Pages

22 Kasım 2011 Salı

Nanni Moretti ile sinema üstüne bir söyleşi


Ecce bombo, Bianca, La messa è finita, Caro Diario , Aprile, La stanza del figlio, Il caimano gibi filmleriyle 1970'lerden bugüne çağdaş İtalyan sinemasından unutulmaz yapıtlar ortaya koyan Nanni Moretti, dün "Habemus Papam" filminin Londra galası için başkentteydi.
55. Londra Film Festivali kapsamında gösterilen film, seyirciyi, Vatikan'daki Katolik kardinallerin ve çeşitli rütbelerdeki diğer din adamlarının yaşamına zaman zaman mizahi, zaman zaman hüzünlü ve düşündürücü bir açıdan yaklaştırıyor.

Bir Papa'nın ölmesi üzerine yapılan seçim ve Papa olmaya isteksiz Cardinal Melville'in (Michel Piccoli) Katolik âleminin bu en yüksek rütbesine seçilmesiyle başlayan film, yeni Papa'nın duyduğu panik ve korku duygularını, olanca insancıllığıyla yansıtıyor.
Bir türlü Vatikan'ın balkonuna çıkıp Sen Piyer alanında bekleyen onbinleri selamlamayı başaramayan Papa'yı yeni görevine ve sorumluluklarına alıştırmak için, İtalya'nın en ünlü psikiyatrı (Nanni Moretti) Vatikan'a çağrılıyor.

Ve işte mizah bu noktadan itibaren devreye giriyor. Dış dünyayla ilişkisi kesilen psikiyatr, büyük bir salonda değişik coğrafyalardan gelmiş kalabalık bir kardinal grubunun kulak kesildiği bir ortamda, Michel Piccoli'nın olağanüstü oyunculuğuyla tüm zayıflıklarını, kaygılarını yansıttığı yeni Papa'nın çaresizliğine çözüm aramaya başlıyor.

Geleneksel psikanaliz sorularının böylesi bir ortamda sorulamayacağı ve yanıtlanamayacağı derhal anlaşılınca, yeni Papa'nın Vatikan dışında bir terapiste gönderilmesi kararlaştırılıyor. Ve Papa, Vatikan'dan dışarı çıktığında, fırsatını bulduğu anda kayıplara karışıyor.
Ya da bir bakıma, gerçek hayatı, geçmişinde kalmış özlemleri yaşamaya başlıyor.
Vatikan'da yaşanan karmaşayı, Papa'nın kaybolmuş olması skandalını Katolik dünyasından ve hatta Vatikan'daki din adamlarından bile gizleme zorunluluğunun ortaya çıkardığı inanılmaz derecede gülünç sahneler ve bir yandan isteksiz Papa'nın yüreğiyle ve aklıyla yüzleşmesi sırasında tanık olunan hüzünlü anlar, filmi, tam bir Nanni Moretti yapıtı olarak çıkarıyor karşımıza.

Moretti ile buluşma

Nanni Moretti, dün Londra'nın Mayfair'inde küçük bir grup gazeteciye sinema ile ilişkilerini anlattı. Ünlü yönetmen, İtalyan siyasetiyle yakından ilişkili olması dolayısıyla, zaman zaman iç siyasete de değindi.
Filmin tamamen kurmaca bir öyküye dayalı olması yüzünden yer yer orijinal Vatikan görüntülerini, örneğin Papa 2. Jean Paul'ün cenaze töreninden bazı arşiv görüntülerini kullanmakta sakınca görmediğini anlatan Moretti'ye, Vatikan'ın, bu filme niçin pek fazla tepki göstermediğini sordum.

"Habemus Papam'ın gösterime girmesi öncesinde yoğun bir tartışma doğdu; daha önce birçok filmimde de bunu yaşadım. İnsanlar filmi izlemeden görüş belirtiyorlar. Ama daha sonra bana, 'Katolik yayın organlarının filme en azından belli bir ilgi göstermiş olduğu' bilgisi aktarıldı." dedi.
Nanni Moretti, bir film yönetmeninin rolünün, sayısız defalar işlenmiş bir konunun yeni bir versiyonunu daha yapmak olmadığını, hiç değilse konuyu yaratıcı bir şekilde işleyip ortaya iyi bir film çıkarılması gerektiğini söyledi.

Sinemayla ilişkisi nasıl başladı?

Nanni Moretti, bir film izleyicisi olarak geçirdiği deneyimlerin, bir film yönetmeni olarak yaptığı seçimleri belirlediğini anlattı gazetecilerle söyleşisinde.
"Gördüğüm kötü filmleri, yönetmen olarak tekrarlamak istemiyordum" diyen Moretti, genç bir film yönetmeninin ne istediğini bilmesi gerektiğini, ama daha da önemlisi, "ne yapmak istemediğinin farkında olması gerektiğini" söyledi.

Moretti, "İşe yeni başlayan bir yönetmen, sinema mutfağındaki çok çeşitli ve kendisinden çok daha deneyimli görevlilerle çevrili olur ve her türlü fikir, öneri ortaya atılır. İşte bu yüzden, ne istemediğini bilmesi gerekir." dedi ve bir yönetmenin pek çok kötü film izledikten sonra, daha eleştirel bir bakış geliştirebileceğini söyledi.
Moretti, kendisi sinema yönetmenliğine başladığı yıllarda, 1960'ların sinemasıyla ilişkili isimleri izlemiş olduğunu anlattı.

"Bellocchio, Bertolucci, Taviani, Pasolini'nin ilk filmlerinin yanısıra Fransa'daki Nouvelle Vague sinemasının ve Avrupa'daki Doğu Bloku sinemasının filmlerini de izliyordum. 1960'larda yaşananların bir çoğu, sinemaya da yansımaktaydı. Bu dönemde sinemacılar, hem kendilerinden önceki sinemayı, hem de içinde yaşadıkları toplumu reddediyorlardı. Her biri kendi üsluplarıyla, kendi filmleriyle yeni bir sinema, yeni bir toplum hayal etmekteydiler. Bu yıllarda sinema kendisini değiştirmeyi başardı. Bu dönemin ardından gelen onyıldaysa, eski düzene dönüldü, sinemada daha akademik bir yaklaşım benimsendi." dedi Nanni Moretti.
Bir arkadaşının, kendisine, "İzleyici kitleni 20 yılda oluşturdun ama bunlar da yakında ölüp gidecek" dediğini anlatan Moretti, günümüzde, Via del Corso'da piyasa yapan gençleri yakalarından tutup sinemaya götürmenin imkansızlığına değinerek, kendisinin izlemekten zevk aldığı filmlerin, ortalama bir genç izleyicinin ilgisini çekmediğini belirtti.

İtalya'da 1970'ler ve 80'lerde iyi yönetmenlerin iyi filmlerinin gösterime girdiğini belirten Moretti, Wenders, Fassbinder, Rohmer'i örnek gösteriyor; şimdiyse kötü filmlerin de sinemalarda gösterim olanağı bulduğunu ve izleyicilerin kafasını karıştırdığını söyledi.

Seyirci de kabahatli

Fransa'nın aksine, İtalya'da her zaman sinemaya giden bir sinemasever kitle bulunmadığını anlatan Nanni Moretti, kendi sinema salonu için, İran filmi "Nadir ve Simin, Bir Ayrılık"ın gösterim hakkını aldıklarını ve başta, filmin Fransa'da elde ettiği gişe gelirinin yarısını sağlamayı umarken, şimdiye kadarki ilgiye bakarak, ancak onda birini yakalamayı bile, bir başarı sayacaklarını söyledi.

Yeni filmler açısından her festivalin kendine özgü bir yeri ve önemi olduğunu vurgulayan İtalyan yönetmen, bu mekanizma içinde, seyirciyi o kadar da masum bulmuyor.
"İyi bir film, kötü iş yaptığında, seyirciden başka herkes, herşey suçlanır. Hava çok sıcaktı, çok yağışlıydı, o sırada San Remo festivali vardı, bugünlerde hep olduğu gibi o akşam futbol maçı vardı, son Spielberg filmi vizyona girdiği sırada bu film gösterilmişti, türüne uygun olmayan bir sinemada gösterildi gibi şeylerden sözedilir. Ama kimse, hiçbir zaman seyirciden söz etmez. Bazen seyircinin de bir sorumluluğu var; seyircinin 'tembelliğinin'. Zira günümüzde seyircinin, bir film hakkında çeşitli yollardan ön bilgi edinmesi mümkün." dedi Moretti.

Ve İtalyan siyaseti...

Bir saati aşan yuvarlak masa söyleşisinin sonuna yaklaşırken Nanni Moretti'ye, İtalya'da solun durumunu nasıl gördüğünü sordum.

İtalyan solu için, hiçbir zaman, bugün olduğu kadar elverişli bir ortam yaratılmamış olduğunu ama buna rağmen soldaki grupların birbirleriyle didişmeye, kavga etmeye devam ettiklerini söyleyen Moretti, İtalyan solunun, son derece yetersiz ve hem ülke içinde, hem uluslararası düzeyde hergün alay konusu olan bir rakip karşısında bile, kendisini güvenilir bir güç olarak gösterememesinden yakındı.

Nanni Moretti, ülkesi hakkındaysa, şunları söyledi son olarak:
"İtalya için iyimser değilim. Berlusconi'nin siyasi maceralarına izin veren bir ülkede, yaşananlar, insanların iyimser olabilmesine izin vermiyor. Bu durum, Berlusconi'nin sağ kanattan çıkmasından kaynaklanmıyor. Seçimler yapılır; bazen sağ, bazen sol partiler seçilir. Ben, başka hiçbir demokratik ülkede görülemeyeceği bir şekilde, medya üzerinde tek bir kişinin tekel kurmasına izin vermiş bir ülkeden söz ediyorum.
Medya üzerinde tekel kurmuş bir kişinin, bir de siyasette görev almasına izin vermiş bir ülke burası. Başka hiçbir demokratik ülkede böyle birşey görülmemiş. Medya üzerindeki tekel yüzünden, tüm siyasi adayların yarışa aynı noktadan başlamaları mümkün olmadı.

Yine vurguluyorum, sorun, Berlusconi'nin sağ kanatta yer almasında değil. Sorun, bu devletin kurumlarına hiç saygısı olmayan biri olmasında. Kişisel çıkarlarıyla devletin çıkarlarını birbirine karıştıran biri olmasında. Yargıyla olan kişisel sorunlarıyla, devletin sorunları arasında kafası karışmış biri olmasında. Her gün ülkenin yargı sistemine saldırgan tavırlar sergileyen bir adam olmasında.
Başka bir ülkede, bir lider Berlusconi'nin söylediklerinin binde birini söylese, bırakın muhalefeti, kendi partisi tarafından istifa etmeye zorlanırdı."


Ayça Abakan
BBC Türkçe

bbc.co.uk
                                                                                                                                           Alıntıdır....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın