Türk sinemasının duayen oyuncuları Hülya Koçyiğit, Ediz Hun ve Göksel Arsoy ilk defa aynı filmde biraraya geldi. Göksel Arsoy'a göre, bu tür birliktelikler 1970'lerde sağlanabilseydi, Yeşilçam, televizyon ve videoya karşı direnebilir, ucuz film bataklığına düşmezdi.
Show TV'de yayımlanan "Asla Unutma" isimli televizyon filmi, Türk sinema tarihi için büyük önem taşıyor. Dizi, duayen sinema oyuncuları Hülya Koçyiğit, Ediz Hun ve Göksel Arsoy'u aynı sette bir araya getirerek, bir bakıma Yeşilçam'a 'keşke' dedirtti. Filmin güçlü oyuncu kadrosunda usta tiyatrocu Serap Sağlar da var. Nazif Tunç'un yönettiği dizinin senaristi ise Nuran Devres. Aksiyon, ilk bölümleri yapımcı, yönetmen ve oyuncuların korkulu rüyası 'reyting efendi'den vize de alan dizinin Kuzguncuk'taki setine misafir oldu.
Peki bu televizyon dizisi Türk sineması için neden önemli? Yeşilçam'a niçin 'keşke' dedirtiyor? Bugüne kadar 130 filmde oynayan Göksel Arsoy'a göre bu soruların cevabı, Yeşilçam'ın 1970'lerde televizyon ve video ile rekabette işin kolayına kaçmasında yatıyor. Amerikan sinemasının, söz konusu rekabeti çok meşhur 4-5 oyuncuyu dev projelerde aştığını belirten Arsoy, Türk sinema tarihindeki kara lekeli dönemi, "Türk yapımcılar da bu yöntemle savaşma yolunu tercih etseler ayakta durabilirlerdi. Ama kolay yolu seçtiler. Karate ve seks filmleriyle işi götüreceklerini zannettiler. Birkaç yılda bir şeyler vurmak istediler. Yeşilçam'ı çökerttiler. Yanlış bir hesaptı. Yazık oldu." sözleriyle özetliyor.
Seyirciye ulaşmanın yolu dizi filmler
Şimdiye kadar yaklaşık 180 filmde rol almasına rağmen 'henüz yapması gerekeni yapamadığı' düşüncesiyle setlere adım attığı ilk günkü heyecanını koruyan Hülya Koçyiğit, "Her birimiz bir filmin ilgi görmesi için yeterliydik. Öyle bir ihtiyaç hissedilmedi hiçbir zaman hayatımızda." diyor. Bayanlarda kendisi, Türkan Şoray, Filiz Akın ve Fatma Girik; erkeklerde ise Ediz Hun, Cüneyt Arkın, Ayhan Işık ve Göksel Arsoy gibi isimlerin ortak projelerde yer almamalarını televizyon ve videonun seyirciyi kapmasıyla birlikte toplumsal huzuru bozucu anarşist olaylara da bağlayan Koçyiğit, bu sebeple çoğu yapımcının sinemadan kaçtığını söylüyor. Daha sonra Kültür Bakanlığı aracılığıyla sinemaya verilen desteğin, halkın ilgi göstermediği isabetsiz projelerle akamete uğradığını ve sinemadan kopuş süreci yaşandığını belirterek, "Birçok yönden eleştirilse de televizyon dizileri sinemaya katkı sağlıyor." diyor. Dizilerin Türk halkına kendi hikâyelerini ve sinemasını hatırlattığını, sinemanın böylelikle yeniden gündeme gelerek popülerleştiğini dile getiren sanatçı, "Şu an seyirciyle diyalog kurabilme imkanı sinemadan çok televizyondaki dizi filmlerde. Seyirciyle irtibatımı çok uzun süre dondurmak istemiyorum. O nedenle bugün dizi film yapıyorum." diye konuşuyor. Ancak Koçyiğit, teknolojik açıdan çağ atlansa da son zamanlarda genellikle komedi ve macera filmi çevrilmesini eleştiriyor: "Biraz toplumsal, hayatın içinden, insanı düşünmeye sevk eden türdeki hikâye ve filmleri henüz kavrayamadık galiba. Halbuki o türlerin çoğalması gerekiyor."
22 yaşında merhaba dediği Yeşilçam'da 160'tan fazla filmde oynayan Ediz Hun, daha önce hiçbir yapımcının kendilerine böyle bir teklif getirmediğini söylüyor. Dizinin her bölümünün aslında bir film olduğunu, tutması ve zevkle izlenmesi için çabaladıklarını anlatarak, "İzlediğim kadarıyla Kurtlar Vadisi'nden esinlenerek, hareketli, aksiyonlu, heyecan verici sahneleri olan diziler daha çok tutuluyor galiba. Fakat senaryolar birbirine benzemeye başladı. En büyük şansımız Nuran Devres gibi bir senaristimizin bu hikâyeyi yazması. İki ailenin birbirleriyle olan heyecan verici çatışmasıyla devam eden bir hikâye." diyor.
İşi bitince evine gittiğini, 30 yılı aşkın süredir bir yastığa baş koyduğu eşi ve iki çocuğuyla mazbut bir hayat sürdüğünü kaydeden Ediz Hun, herhangi bir rol önerildiğinde önce senaryoyu isteyip okuduğunu, maalesef bunların onda dokuzunu uygun bulmayıp nazikçe reddettiğini belirtiyor: "42 senelik bir aktörün oyun gücünü gösterebilecek, halk tarafından tekrar beğeniyle izlenmesini sağlayabilecek bir senaryo ve rolse o rolün üstesinden gelmeye çalışırım. Önemli olan senaryo, yönetmen ve kadro. Yönetmenle birlikte müzik de çok önemlidir. Çünkü insan gözüyle izler, kulağıyla dinler. Gözle kulak intibak etmeli."
Sağlar: Toplumun değerleri feda ediliyor
Ediz Hun, aynı zamanda Norveç'in Oslo Üniversitesi'nde lisans ve master eğitimini tamamlayan bir bilim adamı. Marmara Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak 19 yıl çevre ve ekoloji dersleri verdi. Şimdi aynı görevi Bahçeşehir Üniversitesi'nde sürdürüyor. Milletvekilliği döneminde TBMM'de Çevre Komisyon başkanlığını yaptı. Türkiye ve dünyanın birçok yerinde çevre üzerine konuştu. Sanatçının hayatında iki misyonu var. Biri doğaya, diğeri ise sanat ve kültüre hizmet. Ama politik zemini fazlasıyla kaygan buluyor. Vekil yerine belediye başkanı sıfatıyla daha etkin hizmet verebileceğini düşünüyor. Çünkü vekil gruba uymak zorunda. Uymazsa partisi hemen onu soyutluyor. Kendisine siyasi teklifler gelmeye devam ediyor.
Asla Unutma'da Göksel Arsoy ile Serap Sağlar; Ediz Hun ile de Hülya Koçyiğit karı kocayı oynuyor. TRT tecrübesi olsa da Manisa Tarzanı filminde oynasa da Sağlar, tiyatrodaki oyunculukla kamera karşısındakinin birbirinden hayli farklı olduğunu itiraf ediyor. Yapılan mimikler ve duruşlar arasında neredeyse bir uçurum söz konusu. Zaten ilk başlarda tiyatro kökenli oyuncular dizi filmlerde bu yüzden bocaladı. Sağlar'a göre tiyatrocular bocalama dönemini atlattı: "Fakat son zamanlardaki dizilere bakıyorum, tiyatrodan gelen arkadaşlarım başarılı. Televizyon oyunculuğunu biz de öğrendik. Kamera karşısında olmak farklı ama çok da keyifli."
Serap Sağlar da reytinge inanmayanlardan. Reyting gerçekçi bir ölçüm olsaydı, 'oyunculuğuna kimsenin bir şey diyemeyeceğini' ifade ettiği Zuhal Olcay'ın ya da Hülya Koçyiğit'in yer aldıkları dizeler birkaç bölüm sonra yayından kaldırılmazdı. Ediz Hun'un oynadığı Yadigar isimli dizi de reytinge boyun eğmezdi. Hatır, gönül, dostluk ve arkadaşlık adına başarısız yapımların başarılılara tercih edilmesine o da karşı çıkıyor; ama televizyonların reklam pastasından en büyük payı almak için program ve dizileri reytinge kurban etmesini bir açıdan mazur gören Göksel Arsoy'a pek katılmıyor.
Sağlar'a göre, kanallar arasında reklam pastası bölüşüm gerçeği ortada ancak toplum, toplumun beğenileri ve değerleri feda edilmemeli: "Televizyon herkesin evine çok kolay giriyor. Reyting adına kalite düştükçe bu topluma yansıyor. Toplum ne verilirse kabul ediyor. Bunun bir sonu olmalı. Bana belki birçok arkadaşım kızabilir ama konuşma tarzımız değişti. İnanılmaz argo konuşuluyor. Örnek aldığı kişinin giyim tarzı ya da tavırları farklıysa herkes ona özeniyor. Kalıptan çıkmış gibi birbirine benzer pek çok genç ortaya çıkıyor. Hepimizin çocukları var. Genç nesil geliyor. Bunlardan etkileniyorlar."
Bakalım Türk sinemasının bile başaramadığı kadro zenginliğini yakalayan dizi, reytingi uzun soluklu bir yolculuğa ikna edebilecek mi?
GENÇLiĞiMi YAŞAYAMADIM
1963'te 22 yaşında iken sinemaya girdim. 42 yıl geçti. Doğru dürüst gençliğimi yaşayamadım. O yaştaki bir genç arkadaşlarıyla çıkar, oturur, eğlenir. Şöhret basamaklarında üst tarafa tırmanınca mecburen kendimi soyutlamak durumunda kaldım. Bir film setinden diğerine gittim. Gençlik yılları aktı, geçti ve bitti. Sanatla çok iç içeyim. Ama bilimden de vazgeçemem. Çevre konusunda otoritelerden biriyim. Ne kadar bilim adamı kimliğimi ön planda tutmaya çalışsam da hep aktör ve sanatçı Ediz Hun ön planda gidiyor. 42 senenin verdiği bir sevgi çemberi var. Çok büyük bir mutluluk tabiatıyla. İkisi bir arada yürüyor.
YÖNETMEN NAZiF TUNÇ: YAPTIĞIM OYUNCULUKLARINI SEYRETMEK
-Bu kadar meşhur ve tecrübeli sanatçıları yönetmek zor mu?
Bu sanatçılar çok yoğun bir takım karekterleri hayatları boyunca oynamışlar. Hür türlü duyguya ve tiplemeye rahatça girip çıkmanın sınavlarını başarıyla vermişler. Onlarla çalışırken tek yaptığımız, mizansenlerini verdikten sonra oyunculuklarını seyretmek. Bir tipleme ya da bir duygu ile ilgili bir yönetmenin onlara ifade edebileceği pek bir şey yok.
-Bir açıdan daha kolay yani...
Bir açıdan değil, tamamiyle kolay bir yönetmenlik. Çünkü onlar oyunculuk koridorunun bütün tiplemelerini daha önce yaptıkları büyük eserlerde ortaya koymuşlar, yoğurmuşlar. Şimdiki tiplemeleri de yoğun olarak yaşıyorlar. Çok fazla izahat vermek durumunda kalmıyoruz.
-Çektiğiniz bazı plan ve sahneler tamamen içinize sinmese de, onların hatırına ufak tefek eksiklikleri görmezden gelme gibi bir psikolojik hâl söz konusu oluyor mu hiç?
Hiçbir zaman olmaz. İzlediniz, defalarca provolar yapılıyor. Olmadı, bir daha alınacak deniyor. Ancak bunlar oyunculukla ilgili meselelerden ziyade sahnedeki diğer unsurlardan kaynaklanıyor. Bir takım hatalar, görüş bozuklukları meydana gelebiliyor. Çerçevemizi en etkili biçimde kullanmayı arzu ediyoruz. Ufak tefek detaylarda bile aradığımızı bulmak için tekrar ediyoruz. Hiçbir şekilde yılmadan sonsuz bir sabırla ben ve onlar en güzeli, yetkin olanı yakalamak için sonuna kadar tekrarlamaktan geri kalmayız. Oyunculuk, sinema ve dizi film işleri sabır ve heyecanla sürdürülen bir koşudur. Bu koşuda yılgınlık, duraklama ya da ufak tefek zaafları kabul eden tavizli yaklaşım mümkün değil. Yapılan eserin en yetkin, etkili ve duygulu biçimde yansıtılması için de bu şart.
11.07.2005
Emin Akdağ
aksiyon.com
Alıntıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın