Pages

25 Kasım 2011 Cuma

Türk sinemasının en büyüğü


Dün gece, geç saat öğrendim: Lütfi Ömer Akad'ı kaybetmişiz.(Geçen hafta cumartesi günü) Akad benim için Türk sinemasının en büyük ustasıydı.

Zümrüt'tü. 1959-1960 sezonu olmalı; Beyoğlu'ndaki Yeni Melek sineması yalnızca yabancı filmleri gösterirken, ilk kez bir Türk filmi, Zümrüt. Okuryazar geçinenlerin Türk sinemasına burun kıvırdıkları dönemler. Zümrüt'ü seyredebilmemin tek sebebi, Yeni Melek'te gösterime girmiş olması.

Kadrosunda kimler yok ki! Başta, olanca gençliği ve siyah-beyaz bir filmde bile handiyse yemyeşil gözleriyle Çolpan İlhan; benimle adaş Selim'i oynayan Fikret Hakan, sonradan aziz bir dostum olacak Sadri Alışık, büyük tiyatro oyuncusu Ulvi Uraz, sevgili Kâmran Yüce...

İhsan Koza'nın romanından beyazperdeye aktarılmış Zümrüt eleştirmenlerce pek beğenilmemiştir. Lütfi Bey de ziyan olmuş bir proje sayardı. Oysa Zümrüt, Kamelyalı Kadın'dan uzak izler taşıyan havasıyla beni 'edebiyat'a alıp götürenlerdendir. İhsan Koza'nın romanını bin bir güçlükle bulup okuduğumu hatırlıyorum.

Yine 1960'lar, bu kez yaz mevsimi. Sinemalar yaz günleri 'iki film birden' oynatıyor. Taksim sinemasında 1952 yapımı Kanun Namına'yı seyrediyorum. Artık başıma buyruk, tek başıma sinemaya gidebiliyorum. Kanun Namına bir kara polisye. Galata'daki atelyesinde polis tarafından sıkıştırılan 'masum katil' Ayhan Işık'la ona teslim olması için yalvaran Gülistan Güzey -filmdeki adlarıyla Nâzım ve Ayten- aklımdan hiç çıkmayacak.

Bunca yıl sonra bile o sahne gözümün önündedir.

Filmlere imza atan kişinin yönetmen olduğunu galiba Kanun Namına'yla öğreniyorum. Komşumuz Tahir Bey, Taksim sinemasından çıkarken beni görüyor ve hangi filmi seyrettiğimi soruyor. Kanun Namına'yı söyleyince, "Ooo, Akad, Vurun Kahpeye'yi de o çekmiştir" diyor. Şimdi böyle hatırlıyorum.

Sonra gençlik yıllarım. Lütfi Ö. Akad'a hayranlığım -şimdi yerinde yeller esen- Saray sinemasında seyrettiğim Üç Tekerlekli Bisiklet'le pekişiyor. Çok geçmeyecek Hudutların Kanunu'nu, Ana'yı, Kızılırmak-Karakoyun'u seyredeceğim.

Nihayet 1968'de Vesikalı Yârim! Türk sinemasının unutulmaz bir başyapıtı. Türkân Şoray, İzzet Günay'ın manavına geldikten sonra, hayatını kahreden Beyoğlu'na geri dönüyor; "Kalbimi kıra kıra/ Bıraktın bir hatıra"...

1970'lerde Akad'la tanıştığım vakit Vesikalı Yârim en az dört beş kez seyrettiğim, her sahnesini, sayısız inceliğini ezbere bildiğim bir filmdi.

Akad'la bir başka ustanın aracılığıyla tanıştım. Bu usta Halit Refiğ'dir. Çok özlediğim Halit Bey bana Kemal Tahir'in evinde Türk sinemasının genç senaryo yazarlarına ihtiyaç duyduğunu söylemişti. Sinemamızın iyi bir seyircisiydim, sinemada çalışmak istiyordum. Halit Refiğ'le başarısız mı başarısız bir senaryo çalışmam oldu. Ama Halit Bey benden büsbütün umut kesmemiş olmalı ki, her zamanki yüce gönüllülüğüyle, yolun başındaki Selim İleri'yi hem Atıf Yılmaz'a hem Lütfi Ö. Akad'a ısrarla salık verdi.

Yaz başlangıcı bir gün büyük usta Akad'la Erman Film yazıhanesinde buluştuk. Sadri Alışık Sokağı'ndaki Erman Han'ın en üst katı. En çok gözleri aklımda Lütfi Bey'in, o kadar keskin ve o kadar sevecen bakışlı.

Senaryo yazarlığı konusunda bilgim hâlâ sıfır noktasındaydı. Cüneyt Arkın için bir tasarı üzerinde konuşuluyordu. Hürrem Bey (Erman), Graham Greene'in Satılmış Adam romanını uyarlayıp uyarlayamayacağını tartışıyor Lütfi Bey'le. Bir kiralık katil öyküsü. Hollywood'da filme de alınmış.

Akad'ın uyarlamalardan hiç hoşlanmadığını o gün öğreniyorum. Satılmış Adam'ı okumam için bana veriyor, "Konusu yeter, gerisini unutun" diyor. Hayır, 'konu' değil, 'tema'. Kendisi okumayacak Satılık Adam'ı.

Mecidiyeköy'deki evinin adresini veriyor, filanca akşam buluşacağız, Erman Han'ın kapısında ayrılıyoruz.

Hayatımın en derin dostluklarından birinin o gün başladığının bilincinde değilim. En derin bir usta-çırak ilişkisinin.

Bir yaz akşamıydı, nasıl unuturum! Mecidiyeköy hâlâ 'köy' havasını koruyordu. Pazarı geçtikten sonra, ara sokakta, bahçe içinde o tek katlı ev. Lütfi Bey'le Şükran Hanım. Eşsiz bir insan, bir 'anne' olan Şükran Hanım. Sadeliklerle örülmüş bir yaşam. O güzel günleri, akşamları, çalışmamızı, akşam yemeğinden sonraki söyleşilerimizi aklım buruşuncaya kadar hatırlayacağım. Şimdi yine hepsi ürpertiyor, gözyaşlarımı şu an tutamıyorum.

Akad'la Yaralı Kurt'u çalıştık. Yıl 1972'ymiş, sinema tarihleri öyle yazıyor. Demek kırk yıl geçmiş. Bana daha dün gibi geliyor. Daha dün, büyük ustadan senaryo yazmanın gereklerini, inceliklerini öğreniyorum.

Âlim Şerif Onaran Lütfi Ömer Akad'ın Sineması adlı değerli eserinde şöyle yazmış:

"Yaralı Kurt, İngiliz yazarı Graham Greene'in A Gun for Sale adlı, sinemaya iki kez aktarılan ve Türkçe'ye Satılmış Adam adıyla çevrilen romanından Selim İleri'nin senaryo haline getirdiği, çekim senaryosu Akad tarafından düzenlendikten sonra Erman Film Kurumu adına çekilen bir kurdele..."

Akad'ın himayesinden kaynaklanıyor bu satırlar. Jenerikte senarist olarak benim adım geçiyor ama, birkaç sahne ve diyaloglar dışında bütün yapı Akad'ındır. Bunu daha önce de birkaç kez yazdım. Lütfi Bey her görüşmemizde "Uzatıyorsunuz" derdi.

O güzel, unutulmaz günleri Lütfi Bey anılarında yazdı. Benimle ilgili yazılanlar arasında onun yazdıkları yüreğimi yakar:

"O günlerde yeni tanışmamıza karşın evimize girip çıkma ayrıcalığı verdiğimiz, bizi sık arayıp soran bir konuğumuz var, adı Selim İleri. Eşitim olmayacak kadar küçük, oğlum diyemeyeceğim kadar büyük. Tam bir çağla, içi de onun kadar ak ve temiz. Eşim de benimsiyor onu, kimi zaman uzun süren güzel konuşmalarımız oluyor. Duyarlı ve kırılgan yapısına endişe ile bakıyorum.

Uzun süredir yazınla uğraşıyor, bu nedenle İstanbul Üniversitesi'ndeki hukuk derslerini bırakacak. O bir anlatıcı, bunu yazıyla yapacak, çok olanakları olan sinemayı da merak ediyor. İşte Yaralı Kurt adını koyduğum yeni senaryomu bu yüzden Selim İleri'ye teslim ediyorum."

Akad'ın anıları, Işıkla Karanlık Arasında, Nisan 2004'te yayımlandı. Büyük usta yalnızca kendi serüvenini anlatmaz anılarında. Eserler eşliğinde bir Türkiye panoramasıdır Işıkla Karanlık Arasında. Bir tarihçe, toplumbilimsel yanı ağır basan bir çalışma.

Lütfi Bey'den yalnızca senaryo yazmanın püf noktalarını öğrenmedim. Çok daha önemli bir konuda kılavuzum ve hocam oldu: Ondan insan olmayı öğrendim. Olabildiğimce...

Her zaman söylemek istiyorum: Bir Behçet Necatigil, bir Lütfi Ömer Akad; ikisine gönül borçlarım ödenemez.

Şimdi gözümün önünde Isparta'nın bir köyü. Akad Gökçeçiçek'i yönetiyor. Şükran Hanım'la birlikte köhne mi köhne bir otobüsle Isparta'ya gitmişiz. Akad'ın boş zamanlarında yeni bir senaryoya çalışacağız. Yukarıda, dağ yolunda çekim. Tek başıma, yürüyerek, çekim alanına gidiyorum.

Bir çoban bana "Aleykümselâm" diyor. Şaşırıyorum, gülümsemeye çalışıyorum.

Anlattığımda sevgili Lütfi Bey, "Âdettendir. Size Allah'ın selâmını vermiş" diyecek...

Selim İleri
zaman.com.tr
                                                                                                                                           Alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın