeliklerine, ses, ışık ve görüntü hakkında bilgilere ve sinema film çekim kuralları ve prensiplerine kadar birçok farklı bölümden oluşuyor. Elbette kısa zamanlı bir akış sayesinde film çekimi için gerekli deneyimin başlangıcına olanak tanıyoruz. Katılımcının da sinemaya ilgi duymasının önemli bir etken olduğunu unutmamak gerekiyor.
Ve son olarak genç arkadaşlara önerebileceğiniz, sizde de özel bir yere sahip olan yerli-yabancı yönetmenler kimlerdir?
Öncelikle şunu söylemek isterim, bu sorunun cevabını bir kriter olarak göremeyiz. Çünkü her insanın hayata bakışı kendine özgüdür. O yüzden tercihlerin farklı olması kaçınılmazdır. Ama genel geçer denilebilecek bir bakışta çok iyi anlamında değil de filmleri izlenmesi gereken yönetmenler olarak naçizane birkaç isim önerebilirim. Andrey Tarkovsky, Frank Darabont, Francis Ford Copolla, Martin Scorsese, Alfred Hithcock, Stanley Kubrick, Orson Welles, Peter Jackson, Quantine Tarantino, Michael Curtiz, Steven Spielberg, Oliver Stone ilk aklıma gelenler bunlardı. Yerli yönetmenlerden Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu, Nuri Bilge Ceylan yine ilk aklıma gelenler.
Muhabir:
KÜBRA NUR DURAN
KOÜHA
Alıntıdır....
Tebrikler Unalcim, koprulerin altindan cok sular akmis. Umarimher sey gonluncedir..
YanıtlaSilBilgi paylasmakla cogalir, biz de oyle..
Nazim
Tebrikler Unalcim, koprulerin altindan cok sular akmis. Umarimher sey gonluncedir..
YanıtlaSilBilgi paylasmakla cogalir, biz de oyle..
Nazim